Genel Merkez Yönetim Kurulu, Kayseri Temsilciliği Yürütme Kurulu ile çok sayıda meslektaşımız ve izleyicinin yanısıra, Kayseri Valisi Mevlüt Binici, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki‘ninde katıldığı sempozyumda; petrol, hidrolik, jeotermal, kömür ile yenilenebilir enerji kaynakları oturumları içinde bildiriler sunulmuştur.
Sempozyum süresince; toplam enerjide % 74; petrolde %93 ve doğal gazda ise %97 oranında dışa bağımlı olan ülkemizin enerji kaynakları potansiyeli ortaya konulmuştur.
Sempozyumda enerji politikalarımızın yerli enerji hammadde kaynakları üzerinden yükselmesi ve ülkemiz öz kaynaklarının kamu yararı doğrultusunda kullanılmasının gerekliliği vurgulanmıştır.
Oda Başkanımız Dündar ÇAĞLAN tarafından yapılan açılış konuşma metni aşağıdadır.
Sayın konuklar, değerli meslektaşlar, Odamızın düzenlediği TÜRKİYE‘NİN ENERJİ POTANSİYELİ VE KAYSERİ‘NİN YERİ SEMPOZYUMU‘na hoş geldiniz. Hepinizi şahsım ve oda yönetim kurulumuz adına saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Jeolojinin bilim ve mühendislik alanından ülke ve toplum sorunlarına yönelik olarak kamu yararı ve ülke çıkarlarını gözetecek bilimsel etkinlikler düzenleyerek mesleki ve genel kamuoyunu bilgilendirmek, ilgililere önerilerimizi aktarmak gibi bir görevi olan TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak bugün burada tüm dünyada sanayileşmenin-kalkınma ve yaşamın temel faktörü olan enerji ve doğal kaynaklarımızın enerji üretimindeki yerini ve önemini konuşacağız, tartışacağız,.
Sayın Konuklar, Değerli Meslektaşlar,
Artan enerji ihtiyacına paralel olarak, dünya enerji ham madde kaynaklarına hakim olma savaşları da artarak sürmektedir. Hegemonya mücadeleleri, özellikle Orta Asya, Kafkaslar ve Ortadoğu ile bu bölgelerin pazara açıldığı koridor ülkelerde sıcak ve soğuk savaşlar şeklinde kendini göstermektedir.
Emperyalist ülkeler, Afganistan‘da ve Irak‘ta olduğu gibi ya kan ve işgallerle ya da dayattıkları yasalarla ülkelerin enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurmakta, Orta Asya ve Hazar bölgesindeki üretim paylaşımları ile dünya enerji kaynakları üzerinde hegemonyasını genişletmekte, 21. yüzyılın enerji haritaları yeniden çizilmektedir.
Ülkemizde de Globalleşme ve küreselleşme olarak adlandırılan emperyalizmin yeniden yapılanma sürecinde, IMF, DB ve AB eliyle dayatılan politikalar 1980 den sonra hayata geçirilmeye başlanmıştır. Yeni sağ politikalar çerçevesinde, eğitimden sağlığa, haberleşmeden enerjiye, sosyal güvenlikten ulaştırmaya kadar kısaca her alanda uluslar arası sermayenin istemleri yerine getirilmiş, kamusal alanın özelleştirmeler ile yerli ve yabancı tekellere devredilmesinin yasal düzenlemeleri yapılmaya başlanmıştır.
Konumuz olan enerji yatırımlarının özelleştirilmesi süreci de 1984 yılında çıkarılan 3096 sayılı yasayla başlatılmış; TEK dışındaki yerli ve yabancı şirketlere elektrik üretim, iletim, dağıtım ve ticaret izni verilerek devlet tekeli kırılmıştır. Bu sürecin ikinci bölümünde, elektrik santrallerin işletme hakları birkaç yıllık karlarına YİD ve Yİ modelleri ile tekellere devredilmiştir.
1993 yılında çıkarılan 4789 sayılı yasayla TEK, Elektrik üretim iletim A.Ş(TEAŞ) ve Elektrik dağıtım A.Ş (TEDAŞ) olarak ikiye bölünerek özelleştirilmelerinin ilk yasal düzenlemesi yapılmıştır.
1999 yılında ise Anayasa‘ya özelleştirme kavramı sokulmuş, Uluslararası Tahkim kabul edilerek imtiyaz sözleşmelerinde Danıştay denetimi kaldırılıp, ulusal hukuk devre dışı bırakılarak, anlaşmazlıklarda sermaye kuruluşlarının oluşturduğu uluslar arası hakemlik getirilmiştir. Sermayenin önündeki hukuki engellerde böylece sırayla kaldırılmıştır.
IMF ve DB‘ nın dayatmaları ve AB ye uyum çerçevesinde; Elektrik, doğal gaz ve petrol sektörlerinin tamamen piyasa koşullarına terk edecek yasal düzenlemelerin yapılmasına devam edilerek, 2001 yılında Elektrik Piyasası Kanunu, aynı yıl Doğal Gaz Piyasası, 2003 de Petrol Piyasası Kanunları ile 2005 de de LPG Piyasası kanunları çıkarılmıştır. Enerji alanındaki son yasal düzenleme olan Nükleer güç santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi kanunu da 2007 yılında kabul edilmiştir.
Çıkarılan bu yasalarla enerji alandaki kamusal hizmetler tamamen özelleştirilerek, piyasanın insafsız koşullarına terk edilirken ülke enerji de dışa bağımlı hale getirilmiştir.
Değerli meslektaşlar,
2007 yılı TÜRKİYE BİRİNCİL ENERJİ TÜKETİMİ verilerine göre
Petrol % 29
Doğal gaz % 32
Kömür % 28
Diğer %11
(Diğer içinde yaklaşık %3,5 ini hidrolik)
Görüldüğü gibi, toplam tüketimde petrol ve doğal gaz %61‘i oluşturmaktadır.
Toplam enerjide % 74; petrolde %93 ve doğal gazda ise %97 oranında dışa bağımlı bir ülke durumundayız.
Elektrik üretimi içerisinde doğal gazın payı hızla artmaktadır. 1990 yılında % 17.7, 2007 yılında % 47,3‘e yükselmiştir. Başta elektrik üretimi olmak üzere birincil enerji tüketiminde tek bir kaynağa bu derece bağımlı olmanın son derece riskli olduğu açıktır. Bu tablo bile enerjide planlamanın, yerli kaynaklara yönelmenin önemini net olarak göstermektedir.
Değerli meslektaşlar,
Ülkemizin ham petrol ve doğal gaz rezervleri açısından zengin olmadığı bilinmektedir. Kalan üretilebilir ham petrol rezervimiz 36,6 milyon ton (%73 TPAO) olup, 2008 yılı üretimi 2.160 milyon tonluk üretim ile yeni keşiflerin olmaması halinde yaklaşık 17 yıllık rezervimiz bulunmaktadır. Yerli üretimin 31 milyon tonluk petrol ürünleri tüketimini karşılama oranı %7 civarındadır. Yine doğal gaz rezervimiz 6,4 milyar metreküp olup (%15 TPAO), 1,014 milyar metreküplük 2008 yılı üretimi dikkate alındığında yeni sahaların bulunmaması halinde 6-7 yıllık rezervimiz kalmış durumdadır. Son yıllarda izlenen doğal gaza bağlı tüketim politikaları ile yerli üretimimiz tüketimin sadece %2,7 sini karşılar durumdadır.
Değerli konuklar, sevgili meslektaşlar,
Bu tabloya rağmen enerji kaynaklarında hiç de olumsuz bir konumda olmadığımızı belirtmek isterim. Ülkenin hidrolik kaynaklarının yüzde 65‘i değerlendirilmeyi beklemektedir. Rüzgar atlasıyla 48 bin megavatlık potansiyel açıklanmış olmasına rağmen yüzde 1‘lik dahi üretimden söz edebilmek mümkün değildir. Türkiye‘nin jeotermal enerji alanında Avrupa‘nın en zengin kaynak potansiyeline sahip ülkesi olduğu bilinirken, bu alana yönelik neredeyse ciddi hiçbir yatırım bulunmamaktadır. Ülkemizin güneş ve biyoenerjideki potansiyel de yerli ve yenilenebilir kaynaklar arasında değerlendirilebilir bir miktarı oluşturmaktadır.
Türkiye‘nin linyite dayalı 18 bin megavatlık kapasite ile 120 milyar kilovat saatlik üretim yapabilmesi mümkünken, 2008 yılının 11 aylık döneminde 38.2 milyar kilovat saat ile linyitin Türkiye‘nin toplam elektrik üretimi içindeki payı yüzde 21‘e gerilemiştir. Yerli kaynağımız tam olarak değerlendirilemezken son yıllarda ithal kömüre dayalı yeni termik santrallerin kurulmasının gündemde olmasını anlamak mümkün değildir.
Değerli meslektaşlar, ülkemizin hidrolik, kömür, petrol ve doğal gaz ile başta jeotermal olmak üzere yenilenebilir enerji kaynakları yeterince değerlendirilmediği ortadayken bugünlerde nükleer santraller yeniden gündeme getirilmiştir.
Nükleer santral kurma, ülkemizin enerji ihtiyacından kaynaklı değil, siyasal bir tercihten kaynaklanmaktadır. Nükleer santraller bir dizi olumsuzluğa sahiptir.
Nükleer enerji hammadde ve teknoloji olarak tamamen dışa bağımlıdır.
Nükleer santral inşaat maliyetleri öngörülenin 6 katı artmış durumdadır. Nükleer santralin pahalı bir seçenek olduğu artık bilimsel ve ekonomik çevreler tarafından da kabul edilmektedir.
Nükleer enerji ile ucuz elektrik üretimi sağlanacağı bir hayaldir. Akkuyu için verilen teklif; kilowat saatine 21 centtir. Kilovat/saatte suda yarım sent, doğal gazda 3.4 sent, rüzgârda 5 sentlik elektrik üretim masrafına karşılık nükleer reaktörün elektrik maliyeti 9 senti buluyor. |
|
Nükleer santral kazaları günümüzde ciddi sorunlar yaratmaktadır. Kashiwazaki Kariwa‘da Temmuz 2007‘de, Mayıs 2008‘de Çin‘de , 7 Temmuz 2008 tarihinde Fransa Triscastin kazaları da göstermiştir ki, nükleer santrallerin güvenli olduğu söylemi inandırıcı olmaktan uzaktır. Nükleer santrallerin tüm çevre için ne derecede ciddi riskler taşımaktadır.
Mersin Akkuyu için açılan İhaleye tek firma katılmış olmasına rağmen sürecin devam ettirilmesi, ne hukuka, ne devlet ihale geleneğine uygun değildir.
Bize teklif veren Rus VVER 1200 teknolojisi ile kurulması planlanan santral nükleer çevrelerde bile kuşkuyla yaklaşılmaktadır.
Bulgaristan‘daki santral için AB Enerji Komisyonu 1 yıldır onay veremezken, bu konudaki yetkinliği ayrıca tartışma konusu olan TAEK 2.5 ay içinde nasıl onay verebilmektedir? Kaldı ki aynı bölgede santral kurmak üzere 1980‘lerde çalışma başlatan Bulgaristan‘da bu santrala ilişkin ihale süreci 2005 yılında başlatılmış ve 3 yıldır süreç devam etmekteyken; AKP Hükümeti‘nin 1 yıldan kısa bir zamanda ihaleyi sonuçlandırma telaşı nasıl açıklanabilir?
30 yıldır TAEK nükleer atıkların çevreden nasıl ve nerede izole edileceğini dahi tespit edememişken, böyle bir maceraya atılmanın gereği varmıdır.
Diğer taraftan Türkiye nükleer santral kurma macerasıyla, kendi nükleer atıklarının yanı sıra başka ülkelerin de atık deposu olma tehdidiyle karşı karşıya bulunuyor.
Bölgemizdeki son gelişmeler Türkiye‘deki nükleer santrallerin sadece enerji amacıyla kullanılmayacağı, nükleer silaha sahip olma gibi tehlikeli bir niyetin de var olduğunu göstermektedir.
Elektrik kayıp-kaçak oranı bu gün %17,8 lere ulamışken, iletim ve dağıtım hatlarında yapılacak iyileştirmeler ve üretim teknolojilerini yenilenmesiyle birkaç nükleer santralin üreteceği elektriği sağlamamız mümkünke ve
yine enerji tasarrufu ile nükleer santrallerden gelecek elektrikten çok daha fazla tasarruf potansiyelimizin mevcut olduğunu da vurgulamak gerekmektedir.
Türkiye‘nin nükleer enerjiye ihtiyacı yoktur. Türkiye‘nin öz kaynakları kamusal bir hizmet anlayışı ile planlama içinde devreye alındığında Türkiye hiç bir zaman enerjisiz kalmayacaktır.
Sonuç olarak, dünyanın bir çok ülkesi; ilk yatırım ve işletim maliyetleri çok yüksek, 35-40 yıllık ekonomik ömürleri boyunca sıkça arıza ve güvenlik sorunları yaşayan, atık sorunlarına çözüm bulunamayan bu pahalı enerji üretiminden vazgeçerken Türkiye‘de nükleer santral kurulmamalıdır.
Değerli meslektaşlar,
Ülkemizde enerji alanında var olan krizin adı "enerji plansızlığı" krizidir.
Ülke kaynakları kamusal bir hizmet anlayışı ile planlandığında, çevreye uygun teknolojilere yapılacak yatırımlarla ülkemizin enerji sorununu ortadan kaldıracak potansiyelimizin olduğunun bilincindeyiz. Yeter ki enerji politikalarımız IMF Dünya Bankası, nükleer enerji lobilerinin dayatmalarına göre belirlenmesin.
Sayın konuklar, değerli meslektaşlar,
Sonuç olarak, Ulusal enerji politikalarımızın yerli enerji hammadde kaynakları üzerinden yükselmesi gerektiğini ve ülkemiz öz kaynaklarının kamu yararı doğrultusunda kullanılmasının gerekliliğini bir kez daha vurguluyor, bu sempozyumun başarılı geçeceği inancımla, katkılarınız ve katılımlarınız için teşekkür ediyor emeği geçenleri kutluyor ve hepinize saygılar sunuyorum. .
Okunma Sayısı: 3139