TMMOB Odalar 22 Kasım 2024, Cuma

ODAMIZIN 20.OLAĞAN GENEL KURULUNDA GERÇEKLEŞTİRİLEN TARTIŞMALARI TEMEL ALARAK ODAMIZIN DÜNYAYA, ÜLKEMİZE VE MESLEĞİMİZE BAKIŞINI İÇEREN SONUÇ BİLDİRGESİ AŞAĞIDA SUNULMUŞTUR...

Yayınlayan Birim: GENEL MERKEZ
Yayına Giriş Tarihi: 02.06.2006
Güncellenme Zamanı: 02.06.2006 15:42:25

 

TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI

20. OLAĞAN GENEL KURUL SONUÇ BİLDİRGESİ

(24-26 Mart 2006)

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası 20. Olağan Genel Kurulu 24-26 Mart 2006 tarihinde Ankara’da toplanarak, meslek ve bilim alanında yaşanılan sorunlar ve bu sorunları belirleyen dünya ve ülke düzlemindeki siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmeleri değerlendirmiş, örgütsel işleyişe ilişkin düzenlemeleri tartışmıştır.

Genel Kurul, dünyada ve Türkiye’de önemli olayların yaşandığı bir dönemde toplanmıştır. Gezegenimiz, kapitalizmin küreselleşme adına sürdürdüğü saldırılarla, eşitsizlikler, savaşlar, işgaller, göçler, soykırımlar, açlık, hastalık, yoksulluk ve ekolojik tahribatlarla bir felakete doğru sürüklenmekte, küreselleşme kavramının, “sömürgeleştirme” ve “emperyalizm” kavramlarının günümüze tercüme edilmiş bir biçimi olduğu acı örnekleriyle görülmektedir.

Küresel kapitalist dünyanın lideri ABD, AB ve diğer emperyalist ülkelerle birlikte NATO ve BM’i de kullanarak siyasal ve ekonomik hegemonyasını sağlamak için tüm dünya düzeyinde şiddet ve terörü yaygınlaştırmaktadır. Afganistan’dan sonra üç yıldır Irak’a “özgürlük getirme” bahanesiyle, ABD ve işbirlikçisi emperyalist devletlerce sürdürülen kanlı işgal sonucunda, yüz bine yakın insan katledilmiş, ülkenin doğal, sosyal ve kültürel kaynakları ve entelektüel birikimi yağmalanmış ya da tahrip edilmiştir. Irak’ta yaşayan halklar birbirine düşürülerek kanlı bir boğazlaşma sürecine itilmişlerdir.

Bölge halkları arasında düşmanlığı körükleyen bu süreç, komşularımız İran ve Suriye’de hedef gösterilerek, daha geniş bir hegemonya alanına yayılmak istenmektedir. Bu amaç doğrultusunda, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında, ülkemiz, Irak’ta olduğu gibi İran ve Suriye’ye karşı bir savaşta doğrudan işgalci ya da dolaylı olarak emperyalizm işbirlikçisi olarak kullanılmak istenmektedir.

Küresel kapitalizm, bir yandan dünya nüfusunun önemli bir bölümünü yoksulluğa mahkum ederken,

işçilerin ve emekçilerin tarihsel süreç içerisinde büyük mücadelelerle ve bedeller ödeyerek elde ettiği tüm hakları adım adım ellerinden almaya, kazanımlarını tamamen ortadan kaldırmayı sürdürmektedir.

İnsanlık bir yol ayrımına gelmiş dayanmıştır. Irak ve Filistin halklarının direnişi, Latin Amerika’daki anti emperyalist yükseliş ve toplumcu gelişmeler, dünyanın dört bir yanında ayağa kalkan, sokaklara dökülen milyonlarca insan, sömürü ve adaletsizlik karanlığını kıran kıvılcımlar olmuştur.

Emperyalizm azgelişmiş ülkelere sadece silahlı askerleriyle değil, kurumlarıyla, sermayesiyle, bankalarıyla, şirketleriyle ve işbirlikçi siyasal iktidarlarıyla da yerleşmektedir. Küreselleşmeye eklemlenen Türkiye, kapitalizmin kurumları olan IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün tercih ve direktiflerine harfiyen uymakta, bunun sonucunda milyonlarca insan eğitim, sağlık, barınma ve beslenme, gibi temel haklarından yoksun bırakılmaktadır. Kamu varlıklarımız özelleştirmelerle yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilerek, çalışanlar işten atılmakta, temel kamu hizmetleri ticarileştirilerek, doğal ve toplumsal kaynaklarımız bir avuç azınlığa aktarılmaktadır. Sermayenin soygun, vurgun ve yağmasının mekanı haline getirilen Türkiye, tam bir yeni sömürgeleşme sürecine sokulmuştur.

Mühendislik alanımızı doğrudan ilgilendiren Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ile, özellikle eğitim, sağlık, enerji, iletişim, ulaşım, mühendislik ve mimarlık, çevre hizmetleri, belediye hizmetleri, muhasebe ve müşavirlik hizmetleri, sosyal güvenlik ve sigorta hizmetleri, piyasalaştırılarak yabancı sermayenin istilasına açılmakta; özel olarak taahhüt listesinde yer alan “Uzmanlık Gerektiren Hizmetler” kapsamında değerlendirilen mühendislik-mimarlık hizmetlerinin de emperyalist ülkelerin kontrolüne geçmesi süreci işlemektedir.

Bütçesinin çok büyük bölümü iç ve dış borç faizlerinin ipoteği altında olan Türkiye'de; toplumsal yaşamı düzenleme ve kamu kaynaklarını etkin kullanma olanağı ortadan kaldırılmıştır. Bütçedeki faiz ödemeleri sermayenin en önemli kar alanı haline gelmiş, toplumun büyük çoğunluğunun eğitim ve sağlık başta olmak üzere, kamu hizmetlerinden yararlanması ve yatırım imkanı ortadan kaldırılmıştır.

Gelir dağılımındaki eşitsizlikler ve bölgeler arasındaki dengesizliklerin derinleştiği Türkiye’de milyonlarca insan için gelir dağılımındaki bozukluk ya da yoksulluğu çoktan aşan bir durum ortaya çıkmış, emekçi sınıfları ve onların bir bölümünü oluşturan mühendis ve mimarların büyük çoğunluğunu bu konuma düşürülmüştür. Çalışan kesimde bunlar yaşanırken, yatırım, üretim ve istihdam politikalarının olmadığı ülkede jeoloji mühendisleri açısından da işsizlik en temel sorun haline gelmiştir.

Yaşanan süreçten üniversiteler de payını alarak, artık bilim ve özgür düşünce üretilen yerler olmaktan çıkartılarak ticarethaneye dönüştürülmüş, sermayenin fideliği haline getirilmiştir. Öğrencilerin müşteri görüldüğü eğitim kurumlarında, ülke gereksinimleri gözetilmeden, akla ve planlamaya dayanmayan şişirilmiş kontenjanlarla ve populist siyasal çıkarlarla açılan yeni bölümlere onbinlerce öğrenci işsizliğe mezun edilmektedir.

Bu tarihsel dönemde, devletin yeniden yapılandırılması olarak gündeme getirilen “Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı” Mahalli İdareler (Belediye, Büyükşehir, İl Özel İdaresi), Kamu Personeli, Kamu Maliye Yönetimi ve Kontrolü, İdari Usul Kanunu ile sermayenin iktidar ölçeği yeniden tanımlanmaktadır. Kentsel mekanlardaki eğitim, sağlık, ulaşım, altyapı, konut vb. kamu hizmetlerinin karlılık açısından önemli potansiyele sahip olması nedeniyle, bu hizmetler tamamen piyasaya taşınmakta ve sermayeye yeni birikim alanları açılmaktadır.

Küreselleşmenin ideolojik saldırısının sonucu olarak Türkiye'de toplumsal düşünce, ülke çıkarı, toplumsal gelecek, dayanışma ve ahlaki değerler terk edilmiştir. Bireysellik, özel alan, serbest piyasa, hizmet üretimi, rekabetçilik, yerelcilik, yönetişim, sivil toplumculuk, yolsuzluk, müşteri yükselen değerler haline gelmiştir.

Ekonomik alanda yaşanan sömürü, yoksullaşma ve işsizlik süreci siyasal alanda bir dizi baskı ve anti demokratik uygulamayla tamamlanmaktadır. Siyasal iktidarın kadrolaşma harekatı tüm alanlarda kıyım ve sürgün uygulamalarıyla birlikte pervasızca sürmektedir. Ülkede özellikle kışkırtılan milliyetçilik her türlü demokratik talebin “linç girişimleriyle” karşılandığı şovenist saldırıları yaygınlaştırmaktadır. Ülkemizde yakın zamana kadar süren barış ve kardeşlik ortamı Şemdinli, Yüksekova ve Silopi’de olduğu gibi “derin devlet” marifetiyle baltalanmaya çalışılmaktadır. Çok tehlikeli gelişmeleri doğurabilecek bu provokasyon sürecine karşı barış ve kardeşlikten yana tavır koymak daha bir yakıcı hale gelmiştir.

Küresel kapitalizme eklemlenme sürecine itilen ülkemizde, bilim ve teknoloji politikaları da bu süreçten olumsuz etkilenmiştir. Gelişmiş ülkelerde ulusal gelirden ayrılan pay %4 lerde iken ülkemizde % 0.65 düzeyinde olması, doğal olarak jeoloji araştırmalarına yansımakta ve meslek alanlarımızı etkilemektedir. Jeolojik açıdan son derece ilginç ve karmaşık özellikler taşıyan ülkemiz, bu alana özgü araştırma ve uygulamalar açısından önemli bir potansiyele sahip olma gerçekliğinin aksine,araştırmadan uzaklaşılmış, son yıllarda yoğun olarak yaşadığımız ve gerekli önlemler alınmadığında, birer afete dönüşen deprem, heyelan, çığ ve taşkın gibi doğa olayları, ülkemizde jeolojik araştırmalara ve mühendislik disiplinine yeterince önem verilmediğinin açık bir ifadesi olmuştur. Depremler, siyasi iktidarca “Takdir-i ilahi” olarak gösterilmiş, sorunun bilimsel temellere dayalı ulusal bir afet politikasının saptanmasıyla çözülebileceği gerçeği gizlenmiştir. Yürürlükte olan imar ve afetler yasasının ülkemizin afet gerçeğine yanıt vermekten uzak ve jeolojik hizmetlerden yoksun olması sorunu çözmez hale gelmiştir.

Meslek alanlarımızla ilintili bir başka alan olan Enerji sektörü de küreselleşmenin yıkıcı etkisinden kendini kurtaramamıştır. Enerji sektörümüz, uyum yasaları ve özelleştirme politikaları yoluyla tam bir çıkmaza itilmiş, neredeyse tümüyle dış kaynaklara bağımlı kılınmış, enerji açığı söylemi sürekli gündemde tutularak bu politikalara meşruiyet kazandırılmaya çalışılmıştır. Linyit rezervleriimiz atıl bırakılarak, ithal kömüre dayalı termik santraller devreye alınmıştır. Kamu çıkarları bir yana bırakılarak, enerji üretimi için ihtiyacı aşan boyutta ve yüksek fiyatlarla doğal gaz alım anlaşmaları imzalanmıştır. Termiğe dayalı elektrik üretiminde dışa bağımlılık oranı giderek artmış, hidrolik kaynaklarımızın ancak % 35’lik bölümünden yararlanabildiğimiz açık bir gerçek iken, kaynak çeşitliliği gerekçesiyle nükleer enerjinin yolu açılmaya çalışılmıştır. Her geçen gün dışa bağımlılığın arttığı enerji sektöründe yerli enerji kaynaklarına dayalı ulusal enerji politikamızın oluşturulması ertelenmez bir görev haline gelmiştir.

Doğal kaynaklar açısından önemsenir bir potansiyele sahip olan ülkemizde Ülke sanayinin temel taşlarından olan madenciliğin ulusal ekonomide önemli bir yeri olduğunu söylemek mümkün değildir. Sorunun tek başına “madenciliğin gelişmesi” olarak ortaya konması, bu çerçevede eksikli bir yaklaşım yerine konunun “ülkenin gelişmesinde madenciliğin katkılarının artırılması” şeklinde bütünlüklü bir perspektifle ele alınması gerekmektedir.

Bu anlamda ülke sanayinin gereksindiği maden kaynaklarının geliştirilmesine öncelik verilmesi madencilik stratejisinin temeli olmalıdır. Her şeyden önce maden arama politikaları bu temel üzerinde yükseltilmelidir. Madencilik arama, işletme ve zenginleştirme süreçleri AR-GE yatırımlarıyla desteklenmelidir. Devletin birikimli ve donanımlı kurumlarıyla AR-GE alanında yönlendirici ve destekleyici olması zorunludur. Bu yaklaşım madenlerin hammadde olarak ucuza ihracı yerine, yüksek katma değer ve istihdam yaratan rafine ve uç ürüne dönüştürülmesini, zorunlu kılmaktadır.

Bugün doğaya insana, çevreye ve hukuka duyarsız, ülke sanayinin temel girdisi olmayan siyanürlü altın işletmeciliğine yapılan yatırımın, enerji ve sanayi için en önemli temel girdi olan demir ve linyit aramalarından fazla olması bu yönüyle bile bir sorgulamayı gerektirir hale gelmiştir.

Etibank, TDÇİ, Çinkur, Seydişehir gibi kamu kurumlarının özelleştirmeleri sonucu kamu kuruluşlarının toplam madencilik yatırımları içindeki payı da hızla düşmüş, MTA’nın enstitü yapısı değiştirilmesi sonucu araştırıcı niteliği giderek yok olması sonucu aramacılık önemli bir darbe yemiştir.

Bütün bu gelişme ve değerlendirmelerin ışığında

Jeoloji mühendisleri Odası 20.dönem Genel Kurul delegeleri olarak:

Dünya kapitalizminin insanlığı yok ettiği umutların köreltildiği, yaşam alanlarımızın daraltıldığı Türkiye'de, halktan ve emekten yana bir duruş sergileyerek, bilimi ve tekniği halkla buluşturma ilkesini toplumsal ve mesleki bir görev bilerek çalışmaların sürdürüleceğini,

Mesleki ve toplumsal olanı sentezleyerek ülke, toplum ve meslek çıkarlarını bütünleştiren bir anlayışın dün olduğu gibi yarınlarda da sergileneceğini,

Meslek alanlarımızdan hareketle, daha güzel yaşanası bir dünyanın mümkün olduğunu göstermeye devam edileceğini,

Başta jeotermal, petrol, maden, imar, afet vb. yasaların kamu yararı doğrultusunda bilim ve mühendislik ilkeleri temelinde biçimlendirilerek yasalaşmasını istediğimizi,

Kapitalizmin yıkıcı bir sonucu olan ekolojik ve çevresel tahribata karşı çıkacağımızı,

Yer altı kaynaklarının gerçek sahibi halkımızındır ilkesini ve kamusal alanı savunacağımızı,

özelleştirmelere, savaşa ve ırkçılığa karşı çıkacağımızı,

rant politikaları yerine planlama ve üretimi, parasız demokratik üniversiteyi hayata geçirmeye çalışılacağımızı,

Kadın meslektaşlarımızın yeni dönemde oda çalışmalarına daha aktif katılımını sağlayacak araç ve politikaları geliştireceğimizi, pozitif ayrımcılık ilkesinin tüm çalışma alanlarına yansıtılması için uğraş vereceğimizi ve cins ayrımcılığını güden politikalara karşı çıkacağımızı,

belirtiyor,

Küreselleşme ve özelleştirme yolu ile doğal kaynaklarımızın elden çıkarılmasına,

GATS ile eğitim, sağlık, çevre ve mühendislik hizmetlerinin serbestleştirilmesine,

Kamu yönetiminde atamaların liyakat gözetilmeksizin partizanca yapılarak kamunun denetim ve yönetiminin etkinliğinin yok edilmesine,

Sosyal güvenliği yok eden yasla düzenlemelere

Karşı çıkacağımızı ilan ediyor, ve

  • Bilim ve teknolojinin sınıfsal, cinsel, ulusal baskı ve sömürü aracı olarak kullanılmasına, insanlığa ve doğaya zarar vermesine tarafsız kalmama,

  • Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını, uzmanlık birikimimiz, çevre bilincimiz ve toplumsal duyarlılığımızla savunmayı sürdürme,

  • Ulus ötesi nükleer lobinin eskimiş teknoloji transferi ile birlikte ülkemizi bir nükleer çöplüğe çevirecek projelere karşı durma,

  • Sermayenin egemenliği altında ezilen ulusların kaynaklarının sömürülmesi amacıyla uygulanan şiddet ve savaş politikalarına karşı barış, özgürlük ve insan haklarını savunma,

  • Bölgemizi kan gölüne çevirecek ve halklar arasında oluşacak kin ve nefretin gelecek kuşaklarda da kemikleşmesine yol açacak bu emperyalist planlara ve saldırılara karşı barış ve kardeşlikten yana güçlerle birlikte olma,

  • Sermayenin kar alanlarından biri haline getirilen üniversitelerde, “YÖK” ve “Vakıf” modeline karşı çıkılarak, parasız-demokratik üniversiteyi savunma

uğraşımızın devam edeceğini,

  • Toplumsal muhalefetin tüm kesimleriyle birlikte örgütlenme ve mücadele birlikteliğine yönelik katkıları geliştireceğimizi,

  • Meslektaşlarımızın kamuda ya da özel sektörde düşük ücretlerle çalıştırılarak, mühendis emeğinin değersizleştirilmesine karşı sendikalarla birlikte mücadele edeceğimizi,

  • Çevre, su ve stratejik yeraltı ve yer üstü zenginliklerimizin kamusal sahipliğinin korunmasına gayret göstereceğimizi,

duyuruyoruz.

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Kurultayı delegeleri olarak son sözümüzü, Teoman ÖZTÜRK'ün ağzından haykırıyoruz....

“Yüreğimizdeki insan sevgisini ve yurtseverliği baskı, zulüm ve engelleme yöntemlerinin söküp atamayacağının bilinci içinde, bilimi, tekniği emperyalizmin ve sömürenlerin değil; halkımızın hizmetine sunmak, her çabayı sürdürmek ve güçlendirmek için bu yolda inançlı ve kararlıyız.


Okunma Sayısı: 3134