14.11.2005
MANİSA İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
Dosya No : 2004/422 Esas
Açıklama Sunanlar
Katılma İsteminde
Bulunanlar :
1. TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanlığı
2. TMMOB Metalurji Mühendisleri Odası Başkanlığı,
3. TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Başkanlığı,
4. Sıtkı Bozkurt,
5. Arif Akyıl,
6. Cemile Türkan
7. Mehmet Ali Görmüş
8. Ahmet Türkan
9. Mustafa Sakaryalı
10. Refik Türkan
11. Arif Ali Cangı,
12. Noyan Özkan;
13. Ömer Erlat;
14. Serkan Cengiz,
15. Neşve Koylu,
16. Yelda Kullap,
17. Mutlu Çakır,
18. Gülizar Solaç,
19. Muammer Sakaryalı,
20. Ertuğrul Barka,
21. Oktay Konyar,
22. Öztan Küçük,
23. Gürel Nişli,
24. Halil Erdal Tarı,
25. Gönül Kaya,
26. Oya Otyıldız,
Vekilleri : Av.Arif Ali Cangı(Kendi adına asaleten, diğerlerine vekaleten)
Davacılar : 1- Uğur Sümer,
2- Senih Özay
Vekili : Av. SenihÖzay (Kendi adına asaleten, diğer davacıya vekaleten)
Davalı : Çevre ve Orman Bakanlığı
Davalı Yanında
Katılan : Tüprag Metal Madencilik San ve Tic. Ltd.Şti.
Vekili : Av. Tezcan Çakır;
Dava : “Uşak İli,Eşme-Ulubey İlçeleri, Gümüşkol ve Katrancılar Köyleri mevkiinde Tüprag Metal Madencilik San. ve Tic. Ltd. Şti. tarafından altın madeni üretimi ve zenginleştirme projesi ile ilgili olarak Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan 27.06.2003 tarihinde alınan ÇED olumlu kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması” davası.
D.Konusu : 18.10.2005 tarihli bilirkişi raporu hakkında açıklamalarımızın sunulması, dava konusu işlem hakkında daha fazla zaman geçirilmeden yürütmeyi durdurma kararı verilmesi istemidir.
T.Tarihi : Rapor tarafımıza henüz tebliğ edilmemiş olmasına karşın, davacı yana 07.11.2005 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine haberdar olunmuştur.
I- Bilirkişi raporunun içeriği, açılan davada ileri sürülen iddiaları destekler niteliktedir.
Bilirkişi Raporunun sonuç kısmına kadar yapılan saptamalara göre, dava konusu işlemin sonucunda işletilecek maden işletmesinin çevrenin kirlenmesine yol açacağı, dolayısıyla canlı yaşamı için risk oluşturacağı apaçık görülmektedir.
1.) Soru-1’in Yanıtı (Sayfa-3); “…Kışladağ projesinde yer altı madenciliği yerine açık ocak işletiminin seçiminde; hemen yüzeyde başlayan düşük tenörlü, yüksek tonajlı cevher yanısıra yatırım ve işletme maliyetleri gibi ekonomik değerlendirmenin belirleyici olduğu görülmektedir. Bu seçimle, işletme sonrasında sahada 1 km çapında dip kodu yer altı su tabakasına erişmiş 450 m derinliğinde (rapora göre 250 m. su dolması beklenmektedir) AKD sorunu çözümlenmemiş bir göl oluşacaktır. Raporda yer altı suyuna yapacağı etkinin boyutu konusunda bir öngörüde bulunulmamıştır, ancak ciddi bir risk oluşturacağı açıktır…”
Rapordaki bu saptamalar bile tek başına, dava konusu işlemin iptaline gerektirecek niteliktedir.
Maden alanında 1 kilometre çapında ve 450 metre derinliğinde bir çukur açılacağı, bu çukurda 250 metre derinliğinde bir su kütlesinin oluşacağından bahsedilmektedir. Belirtilen su kütlesi yörede var olan akiferden çukura akacaktır. Bu da çok açık biçimde AKD oluşumu söz konusu bir alanda suyun ağır metallerle kirleneceği, suyun akiferle ilişkisi nedeniyle paralel olarak akiferin ve bu akiferden beslenen yörede yaşayanların su kaynaklarının kirleneceği anlamına gelmektedir.
Doğrudan ve dolaylı etkilenim nedeniyle ortaya çıkabilecek insan sağlığı üzerindeki etkiler ana başlıklar halinde şöyle özetlenebilir:
· Çeşitli kanserler (en az 10 yıl ve daha uzun süreden sonra görülmeleri beklenir) ;Cilt kanserleri, Kan kanserleri, Lenf sistemi kanserleri, Akciğer kanserleri, Üreme sistemi kanserleri, Böbrek ve idrar yolları kanserleri, Mide barsak kanserleri,
· Anemi (kansızlık),
· Kalp yetmezliği,
· Böbrek yetmezliği ve sonuçta üremi,
· Doğumsal anomaliler
· Düşükler,
· Bebeklerde gelişme geriliği,
· Kemiklerdeki iyon dengesi değişimleri nedeniyle sık kemik kırılmaları,
· Sinir sistemi harabiyeti
Canlı yaşamı için riskler oluşturacak işletmeyinin faaliyetine olanak sağlayan dava konusu işlemde kamu yararına uyarlılık bulunmamaktadır. Bu kamu yararına aykırılık hiçbir ekonomik kaygıyla göz ardı edilemez.
Benzer bir dava olan Bergama-Ovacık Altın Madeni işletmesine Çevre Bakanlığı tarafından verilen iznin iptali davasının temyiz incelemesini yapan Danıştay 6. Dairesi’nin 13.05.1997 tarih ve 1996/5477 E. - 1997/2312 K. Kararında da belirtildiği gibi; “… Canlı yaşamının en önemlisi olan insan yaşamının sağlıklı, dengeli, bozulmamış bir çevrede sürdürülmesi esastır. İnsan yaşamının korunması bir öncelik olduğuna göre, insanın doğal yaşam temellerinin korunması ve geliştirilmesi gerekmekte ve çevrenin korunması insan yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olmaktadır. (…) İşletmecinin iyi niyeti, önlemlerin titizce denetlenmesi gibi kavramlara bağlı kalınarak, yapılacak faaliyet sonucunda elde edilecek ekonomik değerin, doğada ve doğrudan veya dolaylı olarak insan yaşamı üzerindeki risk faktörünün gerçekleşmesi halinde kamu yararının öncelikle insan yaşamı lehine değerlendirilmesi doğaldır…”
2.) Soru-2’nin Yanıtı (Sayfa-4); “…132 milyon ton cevherin yığın liçi yöntemiyle işlenmesiyle 17 yıl sonra bölge topografyasında yaklaşık 1.8 milyon metrekarelik bir alanda 60 m yüksekliğinde bir tepe oluşacak, madencilik faaliyetinde çıkan 110 milyon ton ekonomik olmayan kaya maksimum yüksekliği çevre yüksekliğini aşmayacak şekilde vadide depolanacak ve açık ocak işletmesi sonrasında meydana gelecek göl ile birlikte işletme kapandıktan sonra, bölgenin kalıcı peyzajını oluşturacaktır. (…) Yerel jeolojiye yukarı ve aşağı volkanitlerin hakim olduğu belirtilirken liç alanı, çözelti havuzu ve ADR tesisleri gibi ünitelerin yer alacağı zemin koşulları üzerine bilgi yoktur. Herhangi bir kaza ya da yıkım sırasında çözelti boşalması sonrasında planlanan alt yapının yetersiz kalması halinde, geçirimli olduğu bilinen volkanitler için acil eylem planında açıklanan önlemlerin yanı sıra acil durum senaryoları oluşturularak buna ilişkin teknik alt yapının hazırlanmasında yarar vardır…”
Burada, kapalı sistem ve yığın liçi teknikleri karşılaştırılırken, yığın liçinde cevher içeren kayaçlar öğütülmeyecek gibi anlaşılıyor. Bu yüzden tozluluk öğütülen kayaçlar nedeniyle kapalı sistemde geçerli anlamı çıkıyor. Tekniklerin ikisinde de aynı işlem yapılacağından cevher çıkarılması aşaması açısından fark yoktur. Sonraki aşamalarda yığın liçinde 110 milyon ton liç artığı, 1.8 milyon metrekareye yayılan ve 60 metre yükselen dev boyutta bir toprak yığınının oluşturacağı tozluluk çok büyük boyutlarda ve uzun erimli olacaktır.
Oluşacak tozluluk nedeniyle toplumda ve bu işlemleri yapan işçilerde solunum sistemi enfeksiyonlarına yatkınlık, alerjik solunum sistemi hastalıkları, silikozis ve pnömokonyoz gibi akciğer fonksiyonlarını bozan hastalıklar ve akciğer kanserleri görülebilecektir.
Raporda belirtilen bu eksikliklerden işletmenin çevrenin korunması konusunda uygun bir planlama yapılmadığı anlaşılmaktadır.
3.) Soru-3’ün Yanıtı (Sayfa; 6-13);
(Sayfa-6) “…Laboratuar koşullarında alanı temsil edeceği kuşkulu yalnızca iki örnek üzerinde gerçekleştirilen kısa vadeli liç işlemi sonuçlarının kaya döküm sahası gibi kalıcı peyzaj oluşturacak üniteler için geçerli kabul edilmesi ve metal hareketliliğinin beklenmeyeceği sonucuna varılması doğru ve yeterli değildir. Liç sözeltisi içinde çevresel etki açısından dikkate alındığında belirtilen alüminyum, çinko, bakır ve demir yanı sıra çözeltide ölçülebilir konsantrasyonların altında olduğu bildirilen XRF sonuçlarına göre etkili olması beklenen arsenik, kurşun molibden, antimon ve kalayın durağan ya da durağan mineraller içerisinde bulundukları sonucu çıkarılması ve karşılaştırmanın farklı örneklerle yapılmış olması hatalıdır, sonuçlar ve değerlendirme üzerinde kuşku yaratmaktadır. (…) Ancak raporda kullanılacak su miktarı ve arıtım prosesi ile ilgili herhangi bir bilgi ve alt yapı tasarımı yer almamaktadır.Kapanış aşamasında açık ocakta oluşacak suda ağır metallerin çözünmesini minimize etmek için işletme sırasında toparlanacak verilerin değerlendirilerek ve ocağın nihai kullanımına bağlı olarak kapatma stratejisi oluşturulması yaklaşımı, böylesi büyük bir projede çevrenin korunmasına yönelik alınması gerekli önlemler açısından yeterli ve açıklayıcı değildir…”
(Sayfa-7,8)“…Raporda proje su kullanımına ilişkin faaliyet alanları için verilen tüketim miktarlarına göre oluşturulan su dengesi hatalı ve eksiktir. İşletme sırasında özellikle açık ocakta oluşacak suyun proseste kullanılacağı bildirilmesine karşın hesaplamalarda yer almamıştır. (…) işletme sırasında bölge yer altı su kaynaklarında azalma/kuruma beklenmelidir. (…) işletme sonrasında metal siyanür bileşikleri ile zenginleşmiş nihai liç çözeltisinin ne şekilde arıtılacağı konusuna açıklık getirilmediği ortadadır, raporda arıtım yöntemine ilişkin herhangi bir açıklama yoktur. (…) Yığın liçi alanın tabanına sızdırmazlık için serilen jeomembran ve kil hakkında raporda bilgi yoktur. (…) deprem sırasında kullanılan jeomembranın yırtılmasının hangi yer hareket ivmesinde olacağı konusu da açıklanmamıştır. (…) ADR tesislerinde olası dökülme veya sızıntılar için ek bir önlem raporda yer almamaktadır…”
(Sayfa-8,9)“…Proje faaliyetlerinin hava kalitesine olası etkilerini belirlemek için yapılan modelleme çalışmasında meteorolojik verilerin güvenilirliği tartışmalıdır. (…) Rapordan da görüleceği gibi inşaat aşamasında PM yönetmelik sınır değerlerini aşmaktadır. Hesaplamalarda ulaşım yollarının yapımının kirletici kaynak olarak değerlendirmeye alındıkları ancak sahada kullanılacak toprak yolların (gürültü hesaplamalarında değerlendirilmiş) hesaplamalara katılmadıkları görülmektedir. Toprak yolların modellemede kirletici kaynak olarak yer alması ile PM parametresi, yönetmelik değerlerinin daha da üstüne çıkacaktır.(…)İşletme aşamasının hava kalite modellemesinde hidrometalurjik tesiste oluşacak proses gazlarının hesaplamalarda yer almadığı görülmektedir.Ünite ve prosesinaçıklandığı bölümlerde de çıkacak proses gazlarının kontrolüne yönelik bir bilgi yoktur. (…) Dikkatlerden kaçan bir diğer konu da gerek inşaat gerekse işletme aşamasına cevherde bulunan bazı minerallerin değerlendirmeye alınmayışıdır. PM içinde kurşun miktarı hesaplanırken madenin jeolojik yapısı gereği yüksek olması beklenen silis ve arsenopirit araştırılmamıştır. Oysa her ikisi de kanserojen olması nedeniyle halk sağlığı ve çevre açısından son derece önemlidir…”
(Sayfa-10)“…su kalitesi ve hidrolojisi tanımlanmamış açık ocak gölü bu yeni peyzajın çözüm gerektiren sorunu olmaktadır…”
(Sayfa-11)“…olası tarımsal ve orman ürünleri kaybının 3.7 milyon ABD $ olacağı hesaplanmıştır. Hesaplamalara esas alınan bölgede 415 ha x 55 ağaç/ha = 22825 ağacın kesileceği öngörülmektedir. Hayvansal üretim kayıpları ile ilgili olarak raporda bir değerlendirme bulunmamaktadır. Sonuç olarak; hernekadar inşaat ve işletme aşamasında istihdam edilecek personelin % 50-%80 oranında bölgeden sağlanacağı belirtilmiş ise de altın madeni işletmeciliğinin yöre tarımsal/hayvansal ve orman üretimine olası olumsuz etkisinin ve ikame oranının ne olacağı konusunda açık bir analiz yoktur…”
(Sayfa-12) “…Altın zenginleştirmede kullanılacak siyanür çok zehirli bir kimyasaldır. Belirli miktarda çevreye verildiğinde içme sularında zehirlenmelere ve buharlaşma ve oksidasyonu sonucunda çok daha zehirli hidrojen siyanür ve disiyan gazlarının salınımına neden olur. (…)
Laboratuar koşullarında yapılan liç işlem sonuçları deney sonuçları olup üretim yükleri altında sürdürülüp sürdürülemeyeceği kuşkuludur. Bu nedenle yığın liçi işlemlerinde yüklü siyanür çözeltisinde ve yıkama sularına metal siyanür kompleksleri, tiyosiyanatlar, arsenatlar… gibi ağır metal bileşiklerinin de bulunabileceği dikkate alınmalıdır. Raporda altın kazanımı için kullanılacak liç çözeltisi derişiminin 250 ppm olarak projelendirildiği ancak daha sonra 178 ppm olarak revize edildiği bildirilmektedir. Yüklü ve yüksüz çözeltideki siyanür derişimleri hakkında bilgi yoktur, bir siyanür dengesi hesaplaması yapılmamıştır…”
Bilirkişi raporunda da belirtildiği gibi AKD sonucu ve liç uygulaması sonucunda ortaya çıkacak özellikle arsenik ve diğer ağır metallerin insan sağlığı açısından çok ciddi olumsuz etkilerinin bulunduğu bilinmektedir. Bu bağlamda alınan önlemlerin ise yetersiz ve belirsiz olduğuna belirtilmektedir. Bu nedenle işletmenin çalışması halinde ortaya çıkacak sağlık sonuçlarının önemi göz ardı edilemez
Yığın liçi işleminin yapılacağı 1.8 milyon metrekarelik alanın tabanına sıkıştırılmış kil ve sentetik astar (jeomembran) kaplanacağı belirtilmektedir. Birleşim yerlerinden dikilecek bu plastik örtünün ömrünün yaklaşık 20 yıl olduğu bilinmektedir. Ayrıca yörenin depremselliğinin ve bu örtü üzerindeki 60 metre yüksekliğinde toprak kitlesini de etkisiyle bir süre sonra geçirimsizliğin ( mutlak değil, normal koşullarda bile bir miktar geçirimden bahsedilmektedir) ortadan kalkması ve kitlede siyanür etkisiyle ayrışan ağır metallerin ve siyanürün toprağı ve yer altı su kaynaklarını kirletmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu koşullarda yukarda belirtilen sağlık sorunlarının yolu bir başka biçimde açılmış olacaktır. Belirtilmesi gereken bir başka not da toprak, su ve hava aracılığıyla gerçekleşen maruziyete kirlenen toprak ve su nedeniyle ağır metalleri bünyesine alan tarımsal ürünlerle gerçekleşen ağır metallere maruziyet eklenecek olmasıdır.
Yine bilirkişi raporunun bu bölümünde yoğun tüketim nedeniyle su kaynaklarında kurumadan bahsedilmektedir. Bu noktada insan yaşamı açısından havadan sonra gelen ikinci önemli tüketim maddemiz olan susuzluğun bölge insanını beklediğini göstermektedir. Bu koşullarda bölgede yaşamın sürdürülmesi olanaksızlaşmakta, yani en temel insan hakkı olan sağlıklı yaşama hakkı yöre insanının elinden alınmaktadır. Bir çok hastalığın suyla bulaştığı ancak su yetersizliği nedeniyle de bireysel hijyenin bozulacağı ve temasla bulaşan hastalıklar başta olmak üzere birçok sağlık sorununun sürece ekleneceği anlaşılmaktadır.
Yine belirtilmesi gereken bir özellik de ekolojinin temel ilkelerinden biri olan “doğanın bütünlüğü ilkesi” yörede sıyırma işlemleriyle yok edilen yeşil örtü, gelecekte ortaya çıkması beklenen susuzluk nedeniyle yitirilecek yeşil alanlar ve buralarda yaşayan diğer canlıların yok olmasıyla bozulacak, insan yaşamı bir başka boyutta yine riske atılmış olacaktır. Çünkü insan yaşadığı doğanın bir parçasıdır.
Tesiste kullanılacak çok büyük miktardaki siyanürün oldukça uzun bir karayolu güzergahını kat ederek işletmeye getirilmesi gerekmektedir. Bu da her tür önlemin alınmasına karşın trafik kazası olasılığı nedeniyle çok büyük toksikolojik felaketin/felaketler dizisine davetiye çıkarmak anlamına gelmektedir. Altın madenciliği literatüründe bu türden kazalar bolca bulunmaktadır.
4.) Soru-4’ün Yanıtı (Sayfa; 14); “…En iyi mühendislik uygulamalarının planlandığı yaklaşımı kabul görse bile gerek yığın liçi gerekse pasa döküm alanı ve açık ocak sahası için AKD oluşumu ve bağlı olarak yüzey ve yer altı sularına ağır metal salınım riski farklı derecelerde olmak üzere vardır. Özellikle HCN’nin doğal bozunması sonrasında, gözlenecek nitrat kirlenmesinin ve pasa ve liç işlemine uğramış kayaçta anerobik mikroorganizmaların neden olduğu ast oluşumunun Ph yı düşürmesinin, duraylı halde olan ağır metallerin çözünerek yüzey ve yer altı sularına karıştığı, bunlardan kanserojen olarak bilinen arseniğin altın işletmeleri çevresindeki yer altı suyu ve havada asılı parçacıklarda zenginleştiği uluslar arası platformlarda tartışılarak kabul görmüştür. Yanı sıra altın madeninde çalışanların akciğer kanserinden ölme riskinin, aynı bölgede madenlerde çalışmayanlara göre çok yüksek olduğunu gösteren araştırmalarda nedenin silis ve arsenik olduğu belirtilmektedir. (…) Sonuçlara göre halk sağlığı açısından risk oluşturan elementlerden birisi de kurşundur. Çevreye yayılan kurşunun havada uzun süre asılı kaldığı, toprakta partiküllere yapışarak asidik ortam olmadıkça yer altı ve içme sularına karışmadığı bilinmektedir. Vücuda havadan solunarak,içme suları, besinler ve sigara dumanından alınmaktadır. Vücutta tüm organ ve dokuları etkilemekte, özellikle çocuklarda merkezi sinir sisteminde, böbrek ve bağışıklık sisteminde hasarlara neden olmaktadır. Yetişkinlerde bellekte zayıflamaya, kansızlık ve kan hastalıklarına, erken doğum ve üreme sisteminde bozukluklara yol açtığı bilinmektedir. (…) Raporda dikkat çekilmeyen bir diğer element ise civadır. Hava, toprak ve suda bulunabilen civa, solunum ve sindirim yoluyla vücuda alınabilir. Sinir sisteminin civanın tüm formlarına karşı duyarlı olduğu, yüksek miktarda maruziyetin beyinde, böbreklerde ve fetus gelişiminde kalıcı zararlara neden olduğu bildirilmektedir. Hayvan deneylerinde kansere yol açtığı gösterilmiş ve insanlar için olası kanserojen sınıflamasına alınmıştır. (…) Kışladağ projesinde liç işleminde kullanılacak sodyum siyanür çözeltisinden salgılanacak HCN’nin havada yarılanma ömrünün 1-3 yıl arasında değiştiği bilinmektedir. Yükse derişimlerde siyanür toprak mikroorganizmaları için toksiktir. Solunum yoluyla yüksek dozda alınan siyanür insan için son derece zararlıdır ve beyin ve kalbi etkileyerek koma ve ölüme neden olmaktadır…”
Bilirkişi açıklamasında işletmenin insan ve çevre açısından ne denli riskli olacağı net biçimde dile getirilmektedir. Bu açıklamalara ek olarak ağır metallere ait kirlenmenin azaltılması söz konusu olsa bile insan vücudundaki birikim süreci göz ardı edilmektedir. Uzun erimli maruziyette, ki bu maruziyetin en az yarım asır olması beklenmektedir, vücutta birikime bağlı olarak sağlık etkileri yine de görülecektir.
5.) Soru-5’in Yanıtı (Sayfa; 16); “…Kışladağ altın işletmesi ÇED Raporunda en büyük eksiklik, işletme sonrasında oluşacak açık ocak gölünün yaratacağı çevresel riskleri en aza indirmeye yönelik projelendirilmiş nihai bir kapanış programının olmayışıdır.İlgili bölümlerde belirtildiği gibi tasarlanan tek uygun kapatma planı olarak ocak duvarlarının stabilizasyonunun sağlanması ve güvenlik amacıyla arazinin çevrelenerek ocağın işletilmiş durumda bırakılması düşüncesi kabul edilir değildir.(…)Kışladağ altın madeninin liç hücrelerinden siyanürleme ve yıkama işlemleri sonrasında, oluşacak asit nedeniyle diğer metal bileşikleri ve siyanür komplekslerinin daha kolay çözünebileceğini göz ardı etmemek gerekir…”
Bilirkişilerin bu saptamalarından da madencilik faaliyeti sonunda, çevre ve insan sağlığı için risk oluşturan zararlı maddelerin kontrol edilmeyeceği, yörenin doğal yapısının eski haline getirilmeyeceği anlaşılmaktadır. Doğal dengesinin bozulması, yaşamın sürdürülemez olduğu bir yerde ekonomik getirinin tartışması dahi yapılamaz. Bu nedenle de dava konusu işlem hakkında yürütmeyi durdurma ve iptal kararı verilmelidir.
6.) Soru 6’nın Yanıtı (Sayfa-18); “…Yüz milyonlarca dolar değerindeki bir ekonomik faaliyetin bölge ve ülke ekonomisine katkısı yadsınamaz. Ancak bu işletmede ilgili bölümlerde açıklandığı gibi olası çevresel risklerin varlığı göz ardı edilmemelidir….”
Bu soruda, madenin işletilmesinin kamu yararı açısından değerlendirilmesi istenmiştir. Davamızda asıl karar verilecek konu budur. İşletmenin kamu yararına olup olmadığında da Sayın Mahkeme karar verecektir. Kuşkusuzdur ki, dosyaya sunulan Bergama Ovacık Altın Madeni ile ilgili Danıştay 6.Dairesi’nin 13.05.1997 tarih ve 1996/5477 E. - 1997/2312 K. Sayılı kararındaki gibi bu davada da “Canlı yaşamının en önemlisi olan insan yaşamının sağlıklı, dengeli, bozulmamış bir çevrede sürdürülmesi” esas olarak kabul edilecektir. Yaşam alanlarını kaybeden insanların uğrayacağı zararları, kansere yakalanan ve ölen insanların değerini bu bedellerin karşılaması olası mıdır? Yaşamın sürdürülemediği bir ortamda elde edilecek ekonomik değerin hiçbir önemi ve anlamı olamaz, öncelikle yaşamın sürdürülebilir olması gerekmektedir. Kamu yararı da bunu gerektirir.
7.) Soru 7’nin Yanıtı (Sayfa-18); “…madenin kapanmasından sonra gerek siyanür kirlenmesi gerekse AKD oluşumu açısından önemli sorunların ortaya çıkması olası gözükmektedir….”
Burada belirtilen “siyanür kirlenmesi, AKD oluşumu açısından önemli sorunların ortaya çıkması olasılığı” tek başına dava konusu işlemin kamu yararına aykırı olduğunu göstermektedir.
Yukarıdaki Bilirkişi Raporundan yapılan alıntılardan, dava konusu işlemin ve dolayısıyla bu işlem üzerine işletilecek Kışladağ Altın Madeni işletmesinin, işletme sırasında ve sonrasında önemli çevre kirlenmesine yol açacağı, yörenin doğal yapısını geri dönüşümü olmayacak şekilde bozacağı, İNSAN VE DİĞER CANLILARIN YAŞAMI İÇİN RİSK OLUŞTURACAĞI” kanıtlanmış durumdadır. Bu davanın yargılaması sırasında yörede işletme hazırlığı faaliyetleri hızla sürdürülmektedir. Elde olan bilgilere göre henüz Gayrisıhhi Müessese Açılma Ruhsatı düzenlenmemiş olmasına karşın, her an açılma ruhsatı verilerek, işletmeye başlanması söz konusudur. Geçen her gün, yörenin bozulan doğasının, kirlenen çevresinin eski haline getirilmesini zorlaştırmaktadır. Bir süre sonra olanaksız hale getirecektir. TELAFİSİ OLANAKSIZ ZARARLARIN DOĞMASINA MEYDAN VERMEMEK İÇİN, HEMEN DAVA KONUSU İŞLEMİN YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASINA KARAR VERİLMESİNİ DİLİYORUZ...
II- Raporun sonuç kısmındaki öneri Mahkemeyi bağlamaz;
l.) Raporun sonuç kısmındaki değerlendirmeler ile bilirkişiler yetkilerini aşmışlardır;
Bilindiği gibi; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 31‘inci maddesi ile yollamada bulunulan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 275‘inci maddesinde mahkemenin, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar vereceği, hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişinin dinlenmeyeceği kuralı yer almıştır.
Yasanın bu düzenlemesine göre, Bilirkişi davanın çözümünün gerektirdiği özel ve teknik bilgiyi yargıca sağlayan kişidir. Bilirkişi bu işlevinin dışına çıkarak davadaki uyuşmazlığı çözecek hukuksal değerlendirme yapamaz.
İncelediğimiz bilirkişi raporunun sonuç kısmındaki; “…Kışladağ ÇED Raporunun, raporun hazırlandığı tarihte yürürlükte olan ÇED Yönetmeliği hükümlerine uygun olarak hazırlandığı söylenebilir…” ve “…Kışladağ ÇED Raporunun yoğun ve kapsamlı bir çalışma sonunda hazırlandığı görülmektedir…” değerlendirmeleri bilirkişilik kurumunun yetkisini aşan nitelikte değerlendirmelerdir.
Ayrıca sonuç kısmındaki “…olası çevresel etkilerin önlenmesi açısından bilirkişi raporumuzun ilgili başlıklarında belirtilen eksikliklerin giderilmesi ve gerekli önlemlerin alınması…” mahkemenin takdirine bırakılmıştır. Bilirkişilerin bu değerlendirmeleri görülmekte olan davanın niteliğine uygun düşmemektedir. Yapılan bilirkişi incelemesi “Çevresel Etki Değerlendirme İnceleme Kurulu”nun incelemesi gibi idari bir kurulun denetimi için değil, işlemin hukuksal denetimi için yapılan yargılama için yapılmaktadır. Görülmekte olan davada, sunulan ÇED raporuna göre verilen “ÇED olumlu kararı”nın hukuka uygunluk denetimi yapılmaktadır. Dava sonunda Mahkemece, ya davanın reddine ya da davanın kabulü ile “ÇED olumlu kararının iptaline” karar verilebilecektir. Bunun dışında “bilirkişi raporunda belirtilen eksikliklerin giderilmesine” biçiminde bir karar verilmez. Çünkü; İdare mahkemesi, yerindelik denetimi yapamaz, bu nedenledir ki 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 2/2. maddesinde; “…İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar…” kuralı konmuştur. Bilirkişi raporunda belirtilen eksiklikler, dava konusu işlemin hukuka aykırılığının delilleridir, eksiklik varsa işlem hukuka aykırıdır, bu eksikliğin giderilmesi diye bir şey olamaz, işlemin iptaline karar verilmesi gerekir...
Bunun yanı sıra; Bilirkişiler Sayın Doç Dr. Hüseyin Öztürk ile Sayın Yard. Doç. Dr. İlgin Kurşun tarafından, alışık olunmayan bir biçimde (el yazıları ile düşülen notla), raporun sonuç kısmı ile EK-1, EK-2 başlıklı belgeler eklenmiş ve “ÇED Raporuna ait belirlenen eksikliklerin, halihazırda süre giden çalışmayı durdurmaksızın yapılabilir…” kanaati belirtilmiştir. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı, davaya konu işlemin dayanağı olan ÇED raporunun eksiklikleri tamamlansın, rapor revize edilsin, bu arada yapılan faaliyet durdurulmasın yani “YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARI VERİLMESİN” demektir. Yukarıda belirtildiği gibi, raporun revize edilmesi gibi bir konu yargılamada karar verilecek bir husus değildir. Daha da önemlisi bilirkişiler, “faaliyetin durdurulmaması” görüşleri ile (hiç gereği yokken) kendi yetkilerini aşmışlardır. Çünkü; FAALİYETİN DURDURULMASI YA DA DURDURULMAMASI SONUCUNU DOĞURACAK YÜRÜTMEYİ DURDURMA KONUSUNDA KARAR VERMEYE MAHKEME YETKİLİDİR. Bu nedenle bilirkişilerin bu görüşlerinin hiçbir değeri ve önemi yoktur. Yasaya aykırı bu değerlendirme yok hükmindedir. Yargılamada yasaya aykırı bir biçimde mahkemenin kararını etkilemesi olasılığı ve dolayısıyla adil yargılama hakkını ihlal etmesi tehlikesi karşısında bu görüşlerin yer aldığı EK-1 ve EK-2 sayfalarının dava dosyasından çıkartılması gerekmektedir.
2.) Raporun sonuç kısmı, içeriğindeki saptamalarla çelişmektedir;
· 1. sorunun yanıtı; sayfa 3: 6. paragraf: “…AKD sorunu çözülmemiş bir gölün oluşacağı….bildiriminin yeterli olmadığı…” saptamasından sonra, bu sorunun tesis çalışırken çözülebileceği nasıl söylenebilir?.
· 1. sorunun yanıtı; sayfa 3: 7. paragraf sonu: “konuya ilişkin çalışmaların araştırılması yapılmamıştır. Kapsam eksik ve seçilen üretim yöntemi sadece şirket karlılığı esasına göre seçilmiş olup çevresel kaygılar dikkate alınmamıştır”.
· 2. sorunun yanıtı; sayfa 4: 6. paragraf: …acil durumlar için teknik alt yapı hazırlanmamıştır.
· 3. sorunun yanıtı; sayfa 6: 3. YANIT paragrafı: “ÇED raporu ekinde verilen……………………arsenik içeren cevher…arsenik, kurşun, molibden, antimon ve kalayın “durağan yada durağan mineraller içerisinde bulunduğu sonucu yanlıştır, sonuçlar kuşku uyandırmaktadır, arsenopritin olmadığının söylenmesi yanlıştır” diyen bilirkişiler bu eksikliğin de işletme faaliyete geçince düzeltilebileceğini nasıl söyleyebilirler? Ayrıca aynı paragrafın devamında bu maden için en temel olan hususlar; pH ayarlaması, deprem etkileri, kullanılacak su miktarının belirtilmemesi, ….böylesi büyük bir projede çevrenin korunmasına yönelik alınması gerekli önlemler açısından yeterli ve açıklayıcı görülmeyen ÇED raporu, daha sonraki satırlarda nasıl yeterli bulunulabilir?
· 3. sorunun yanıtı; sayfa 7: YANIT paragrafı: “…..su dengesi hatalı ve eksiktir….işletme sırasında özellikle açık ocakta oluşan suyun proseste kullanılacağı hesaplarda yer almamıştır……model hesaplarında yanlışlık vardır……biyolojik arıtma tesisinde kapasite küçük tutlmuştur…..metal siyanürlerle kirlenen suyun nasıl arıtılacağı belirtilmemiştir,,,(8.sayfa devamla) …arıtım yöntemine ilişkin açıklama yoktur….YYPE bazik ortamlar için yetersizdir….jeomembranın yetersizliği açıkça ifade edilmektedir…ADR tesisinde olası dökülme veya sızıntılar için ek bir önlem raporda yer almamaktadır. Bu belirlemelerden sonra, bu sorun tesis çalışırken nasıl çözülebilir?
· 3. sorunun yanıtı; sayfa 9 + 10: Flora /fauna ve Peyzaj üzerine etkiler YANIT paragrafı; …Ancak gerek rüzgar erozyonu……PM……AKD oluşmayacağı…paragrafındaki bilgiler önceki paragraflardaki itirazlarla gelecek için kötü hal durumu oluşacağını göstermesine rağmen, bu sorunların tesis çalışırken çözülebileceği nasıl söylenebilir?
· 3. sorunun yanıtı; sayfa 10 +11 Sosyo ekonomik etkiler: “…..gelecekte oluşacak olası olumsuz etkilerin ikame oranının ne olacağı konusunda açık bir analiz yoktur” dedikten sonra, bu sorunların tesis çalışırken nasıl çözülebileceği nasıl söylenebilir?
· 3. sorunun yanıtı; sayfa 11 +12 Kimyasal Kullanımı ve Çözelti Yönetimi; 12 sayfa yanıt paragrafının tümü ÇED raporunun baştan sona yanlış temeller üzerine oturduğunu göstermektedir, raporda eksik, yanlış ve hatalı ölçüm ve modelleme ile eksik bilgiye ulaşıldığı, ve temel bileşenler hakkında bilgi verilmediği bahsedildikten sonra sonuç bölümünde bu rapor nasıl yeterlidir denilebilir. Bu sorunlar, tesis çalışırken nasıl çözülebilir?
· 4. sorunun yanıtı; sayfa 14 +15: Ağır metallerin durağan olamayacağı, ilaveten civa derişiminin normalin 20 katı olduğu, vs..vs…”Tehlike yaratan bir etken, toplumla karşılaşma olasılığı olduğu sürece risk oluşacağı için SIFIR RİSK DİYE BİR AÇIKLAMA’nın yapılamayacağı…risklerin hesaplanmasının zor olduğunu….gelecek için bu madenin kuşkulu sonuçlar yaratacağı…” belirtildikten sonra, bu sorunların tesis çalışırken çözülebileceğini söylemek çok büyük bir çelişkidir.
· 5. sorunun yanıtı; sayfa 16 +17: SORUDA SORULAN…..GEREKLİ HER TÜRLÜ TEDBİRİN YETERİNCE ALINIP ALINMADIĞININ.. CEVABINDA tam olarak yetersiz gördükleri çalışmanın detaylarını net bir şekilde açıklamalarına rağmen, bilirkişiler bu sorunların tesis çalışırken çözülebileceğini nasıl söyleyebilirler?
SONUÇ OLARAK ÇED RAPORUNUN YETERSİZLİĞİ, ALTIN MADENİNİN GELECEKTE OLUŞTURACAĞI OLUMSUZ ETKİLERİNDEN KAÇINILAMAYACAĞI, RAPORDA HESAPLAMALARIN, KABULLERİN VE BUNLARA DAYALI MATEMATİK MODELLERİNDE YANLIŞ OLDUĞU AÇIKÇA İFADE EDİLDİKTEN SONRA, 20 SAYFALIK HAKLI ELEŞTİRİLERİN SONUNDAKİ ÜÇ BUÇUK SATIRDA “BU SORUNLARIN TESİS ÇALIŞIRKEN ÇÖZÜLEBİLECEĞİ”NİN YAZILMASI ÇOK BÜYÜK BİR ÇELİŞKİ TAŞIMAKTADIR. Bu nedenle; Raporun içeriğiyle çelişen sonuç kısmındaki değerlendirmelerin dikkate alınmaması gerekmektedir.
III-Rapordaki Eksiklikler :
Bu bölümdeki tesbit ve değerlendirmeler; katılma isteminde bulunan TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası tarafından alınan uzman görüşleridir EK-1,2,3)
1. Sayfa: 1, KONU:.... paragraf (3)
“ Maden sahasında yapılan incelemede üretim alanının yüksek bir tepenin yamacında yer aldığı ve etrafında yerleşim yerlerinin bulunduğu görülmüştür. Açık işletme alanı düze yakın bir topografyaya sahiptir. İçinden herhangi bir yüzey akışına sahip bir dere geçmemektedir.” saptaması tam doğruyu yansıtmayan eksik yapılmış bir tanımlamadır.
Açık ocak alanı, Kışladağ-ÇED projesi, 5-12 sayfa, şekil:5.1a’daki haritada görüldüğü gibi, Kışladağı yükseltisi, Gökgöz Tepe- Arap Tepe arasından doğan, kuzeybatıya akışlı Katrancılar Köyü batısından geçen derenin kolu tarafından (Değirmendere) akaçlanarak, kuzeybatı da Gediz Nehri’ne bağlanmaktadır. Yığın Liçi alanı, kuzeye akışlı bir selinti tarafından akaçlanarak, Gediz Nehri ‘nin kolu olan Gopamak Dere’ye bağlanmaktadır. Pasa Döküm alanı ise, Büyük Menderes Nehrinin kollarına bağlanan güneye akışlı , Balcıklı Dere kolları tarafından akaçlanmaktadır. Yağışlı mevsimlerde sulu olan bu dereler felaket anında (meteorolojik olaylar, depremler ve başkaları) açık ocak-yığın liçi deponi alanının Gediz Nehri-Demirköprü barajına (Salihli-Köprübaşı) kadar olan yerleşimleri, Pasa döküm alanınında (AKD-Ağır metal), Ulubey-Adıgüzel barajı ve Büyük Menderes nehri kollarındaki yerleşim yerlerini de içine alan bölgeleri tehdit ettiği ortadadır.
(Yakın tarihlerde Romanya’da Tuna Nehri kolları tarafında akaçlanan altın madeni-liç deponi alanı barajının yıkılması ile oluşan çevre felaketine tanık olmuştur kamuoyu... Bir başka örnek de ABD Kolorado-Denver Summitville altın yatağı, işletme ve liç atık barajından kaynaklanan, AKD ve ağır metal (Bakır) kirliliğinin, 1992’de oluşturduğu çevre felaketidir... Örnekler çoğaltılabilir...)
2. Sayfa:1, KONU: .... paragraf (4)
“Madencilik alanındaki ÇED raporlarının diğer ÇED’lerden en önemli farkı; işleme girecek olan ve dolayısıyla etkisi tartışılacak olan malzemenin henüz ortada olmayışından kaynaklanmaktadır. Pek çok faaliyette sisteme girenler ve çıkanlar açıkça belli olduğundan bunların etkileri de önceden hesaplanabilir. Buna karşın yer derinliklerinden çıkarılacak maddenin hangi özelliklerde olduğunu bilmek, onun etkisini hesaplamada ön koşul oluşturur. Bu bağlamda sisteme girecek veya doğaya boşaltılacak malzemenin tüm özelliklerinin çok iyi ortaya konulması gerekir ve bu veriler ÇED sürecinde dikkatle irdelenir.Bir diğer farklılık ise madencilikte çevreye verilen malzemenin (pasa, vs..) uzun süre ortamda kalmasıyla ilişkilidir. Dolayısıyla diğer tesislerde olmayan bir durum olarak pasa veya siyanürlü atıkların etkileri veya çevre riski, madenlerin kapanmasından sonra daha ciddi bir şekilde ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle faaliyete konu malzemenin doğal çevreye etkilerini, malzemenin uzun bir süre kalacağını göz önüne alarak değerlendirmek gerekecektir.” Genel saptaması doğrultusunda maden jeolojisi anlamında yeterli bazın olması önem kazanmaktadır.
Uzman bilirkişi heyetinin keşif günü gerek yüzeyden, gerekse sondaj karotlarından yaptığı gözlem ve sınırlı örnek alımlarının labaratuar incelemeleri, daha önce tanımlaması yapılmış maden zonlarının test edilmesi amacıyladır. Eğer fizibilite, ÇED ve ek çevre projelerinde böyle bir baz yoksa yapılan bu gözlemler ve alınan örnekler bulundukları noktanın dışında; bir alan, zon ve bölge gibi anlamlar yüklenerek oradan çıkarılacak malzemeyi temsil edemezler.
Cevher çıkarma, zenginleştirme ve metal kazanım prosesleri ile bunların çevreye etkileri uygulanacak yöntemlerin belirlenmesinde, sahanın jeolojik yapısı, cevherleşmesinin tipi ,cevherleşmenin geometrisi ,cevherleşmenin fiziko-kimyasal modellemesini ortaya koyacak ; cevher mineralize zonlarının ve yan kayaç alterasyon zonlarının mineralojisinin ve kimyasının belirlenmiş olması gereklidir. Yukarıda özet olarak belirtilen araştırmaların (nicel-nitel) yapılarak çevresel etki değerlendirilmesine baz oluşturması gerekir. ÇED ve ek projelerde yapılan incelemelerde böyle bir bazın oluşturulmadığı saptanmıştır.
Yukarıda genel olarak özetlenmeye çalışılan ,böyle kompleks bir yapı ,nicelik(hacimsel) ve nitelik (fiziko-kimyasal) olarak ortaya konup çevresel baz oluşturmadan tüm faaliyetlerin ve sonrasının çevre etki değerlendirme çalışmaları yapılabilir mi? Alınan örneklerin hangi zonu temsil ettiği veya ne kadar temsil ettiği bilinmeden çevreye etkilerinin belirlenmesinde yapılacak uygun statik ve kinetik testleri belirlemek ve alınacak sonuçları yorumlayıp etkileri minimize edecek projeler ortaya koymak mümkün müdür?
3. Sayfa:3, (Soru 1): Yanıt; paragraf (3);
“Kışladağ projesinde yer altı madenciliği yerine açık ocak işletiminin seçiminde hemen yüzeyden başlayan düşük tenörlü , yüksek tonajlı cevher yanısıra yatırım ve işletme maliyetleri gibi ekonomik değerlendirmenin belirleyici olduğu görülmektedir. Bu seçimle işletme sonrasında sahada 1 km çapında, dip kodu yer altı su tablasına erişmiş 450 m derinliğinde (rapora göre; 250 m su dolması beklenmektedir.) AKD sorunu çözümlenmemiş bir göl oluşacaktır. Raporda yer altı suyuna yapacağı etkinin boyutu konusunda bir öngörüde bulunulmamıştır. Ancak ciddi bir risk oluşturacağı açıktır. İşletme sırasında yapılacak ölçüm ve hesaplamalarla, ve alanın son kullanım hedeflerine bağlı çözüm üretileceği şeklinde bildirim yeterli değildir.
Altın kazanımı için seçilen yığın liçi yöntemi, halen dünyada kullanılmakta olan ancak gerek işletme ve gerekse kapanma sonrası çevre üzerinde olumsuz etkilerinin görülebildiği bir yöntemdir.” Açık ocak ve gölünün, 400 metrelik şevlerinin (1 km çapında) içerdiği sülfitli zonlar nedeniyle AKD oluşturma potansiyelinin ve ağır metal çözülmesinin (Fe, Cu, Zn, As, Pb, Mo, Sb, Sn,Ba, Al) yer altı suyu ve çevre için ne kadar büyük tehlike olduğu saptanmıştır. Atmosfer etkisine açık olan şevdeki sülfitli zonların , zamanla oksitlenerek yüzeyde kabuk oluşacağı ve bunun atmosfer etkisini azaltacağı ile jeokimyasal reaksiyonların zayıflayacağı varsayımı spekülatiftir (!), yalandır (!). Kurak ve yağışlı mevsimlerin ardalı olduğu yörelerde, kurak mevsimlerde oluşan oksidasyon tabakasının , ardılı yağışlı mevsimde ortamda uzaklaştırılarak taze sülfitli yüzeylerin ortaya çıktığı ve sülfitli minerallerin tamamen bozulup ortamdan uzaklaştırılana kadar jeokimyasal reaksiyonlar devam ettiği, dünyadaki örnekleriyle saptanmıştır. Dolayısıyla maden işletmesi terk edildikten sonra, onlarca yıl gerek yakın çevredeki yer altı suyu, hem de bu yükseltiyi akaçlayan dereler kanalı ile, Gediz ve Büyük Menderes havzaları ağır metal kirliliği altında olacaktır.
Yer altı madenciliği yerine açık ocak işletiminin seçiminde, büyük hacimli işletme olması gerekliliğinden dolayı esas neden ekonomiktir. Yoksa açık ocak işletmeciliği, cevherleşmenin geometrisine bağlı olarak (kalınlık X uzunluk X derine dalım boyutu) en az bir kısım tüvonan cevher için , bir kısım faydalı mineral içermeyen yan kaya (pasa) üretiminden, on-onbeş kısım pasa üretimine kadar doğaya fiziksel tahribat verdiği gibi, bunların yüzeyde çevreye zarar vermeden (toz emisyonundan, AKD ‘ye kadar) depolanması aynı zamanda ek arazi kaybına nedendir. Bundan dolayı açık ocak işletmeciliği direkt çevreye zarar verici bir faaliyettir. Kışladağ işletmesinde de 110 milyon ton sülfitli pasanın, çevre için hem fiziksel, hem de (AKD) kimyasal zarar veren faaliyet olacağı belirlenmiştir. Açık ocak çukurunu hayalimizde canlandırmak için: İzmir-Konak meydanını çukurun tabanı, Kadifekale’yi de dört misli daha yüksek düşünerek benzetebiliriz.
4. Sayfa:6, (Soru 3): Yanıt; paragraf (2)
Burada çok önemli, ÇED ve bağlı projelerin ciddiyetini ortaya koyacak iki saptama vardır;
a.) ÇED Raporu ekinde verilen ve yurtdışında yapıldığı belirtilen test sonuçlarına göre Kışladağ rezervinin asit oluşturma olasılığının “YÜKSEK”, Nötralizasyon Potasiyeli’nin ise “DÜŞÜK” olduğu... Buna karşın değerlendirmenin yapıldığı grafiklerde Kışladağ cevherinin asit (AKD) oluşturma olasılıkları “Muhtemel, Belirsiz (Olası), Yok” olarak sınıflandırıldığı , yine cevher örneklerinin Net Nötralizasyon Potansiyellerinin ise “MUHTEMEL” sınıfına girdiği belirlemelerinin çelişkisi (!)...
b.) Liç çözeltisi içinde çevresel etki açısından dikkate alındığı belirtilen alüminyum, çinko, bakır ve demirin yanısıra çözeltide ölçülebilir konsantrasyonların altında olduğu bildirilen, ancak (XRF) sonuçlarına göre etkili olması beklenen: Arsenik, kurşun, molibden, antimon ve kalayın ‘durağan’ ya da durağan mineraller içerisinde bulundukları sonucu çıkarılması ve karşılaştırmanın FARKLI ÖRNEKLER ile yapılmış olması... gibi ÇED projesinin değişik bölümlerinde sorunları küçültme ve bir veriye farklı değer atayarak proje lehine veri karartması yapıldığı görülmektedir.
Ayrıca AKD projesinde önceki test çalışmaları olarak belirtilen, TÜPRAG Tarafından 108,5 milyon tonluk pasayı temsil edecek zonlardan alındığı ifade edilen iki sondaj örneğinden, kinetik test yaptırılmıştır. 38 hafta süreli bu testlersonucunda; oluşacak jeokimyasal reaksiyonun kinetiği, drenaj metal yükünü, asit üretme hızını ve drenaj suyu kalitesini kestirip ona göre faaliyet sırasında ve sonrasında asit drenajı (AKD) ve ağır metal yükünün yer altı sularına vereceği zararları minimize edecek ve onu yönetecek projeler oluşturulabilinir mi? Literatürde bir nem hücresinin, %50 olasılıkla bir yıl (48 hafta), %50 olasılıkla da 3-5 yılda jeokimyasal stabilizasyona ulaşabileceği öngörülürken, 9,5 aylık test süresinde elde edilen sonuçların gerçekten asit üretim potansiyelini saptayıponu yönetmek amacını mı gütmektedir?
Madencilik faaliyetlerinde, asit kaya drenajı (AKD), diğer bir deyişle ASİT MADEN DRENAJI (AMD)’na bağlı olarak ortaya çıkan çevre sorunlarından en önemlisi su ve toprak kirliliğidir. Bünyesinde sülfürlü mineral bulunduran (özellikle demir sülfür-Pirit) madencilik faaliyet alanlarında meydana gelen sızıntılara ve yüzey drenajına bağlı olarak gelişir. Açık veya kapalı maden işletmelerinde üretim sonrasında çıkan ocak suları, atık barajları ve stok-pasa sahalarındaki sızıntılar ve yüzey akıntıları, yalnız asit oluşumuna katkı yapmaz, taşınmaya da neden olurlar. Asit Kay Drenajı (AKD) için önemli olan sülfür mineralleri: Pirit (FeS2), Markasit (Fe11S12), Pirotin (FeS), Arsenopirit (FeS2 FeAs), Kalkopirit (CuFeS2), Sfalerit (ZnS), Galenit (PbS), Bornit (CuFeS4), Kalkozit (Cu2S), Kovellit (CuS), Millerit (NiS), Molibdenit (MoS2)... v.d. (Bu mineraller, Porfiri – Kışladağ- Tipi cevherleşmelerin parajenezini oluşturur.
Maden faaliyetlerindeki çeşitli prosesler sonucunda (Kırma, öğütme gibi...) pirit mineralinin tane boyu küçülür, yüzey alanı büyür ve fiziksel yapısında değişiklikler meydana gelir.Pirit hava-su teması sonucu oksidasyona ve hidrolize maruz kalır. Sülfürik Asit (H2SO4) oluşur. Ortamdaki bakteri (thio bacillus thiooxidan, ferrobacillus sulphooxidan gibi...)varlığı reaksiyonu hızlandırır. Fe+2 iyonları açığa çıkar, demirsülfat ve sülfürik asit oluşumu gerçekleşerek (PH) düşer. PH’ın 3,5 ve altına düşmesi sonucunda oksidasyon potansiyeli yükselir. Demir sülfat piritle tekrar reaksiyona girerek, tekrar asit oluşturmasına nedendir. (Zincirleme bir reaksiyon) Aynı zamanda diğer metal sülfürlerle reaksiyona girip asit tuzlarını ve son ürün olarak da asit üreterek ortamın daha kuvvetli asit olmasını sağlar.
Asit Kaya Drenajı’nda (AKD) dört temel faktör rol oynar. ‘Asitide-Tuzlanma-MetalToksitesi-Sedimantasyon’... Bunların bulunduğu ortama etkileri; a) Kimyasal b) Fiziksel c) Biyolojik d) Ekolojik’tir.
AKD (Asit Kaya Drenajı) sadece su kirliliğine neden olan tek yönlü bir kirletici değil, aksine hem doğrudan hem dolaylı olarak sayısız soruna yol açan , ekonomik sonuçları şaşırtıcı derecede büyük olan bir sorundur. Örnek olarak ‘Canadian Mine Environment, Neutral Drainage Program (MEND)’ tarafından 1994 yılında gerçekleştirilen bir çalışmada, AKD’nin KANADA’daki etkilerinin giderilmesinin maliyetinin birkaç milyar (US) dolarının üzerinde olduğu ifade edilmektedir.
Daha açık bir anlatımla Asitide arttığında suyun bikarbonat tampon kapasitesi çöker. Zincirleme gelişmeler yaşanmaya başlar. Düşük (PH) yüksek (H+) hidrojen iyonu konsantrasyonu anlamına gelir. Bu koşullarda organizmaların asit baz dengeleri olumsuz etkilenir. Metabolik bozukluklar ortaya çıkar. Enzim sistemleri pasifize olur. Bitkilerin solunumu ve köklerin mineral tuzları ile suyu alması güçleşir. Suda yaşayan balıklar, mikro organizmalar ve diğer canlılar asitideden önemli ölçüde etkilenirler. Hassas türler kaybolur. Asitide artışının bir başka sonucu, jeokimyasal değişim ile ilgilidir. Minerallerin asit ortamda bozuşmalarına bağlı olarak alıcı ortama ağır metal salımı gerçekleşir. Artan metal konsantrasyonları da suda metal toksitesine neden olur. Metaller çözeltiye geçtiklerinde, doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki yönlü etki yaparlar. Hassas bitki ve hayvan türleri yok olurken, canlıların tolerans sınırlarında, davranışlarında ve üremelerinde değişimler görülür. Dolaylı etki ise biyoakümülasyon ve biyobüyümeye sebep olmasıdır. Neticede habitatlar kaybolur. Besin zinciri değişmeye uğrar ve tür çeşitliliği azalır. Habitat kayıpları tür çeşitliliğinde azalmanın yanısıra, bitkilerin eliminasyonu ve üretkenlikte azalma etkileri ile izlenir. Zincirleme olarak bitkiler ile beslenen türlerde yok olduğundan besin zinciri basitleşir.
Bu tür sulardan sulanan tarım alanlarından elde edilen tarım ürünleri kanalıyla ağır metal kirlilikleri diğer canlılara geçerek dolaylı olarak tüm canlı yaşamı etkiler. SONUÇ: BİR ÇEVRE FELAKETİDİR.
AKD tehlikesi konusunda, ayrıca buna karşı alınması tasarlanan önlemler de yeterli değildir. Bu tehlikeye karşı ÇED Raporuna göre alınan önlem; yalnızca asit üretecek pasaların üretmeyecek olanlarla çevrelenmesi olarak yer almaktadır. Dünyada böyle bir örnek yoktur. Bu yolla paketlendiği sanılacak olan pasa yığınının su sızdırma olasılığına ilişkin hiçbir inceleme ve değerlendirme yapılmamış. Bu yığının hidrolik geçirimliliğinin ne olacağı, sızan suların buradan yıkayacağı asitli ve ağır metal yükleri ile nereye gidebileceği modellenmemiş. Oysa AKD oluşumuna ya da oluşmuşsa etkilerine karşı alınması gereken türlü çeşitli önlem ve bunun için geliştirilmiş teknoloji var. Aşağıya çıkartılan teknik çözüm yollarının hiçbirisi tartışılmamıştır.
a.) AMD sürecini yaratan etkenleri ortadan kaldırmaya yönelik olan önlemler;
· Kükürtlü cevher minerallerinin ortadan kaldırılması bunun bir yoludur. Bu, atık yığının yeniden işlenmesini ve içindeki metalin ayrılarak değerlendirilmesini gerektirir.
· Bir başka seçenek AMD oluşumunda yer alan oksijenin kükürtlü mineraller ve su ile bir araya gelmesinin engellenmesidir. Bu amaçla atıkların uygun biçimde yerleştirilip üzerlerini örtecek şekilde suyla kaplanması denenmektedir. Bu durumda atığın bütün gözenekleri suyla dolacağı ve üzerleri suyla kaplanacağı için sürecin gereksindiği oksijen sağlanamayacak ve tepkime başlayamayacaktır.
· Bir başka yol da, sürece katılan suyun atık yığınına ulaşması ve gözeneklerinde dolaşmasının önlenmesidir. Bu amaçla, yüzey suyunun atık yığınına ulaşıp içine süzülmesini önlemek üzere hendekler, vb yapılar yapılmakta; ya da yığına ulaşan suyun hızla drene olması için önlemler alınmaktadır. Atık yığını geçirimsiz bir tabaka ile, örneğin yeterli kalınlıkta bir kil tabakası ile ya da yalıtıcı bir yaygı ile kaplanarak ta bunun sağlanması amaçlanmaktadır. Başka bazı durumlarda atık yığını düzeltilip üzeri bitkisel toprakla kaplanmakta ve bitkilendirilerek suyun bitkilerce tüketilmesi ve atık yığınına süzülmesi engellenmektedir. Bu durumda atık yığınında başlayan asitleşme tepkimesi ilerleyememekte ve kütlenin içindeki nötrleştirici bileşenlerin de sayesinde AMD oluşmamaktadır.
· Bu amaçla başvurulan bir başka yol da, asitleşme sonucu düşen pH’ın yeniden yükselmesini sağlayan nötrleştirici bileşenlerin atığa katılmasıyla AMD oluşumunun engellenmesidir. Bu amaçla çeşitli alkaliler kullanılmaktadır. Bunlar, atık malzeme ile karıştırılabilir; atıklar yerleştirilirken (atık ve alkalilerin) ardalanan tabakaları oluşturulabilir; yeniden elden geçirilen atık yığınında açılan hendek ve kuyular alkalilerle doldurulabilir; yığının üzerini örten ve yüzeye yakın kesimlere alkaliler yerleştirilerek bitkilerin büyümesini ve daha sonra aşağı doğru ilerleyecek bir alkali nemlenme cephesi oluşmasını kışkırtması sağlanabilir; yüzeye yayılarak katı bir kimyasal kabuk oluşması sağlanabilir. Bu amaçla, kireçtaşı, kalsiyum ve magnezyum oksitler, kömür külü, baca tozları ve çelik cürufu, fosfatlı kayalar, AMD çamuru, organik artıklar, vb gereçler kullanılabilmektedir.
· Kükürtlü metal minerallerinin oksitlenmesini kolaylaştıran ve hızlandıran bakterilerin etkinliğini engellemeye yönelik olarak ve özellikle de öteki yöntemlerle birlikte kullanıldığında etkili olan anyonik sürfaktanların kullanılışı da bir başka başarılı önlemdir. Kanalizasyon çamurları da, söz konusu bakterilerin doymasını sağlayabilecek kadar bol organik gereç içerdiğinden bu amaçla kullanılabilmektedir.
b.) AMD oluştuktan sonra bunun çevreye olan etkisini gidermeye yönelik olan önlemler;
· Bu amaçla suyun pH’ını yeniden yükseltecek ve metal iyonlarını çökeltecek uygulamalar yapılmaktadır. Bunun için, havalandırma/oksitleme (bazen çeşitli oksitleyici kimyasalların da desteği ile); kireçtaşı, sönmüş kireç, kalsiyum oksit, soda külü, kostik soda ve amonya gibi kimyasallarla nötrleştirmek; öbürlerini desteklemek üzere köpürtücü/çökeltici kimyasallar kullanılması; ters osmoz; iyon değiştirici reçinelerden geçirmek; elektrodiyaliz; doğal zeolitlerden geçirmek; vb yollar uygulanabilmektedir.
· Bu amaçla bazı pasif yollar da uygulanmaktadır. Bu çerçevede, sürekli kimyasal madde beslemesi yapmadan, doğrudan doğal ve biyolojik süreçlerden yararlanılır. Bunun için, yapay sulak alanlar-bataklıklar, anoksik kireçtaşı drenleri, düşey akış sistemleri, kireçtaşı havuzları ve açık kireçtaşı kanalları kullanılır. Bunlara ek olarak metal indirgeyici mikroorganizmalardan yararlanma yoluna da gidilebilmektedir. Bu teknolojiler, A grubunda anılan aktif sistemlerden çok daha ucuza mal olmakta; ancak, daha geniş alanlar ve daha uzun işlem süresi gerektirmektedir.(Skousen, J., Rose, A., Geidel, G., Foreman, J., Evans, R., Hellier, W., and members of the Avoidance and Remediation Working Group of the Acid Drainage technology Initiative (ADTI), 1998, Handbook of Technologies for Avoidance and Remediation of Acid Mine Drainage, The National Mine Land reclamation Center, West Virginia University)
5. Sayfa:7, (Su kullanımı, Sıvı atıklar, Sızıntı): Yanıt; paragraf (1)
Tüketim miktarlarına göre oluşturulan su dengesi hatalıdır, EKSİKTİR!... Açık ocakta oluşacak su AKD’den dolayı yoğun olarak metal sülfatlarla yüklüdür. Bu suyun proseste kullanılması için METAL DURAYLAMA (Ferrik sülfat ünitesi) prosesi hem yatırım, hem de işletim olarak ek maliyet getirecektir (!).
6. Sayfa:7, Yanıt; paragraf (2):
“Yine raporda belirtilen kişi başına su tüketim değeri esas alındığında günlük toplam evsel su tüketim miktarınınancak 75 kişiye karşı gelmekte, bağlı olarak yapılacak olan biyolojik atıksu ARITIM TESİSİ kapasitesi de küçük tutulmaktadır.” Yine burada da belirgin olarak veri karartıp gerçek boyutun altında bir prosesle ek maliyetlerden kaçınma çok net görülmektedir (!)...
7. Sayfa:7, Yanıt; paragraf (3)
Tüm proje faaliyeti süresince yüksüz (altınsız) liç çözeltisinin deşarj yapılmayacağı, geri döndürüleceği öngörüldüğüne göre döngülemenin bir aşamasında askıdaki metal sülfitlerin konsantre olacağı ve altın kazanım randımanını negatif etkileyeceği ortadayken, metal çöktürme prosesleri de öngörülmediğine göre bu kirli çözelti ne olacak? Burada da maliyet getirici prosesler öngörülmeyerek doğal alıcı ortamlar hedeflenmektedir(!).
8. Sayfa:20, son paragraf:
“Sonuç olarak; Kışladağ ÇED Raporunun yoğun ve kapsamlı bir çalışma sonunda hazırlandığı görülmektedir. Ancak olası çevresel etkilerin önlenmesi açısından bilirkişi raporumuzun ilgili başlıklarında belirtilen eksikliklerin giderilmesi ve gerekli önlemlerin alınması hususunu yüce mahkemenizin takdirine sunarız.”
Kışladağ Maden tipi, altının dışında bakır-molibden gibi yan faydalı elementleri ekonomik olarak içermediğinden teknolojik limit tenörü 0.6 gr/t altındır. Kışladağı yığın liçi prosesinde altın kazanım oranının %50-60 olduğu gözönüne alınırsa, maksimum altın kazanım tenörü 0,72 gr/t olduğu görülür.
Mühendislik açısından; cevher çıkarma , zenginleştirme ve metal kazanım proses faaliyetlerinin çevreye etkileri için uygulanacak yöntemlerin belirlenmesinde, sahanın jeolojik yapısı, cevherleşmenin tipi, cevherleşmenin geometrisi, cevherleşmenin fiziko-kimyasal modellemesini ortaya koyacak, cevher mineralize zonlarının ve yan kayaç alterasyon zonlarının (özellikle pasayı oluşturacağı için) minerolojisinin ve kimyasının belirlenmiş olması gereklidir. Böyle bir baza dayanmayan ÇED ve Ek projelerinin format ve nicelik olarak ne kadar kapsamlı olursa olsun, KIŞLADAĞ madeninin doğal yapısına dayanarak oluşturulmadığı için çevresel gerçeği yansıtmadığı ortadadır. Bilirkişilerinde saptadığı gibi “noksan, doğru olmayan, düşük gösterilen, gözardı edilen, birbiriyle çelişen” birçok yorum ve hesaplamaların varlığı net olarak belirlenmiştir. Projeye ek maliyet getirici, metal duraylama metal siyanürlü yüksüz liç çözeltisi arıtımı, siyanat bozundurma, evsel sıvı atık arıtımı gibi çevreyi direkt ilgilendiren prosesler gözardı edilmiştir. Analitik ve sayısal çözüm tekniklerine dayalı modelleme çalışmaları, çözüm kolaylığı adına varsayımlarla çok basite indirgenmiş modellere uygulanır. Hidrolojik ve hidrojeolojik olaylar tümüyle deterministik bir süreç olmayıp stokastik öğeleri de bulunduğu için belirgensizlik taşımakta olduğu göz önüne alındığında bu modeller doğayı temsil etmekten oldukça uzaktır. Gerçek doğa olaylarına makul varsayımlarla genel çerçevede kabul edilebilir bir çözüm aramanın İLK ADIM’ı olarak ön görülmelidir. Ancak çalışma raporlarında bu varsayımların irdelenerek belirtilmesi gerekir. Bu dahi modelleme raporlarında yoktur.
Değinilen sorun ve saptamaların ışığında bu projelerin, gerçekte yörede yapılacak altına ilişkin tüm faaliyetlerin , doğaya ve çevreye olan etkilerinin saptanıp minimize edilmesine ilişkin proje ve önermeler olmadığı, aksine yaptığı soyutlama ve genellemelerle fizibilite projesine ek maliyet getirmeyecek bir anlayışla; sorunu küçültme, yok sayma, hatta projenin değişik bölümlerinde (yukarıda saptandığı gibi) bir veriye farklı değerler atama, ve veri karartması gibi proje lehine sonuçlar ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu projelerin, ilgili faaliyetlerin doğaya etkisinin nabzını tutmak için değil, izin vericilerin ve genel kamuoyunun nabzını tutmak için sipariş yöntemiyle yapıldığı açıktır.
Tüm bu saptamalar bilim ve tekniğin ışığında sorgulandığında ve ABD, Nevada çölündeki bu tip maden örneklenerek fizibil kılındığı gözönüne alındığında (Çöl ekolojisi) , Uşak-Kışladağ Altın madeninin, doğayı-çevreyi feda ederek (EKONOMİK) olabileceği sonucu ortadadır.
9. Bilinen en iyi teknoloji mi?
Edoradogold’un 2002 tarihli fizibilite raporunda verilen değerlere göre sahada 202 ton “görünür+olası altın kaynağı” saptanmış. Buna bir de, 76 ton altın kapsayan “öngörülen kaynak” eklendiğinde belirlenen altın kaynağı 278 ton. Şirket yetkilileri ya da Uşak İli kamu yöneticilerinin basında yer alan demeçlerinde bu değer 210-230 ton arasında değişiyor.
Yine Eldoradogold’un ÇED Raporunda belirtildiğine göre ise, sahada 166.400.000 ton cevher rezervi var. Bu cevher tenörünün alt sınırı 0,4 gram/ton ve üst sınırı 5-6 g/t aralığında, ortalama 1,13 gram/ton altın içeriyor. Böylece, yeraltında bulunan altının miktarı 188 ton dolayında. Hazırlanan işletme projesine göre, 16 yıl boyunca bu 166.400.000 ton rezervin ancak 132.000.000 tonu işletilebilir rezerv olarak çıkarılacak. Çıkarılan cevherin ortalama tenörü 1,23 g/ton. Yani, 278 ton altın bulunan sahanın işletme için seçilen yerinde bulunan 188 ton altının, 162 tonu yeraltından çıkarılabilecek. İşletme alanı seçilirken büyük olasılıkla (278-188=) 90 ton altına ulaşılamayacak. Ayrıca daha kazı sırasında ise, (188-162=) 26 ton altın yer altında bırakılmış olacak. Eldoradogold çıkardığı cevheri siyanür ve başka kimyasallarla açık havada işleyecek. Bütün altın işletmecilerinin savı, bu yöntemin “bilinen en iyi teknoloji” (Best Available Technology-BAT) olduğu. Bu bilinen en iyi teknoloji ile işlenen altından ise çıka çıka (162-64=) 98 ton altın elde edilebilecek.
Maden İşleri Genel Müdüdrlüğü kaynaklarına göre Kışladağ’da 1,43 g/ton ortalama tenörlü 245 ton altın var. ATO’nun raporuna göre burada 300-370 ton tahmini rezerv var. TMD’nin raporuna göre de, burada 208 ton altın rezervi var.
Bu karışıklığın nedeni yine Eldoradogold. Şirket, gerek bağlı olduğu borsaya, gerek web sayfasında yatırımcılarına, gerek ülkemiz kamu kurumlarına ve gerekse kamuoyuna verdiği bilgilere göre Kışladağ’da ülkemizin en büyük altın yatağını buldu. Burada, 300 ton altın kaynağı saptanmış durumda. Verilen bilgilere göre bu kaynak, 240 tonu görünür ve 80 tonu da olası olmak üzere 320 tonu buluyor.
Dikkat çekici olan; en zengin yatağımızda bulunan 278 ton altın bu BAT ile,“bilinen en iyi teknoloji” ile işletilip işlendiğinde, ancak 98 ton altın elde edilebiliyor. Hadi, öngörülen 76 tonluk kaynak yeterince araştırılıp görünür+olası rezerve katılmadan önce işletmeye girişileceği için bundan vazgeçtik diyelim. Ya, 202-98=104 ton altın nereye gidecek. Eldoradogold’un verdiği bilgiler dikkatle okunduğunda, hiç ulaşılmayacak 76 ton altının dışında, bunun 26 tonunun yeraltından hiç çıkarılamayacağı anlaşılıyor. Onları da çıkarmaya kalksalar birim mal oluşları artacak ve umdukları kadar kazanamayacaklar. Peki, rezervin 188 ton altın bulunan kesiminde çıkarılacağı umulan 162 ton altından, ancak 98 ton altın ayrılabilmesi neden? Bu da “bilinen en iyi teknoloji”nin, BAT’ın becerisi, marifeti! Bu en iyi teknoloji ile, siyanürle işlemden cevherin içindeki altının ancak %64’ü kazanılabiliyor, işlemin bütününde ise ancak %58’lik verim sağlanabiliyor. Kalan 64 ton altın da Söğütlü köyüne doğru yayılan 1.800.000 m2’lik bir alanda 60 m yüksekliğinde yayılan bir yığının içinde kalacak. Bu yığının altında naylon örtüler, üzerinde toprak kaplama, içinde de siyanürün değişik bileşikleri, ağır metaller, su ve kalan altından oluşan bir “kimyasal bomba”, bir kirlilik topu, ilelebet kalacak. Yalnızca ABD’nde böylesi eski kirlilik kaynaklarını ortadan kaldırmak üzere neler harcandığını duymak bile insanın tüylerini diken diken ediyor. Son bir örnek Montana’dan. İki ırmaktaki kirlenmeyi önleyebilmek üzere Eyalet Valiliği ve ilgili şirketlerle 2005 Temmuz ayı sonunda bir sözleşme yapıldı. Böylesi kirleticilerle dolu olan Milltown Barajı ve arkasında biriken yığın kaldırılıp, 100 mil kadar uzağa taşınacak. Mal oluşu, 105 milyon dolar!
Kışladağ altın yatağımızdaki altının yalnızca 98 tonu elde edilip karışık külçeler, doreler durumunda yurt dışına çıkarılacak ve orada rafine edilip tonu 14 milyon USD fiyatla yine bize satılacak. İşletici firma vergi indirimlerinden yararlanacak, KDV ödemeyecek, yurt dışına çıkarırken sözlü bildirimi ile yetinilecek….Bu işten kâğıt üzerinde 400 milyon dolardan çok net kazanç kalacak. Buradaki işlerini yürüttüğü ve bütününe sahip olduğu Tüprag AŞ kâr gösterirse Kurumlar Vergisi ödeyecek. Ülkemize kalacağı kesin olan şey, 1.000 m çapında ve 400 m derinliğinde içi su dolu bir çukur. 110.000.000 ton pasadan oluşan ve içinden Gümüşkol, İnayköy ve Ulubeyli’ye doğru asitli ve ağır metal yüklü sular sızan bir pasa yığını olacak. Söğütlü ve öteki kuzey köylerine doğru 1.800.000 m2’lik bir alanda yayılan 60 m yüksekliğinde siyanürlü, ağır metalli, içinde ne ve neler olduğu bilinmeyen bir öğütülmüş kaya yığını da kalanlar arasında olacak. Kaldırılmış ve boşalmış köyler, Lidyalıların bile kullanıp kutsal saydığı çeşmelerden ve kaynaklardan boşalan sularda artan ağır metaller kalacak. Çıkarılıp yurt dışına götürülen her bir ton altın için, 1,75 milyon ton atık Uşak dağlarında kalacak.
10. İşletmenin Yeraltı Sularına Etkileri;
Maden işletmesi için, gereksinim duyulan suyun büyük bölümü işletme alanından 13 km uzaklıkta, Ulubey yakınlarında seçilen bir yerde açılacak 3 derin sondaj kuyusu ile yeraltısuyu çekilerek karşılanacaktır.
Geçtiğimiz günlerde bu suyu işletmeye aktaracağı boru hattının meralarından geçirilmesine karşı çıkan İnayköy’lüler jandarmadan dayak yedi, yararlananlar, gözaltına alınanlar ve tutuklanan oldu.
Yöre, içme, kullanma ve sulama açısından yeraltısuyu kaynaklarına bağımlıdır. Bu tarih boyunca da böyle olmuş. Yörede önemli kaynak suyu çıkışları var ve buralara geçmişte kutsallık varsayılmış. İnayköy’deki eski çeşme ve sunak kalıntıları bunu gösteriyor.
ÇED Raporunda su kullanımı, yeraltısuyu kaynakları ve hidrojeoloji olgularının anlaşılmasına değgin olarak, “1.2.6.’de, Yardımcı Tesisler ve Altyapı” (syf. 1-27), “I.3.5’te, Proses ünitelerinde ihtiyaç duyulan su miktarı ve hizmetler” (syf. I.52-53), “I.3.6. Su Yönetimi” (syf.1.55-59), “4.2.1. Meteorolojik ve iklimsel özellikler” (syf.4.8-17), “4.2.2. Jeolojik özellikler” (syf.4.18-26), “4.2.3. Yer altı ve termal su kaynaklarının hidrojeolojik özellikleri” (syf. 4.27-70), “4.2.4. Yüzeysel su kaynaklarının hidrolojik ve ekolojik özellikleri” (syf. 4.71-86), “5.1.3. Zemin emniyetinin sağlanması, taşkın önleme ve drenaj işlemleri” (syf.5.12-14), “5.1.7. Proje kapsamındaki su temini sistemi, suyun temin edileceği kaynaklardan alınacak su miktarları, bu suların kullanım amaçlarına göre miktarları” (syf. 5.35-38), “5.2.8. Faaliyet ünitelerinde kullanılacak suyun hangi prosesler için ne miktarlarda kullanılacağı” (syf. 5.115-126) ve “6.3. Mevcut su kaynaklarına etkiler” (syf. 6.31-65) bölümlerinde değinmeler bulunuluyor.
Burada, dikkati çeken bazı çarpıcı sayıların üzerinde durmak gerekiyor. Su gereksiniminin yaklaşık ¼’inin cevherin neminden karşılanacağının belirtilmesi düşündürücü görünüyor. 1. Aşama’yı ele alalım. Yılda 6,5 milyon ton cevher çıkarılacak. Cevherin birim hacim ağırlığını 2,3 t/m3 almışlar. Yılda, 2,826 milyon metreküp kaya sökülecek. Tablo.1.7’ye bakılırsa cevher ile birlikte 30,1 m3/saat su gelecek. Yıl boyu 263676 m3 su. Bunun için kayanın su kapsamı %10,7 olmalı. Bu değer, 2. Aşama için verilen değerlere göre de % 9,3 bulunuyor. Yani kayanın yerindeki nem kapsamının %10 dolayında olduğu kabul edilmiş. Bu hiç de doğru bir kabul olarak görülmüyor. Cevheri oluşturan volkanik kayaların doğal su kapsamları genellikle %2-3 mertebesindedir. Konuya ilişkin herhangi bir temel kitapta buna ilişkin genel tablolara bakıldığında bu görülebilir. Bu durumda, gereksinilecek suyun dörtte birinin, öngörüldüğü gibi kayanın neminden karşılanabileceği kabulü gerçekçi değil. Büyük olasılıkla, toplam gereksinimin kayanın neminden sağlanabilecek bölümünün %7-8 dolayında kalması ve bu kabulden eksilecek %17 kadar suyun da zorunlu olarak kuyulardan sağlanması gerekecek.
Öte yandan, tüketim kategorileri arasında sayılmıyor olsa da, yığın liçinden önce öğütülmüş cevherin kireçle birlikte aglomerasyonunda nem içeriğinin %5’e çıkarılması gerektiği (demek ki öğütülmüş cevherin nem içeriği öyle %9-10 değil!) ve bunun için karışıma su da katılacağı raporun başka yerlerinde anlatılıyor. Bu durumda yılda 6,5-10 milyon ton (2,8-4,3 milyon m3) cevher için, içerdiği neme ek olarak yılda 140000-215000 m3 su gerekli. Yani, yalnızca öğütülmüş cevherin aglomerasyonu için ortalama 16,0-24,5 m3/saat su gerekli. Hesapta bu da yok. Bu eleştiri haklı ise, yaklaşık 7 lt/sn kadar olacak olan bu suyun da yine kuyulardan çekilmesinin gerekeceği açık.
Çağdaş bir yerleşimde değişik (temizlik, yemek, tuvalet, vö) gereksinimler için kişi başına 150 m3/gün su tüketildiği gerçeği göz önüne alındığında yalnızca işletmede çalışanların tüketiminin 1,875 m3/saat olacağı açık. Oysa, Tablo.1.7’de kullanım ve kanalizasyon için öngörülen miktar 0,6 m3/saat. Yani, anlaşılan çok tutumlu davranılacağı, günde kişi başına 2 teneke su ile yetinilebileceği öngörülmüş. Bu yaklaşımın öteki tüketim kalemleri için de izlendiği, kamyon yıkama için öngörülen 2,5 m3/saat, ya da yol sulama için öngörülen 6,7 m3/saat’lik ortalama tüketim öngörülerinden de anlaşılıyor. Dev işletmedeki yolların saatte 1 tankerden az su ile sulanabilip tozlanmanın önüne geçilebileceğine kimsenin inanması beklenemez.
Bu durumda, işletmenin su gereksiniminin 53,3-60,2 lt/sn’yi çok aşacağı ve büyük olasılıkla 100 lt/sn’ye çıkabileceğini düşünmek için bir çok neden var. Üstelik, bu suyun öngörüldüğü şekilde yarısının değil, çok daha fazlasının yeraltısuyu kuyularından çekilmesinin gerekeceği de açıktır.
Zaten, kuyu alanından işletmeye döşenecek boru hattının çapının 200 mm seçilmesinin de başka bir anlamı olamaz. İlgili kitaplar, 200 mm çaplı çelik ya da YYPE boru ile aktarılabilecek su debisini lt/sn olarak vermektedir.
Yöredeki 14 kuyunun 133,9 lt/sn’lik kapasitelerinin olsa olsa %20’sinin kullanıldığını, şimdilerde kuyularla Ulubey Akiferi’nden ancak ortalama 27 lt/sn su çekildiğini kabul etmek gerekir. Kuşkusuz, 94,5 lt/sn kaynak boşalımı ve kuyularla 27 lt/sn su çekiminin toplamı olan akiferden 121,5 lt/sn boşalma da, beslenme için öngörülen değerin %50 fazlası. Burada, çalışan iki sürecin varlığından söz edilebilir. Birincisi yukarıda değinilen akiferdeki su düzeylerinin yavaş düşmeye başlamış olması, tükenme süreci. Bu incelenirse belirlenebilecek, fazla ilerlemeden göze çarpmayacak bir süreçtir.
Ne yazık ki her şey, işletmenin su gereksinimi seçilen alanda yeraltısuyu çekilerek karşılanırsa Ulubey Akiferi’nin Ulubey ve İnayköy çevresindeki kesiminin tükenme ve kirlenme sakıncasının çok yüksek olduğunu gösteriyor. Bu durumda kaynakların kuruması, kuyu verimlerinin düşmesi, akifere kirli yüzey suları girerek su kalitesinin düşmesi kaçınılmaz görünüyor.
IV- Hemen yürütmeyi durdurma kararı verilmelidir;
Bilirkişi Raporunun, tüm eksik değerlendirmeleri ve yanlış sonucuna rağmen, yukarıdaki açıklamalarımız ve ekli bilimsel değerlendirmelere göre daha fazla zaman geçirilmeden yürütmeyi durdurma kararı verilmelidir.
Burada Bergama Ovacık Altın Madenine ilişkin Çevre Bakanlığı tarafından verilen ilk izin işleminin iptali davasında, yerel mahkeme tarafından yaptırılan bilirkişi incelemesine göre davanın reddine karar verilmesine karşın, Danıştay 6.Dairesi tarafından, ÇED Raporundaki bazı tesbitlere dayanılarak BOZMA kararı verildiğini, yerel mahkemenin de bu bozma kararına uyarak işlemi iptal ettiğini anımsatmak istiyoruz.
Katılma dilekçemizde EK-1 olarak sunulan Danıştay 6. Dairesi’nin,13.05.1997 tarih ve 1996/5477 E. - 1997/2312 K. Kararında; “…Anayasanın 17. maddesine göre; Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir, Anayasanın 56. maddesine göre de; Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir (...) Canlı yaşamının en önemlisi olan insan yaşamının sağlıklı, dengeli, bozulmamış bir çevrede sürdürülmesi esastır. İnsan yaşamının korunması bir öncelik olduğuna göre, insanın doğal yaşam temellerinin korunması ve geliştirilmesi gerekmekte ve çevrenin korunması insan yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olmaktadır. Bu durumda yukarıdaki saptamalardan hareketle dava konusu altın madeni işletme yönteminin yarattığı sakıncaların doğrudan ve dolaylı olarak insan yaşamı ile ilgili olması karşısında, belirtilen Anayasa ve yasa hükümleri de dikkate alınarak dava konusu idari işlemin yargısal denetimin de öncelikle kamu yararı ve bu kavramdaki önceliklerin irdelenmesi gerekmektedir. İşletmecinin iyi niyeti, önlemlerin titizce denetlenmesi gibi kavramlara bağlı kalınarak, yapılacak faaliyet sonucunda elde edilecek ekonomik değerin,doğada ve doğrudan veya dolaylı olarak insan yaşamı üzerindeki risk faktörünün gerçekleşmesi halinde kamu yararının öncelikle insan yaşamı lehine değerlendirilmesi doğaldır. Siyanür liçi yöntemi ile altın madeni işletilmesinde işletmeciye ve yapılacak olan denetime duyulan güvene bağlı olarak risk olasılığının azalacağından söz etmek mümkün değildir (…) Bu belirlemeler karşısında, insanın yaşama hakkını ve devletin de çevre sağlığını koruma, çevre kirlenmesini önleme, herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içerisinde sürdürmesini sağlama ödevlerini dikkate aldığımızda, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve bilirkişi raporlarında da öngörülen olası risk faktörleriyle çalışan ve bu riskin gerçekleşmesi halinde doğrudan veya çevrenin bozulması ile dolaylı olarak insan yaşamını etkileyeceği kesin olan siyanür liç yöntemi ile altın madeni işletilmesine izin verilmesi yolundaki dava konusu işlemde kamu yararına uygunluk bulunmamaktadır…” denilmektedir. Sayın Mahkemenizce bu örnek karar göz önüne alınarak hemen yürütmeyiş durdurma kararı verilmelidir.
Bergama-Ovacık Altın Madeni ile ilgili Danıştay 6.Dairesi’nin bozma kararı üzerine verilen iptal kararının uygulanmaması nedeniyle konu AİHM’ne taşınmıştır. Bu konuda AİHM kararından da söz etmek istiyoruz.
Bergama Ovacık Altın Madeninin işletilmesine ilişkin olarak, AİHM 3.Dairesi’nin 10 Kasım 2004 gün ve 46117/99 nolu “TAŞKIN VE DİĞERLERİ/TÜRKİYE” kararının Türkçe çevirisini, ekte sunuyoruz (EK-4).
AİHM 3.Dairesi’nin 10/11/2004 gün ve 46117/99 sayılı kararında; “Bergama-Ovacık Madeninin çalışması ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Adil Yargılanma Hakkını koruyan 6/1. maddesi ile yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Özel ve Aile Yaşamına Saygı Hakkını koruyan 8. maddesi ihlal edildiğine karar verilmişti.
AİHM’nin kararının İdare Hukuku ve Çevre Hukuku yönünden değerlendirilmesi” Atılım Üniversitesi Çevre Hukuku Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Nükhet Turgut tarafından yapılmıştır. Sayın Turgut’un Sayın Strasbourg Mahkemesinin kesinleşen kararı ve uygulaması hakkındaki 10/5/2005 günlü hukuki mütalaasını ekte sunuyoruz(EK-5).
Ekte sunulan değerlendirme de belirtildiği gibi; “…AİHM kararından, söz konusu madenin işletilmesinin yeni bir çevresel etki değerlendirilmesi sürecine gidilmesi ve buna ilişkin olumlu görüş verilmesi halinde mümkün olacağı” şeklinde bir sonuç çıkarmak kesinlikle mümkün değildir. Aynı saptama, “AİHM’nin Danıştay’ın 1997 tarihli iptal kararını analiz ederek bu bağlamda kararın gereği olarak yeni bir çevresel etki değerlendirmesi raporu hazırlanması gerektiği ve bunun yapılmamasının yargı kararının gereğinin yerine getirilmemesi anlamına geldiği” şeklindeki bir sav için de geçerlidir. (…) Kararda netleştirilen somut durum, davacıların sağlıklı yaşam ve çevre haklarının altın madeni işletmesinin faaliyetlerinden doğan ve doğabilecek olumsuz etkileri nedeniyle ihlal edilmiş olduğu; Türk Hükümetinin davacıların, bu olumsuz etkilerden kurtulmalarını sağlayacak Danıştay’ın, AİHM’nin ifadesiyle “”verildiği tarihte uygulanabilir nitelikteki ve bu tarih itibariyle de idari işlemin sonuçlarını durdurucu etkiye sahip” (135. paragraf) olan, iptal kararının gereğini, “Hukuk Devletinin temel prensiplerinin çiğnenmesi pahasına..” (144. paragraf) yerine getirmediği, aksine hukuk devleti esaslarıyla bağdaşmayan uygulamalara girişmiş olduğu ve bu yüzden davacıların tedirgin bir yaşam sürdürdükleri ve bu ihlal durumunun ve tedirginliğin devam ettiğidir…”
EK-4.da sunulan AİHM kararına ve ulusal mahkeme kararlarına rağmen Bergama Ovacık Altın Madeninim yeniden işletmeye açılması üzerine, iç hukuk yolları tüketilmeden AİHM’ne doğrudan başvuru yapılmıştır. Bu başvuru ile ilgili “13 Eylül 2005 tarihinde Mahkeme İç Tüzüğü’nün 41.ne uygun olarak başvuruya öncelik verilmesine karar verilmiştir. Bu noktada, Mahkeme İç Tüzüğü’nün 41.maddesi uyarınca alınmış olunan bu kararın ancak ve ancak istisnai ve önüne geçilemeyecek zararların doğması ihtimali hallerinde alınabildiğini ve oldukça önemli olduğunu vurgulamak istiyoruz (EK-6).
Bergama Ovacık Altın Madeni ile ilgili mahkeme kararları, AİHM kararı ve sonrasında gelişmeler de dikkate alınarak, yürütmeyi durdurma kararı verilmelidir.
Bilirkişi Raporunda hiç üzerinde durulmamış olmasına karşın, dava konusu maden işletmesinin yapılacağı bölge, korunması gereken tarihi/kültürel varlıklarla dolu olan bir bölgedir. Bu konuda yazılan “İnais’ten İnay’a” adlı kitap, Katılma dilekçesinin ekinde EK-4 olarak sunulmuştur.
Bu nedenle de yürütmeyi durdurma kararı verilmelidir. Bilindiği gibi tarihi yerler; insanlığın ortak kültür mirasıdır ve korunması gerekiyor. Günümüzde bu tür değerlerin korunması için pek çok uluslararası sözleşme imzalanmış ve ulusal yasalar çıkartılmıştır. Ülkemiz de uluslararası sözleşmelerle kültür mirasının korunması konusunda taahhütlerde bulunmuştur. Bu konuya ilişkin ulusal mevzuatımızda da düzenlemeler bulunmaktadır.
· 1972-Paris- Dünya Kültür ve Doğal Mirasının Korunmasına dair Sözleşme ile “...kültür mirası ve doğal miras niteliğindeki varlıkların evrensel miras olduğu kabul edilmiş, sözleşmeci ülkelere, kendi ülkelerindeki, kültür mirası ya da doğal miras sayılabilecek varlıkların saptanması, korunması, muhafazası teşhiri ve gelecek kuşaklara iletilmesinin sağlanması...” görevi yüklenmiştir.
· 1985- Granada Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi ile korunacak anıt, bina grupları ile ören yerlerinin kesin olarak tespit edilebilmesi için Sözleşmeci Devletler; “...bu tarihsel varlıkların envanterlerini oluşturmayı, bu tarihsel varlıklara zarar verebilecek tehlikeli durum doğduğunda, en kısa zamanda gerekli dokümanları hazırlamayı, mimari mirasın korunması için yasal önlemleri almayı, korunma için gerekli denetlemeleri yapmayı, korunan varlıkların bozulmasını, hasar görmesini veya yıkılmasını, önlemeyi...” taahhüt etmişlerdir.
· 1992 Valetta/Malta Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi ile de Sözleşmeci Devletler; “…arkeolojik mirasın korunması için gerekli önlemleri almak, arkeolojik araştırma faaliyetlerini bilimsel güvence altına almak, arkeolojik mirasın tercihen bulunduğu yerde korunması ve bakımını sağlamayı …”taahhüt etmişlerdir.
· T.C.Anayasası, “Tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması” başlığı altındaki 63/1.maddesinde; “...Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır...” düzenlemesini getirmiştir.
· 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile korunması gereken kültür ve tabiat varlıkları ile SİT’in tanımı, tespiti, tescili ve korunmasına ilişkin düzenlemeler getirilmiştir.
Bütün bu ulusalüstü hukuk metinleri ve ulusal hukuk metinleri gereğince de dava konusu işlemde kamu yararına uyarlılık bulunmamaktadır.
Sürekli olarak basında çıkan haberlerden de anlaşılacağı üzere, dava konusu işlemde halkın katılımı da söz konusu olmamıştır. Bilindiği gibi, uluslar arası Çevre Hukukunda Halkın Katılımı konusu, pek çok uluslar arası hukuk metninde yer almıştır
· 1992 - Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Üzerine Rio Zirvesi Sonuç Deklarasyonu; “…İnsanlar, doğa ile uyum içinde sağlıklı ve verimli bir hayata layıktır.(…)Çevre konuları en iyi şekilde, ancak ilgili bütün vatandaşların katılımı ile yönetilir.Devletler, geniş çapta çevre bilgilendirmesi yaparak kamuoyu aydınlatılmasını ve katılımı gerçekleştirecek ve teşvik edecektir..”
· 1992 - BM-Rio-Gündem 21 Sözleşmesi ( 7.ci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile hükümeti bağlayıcı olduğu kabul edildi) (R.G; 25/7/1995-22534 mük. sh.157) “… Hükümetler, iş çevreleri ve kalkınma kuruluşları, kalkınma projelerinin biyolojik çeşitlilik üzerine etkisinin nasıl değerlendirileceğini ve bu çeşitliliği kaybetmenin maliyetinin nasıl hesaplanacağını öğrenmelidirler. Önemli etkileri olabilecek projelerde, halkın geniş ölçüde katılmasıyla çevresel etki değerlendirmesi yapılmalıdır. (…) Kişiler, gruplar ve kuruluşlar, özellikle kendi toplumlarını etkiliyebilecek çevre ve kalkınma kararlarını bilmeli ve bunlara katılmalıdır. İnsanlara kararlar hakkında bilgi vermek için, ulusal hükümetler, kişilerin çevre ve kalkınma konularıyla ilgili bütün bilgilere ulaşmasını sağlamalıdır. Bu bilgi, çevre üzerine önemli etkisi olan veya olabilecek olan üretim veya faaliyetleri ve çevre koruma önlemlerini içermelidir…”
İnsan hakları düşüncesi, 2000 yıllık, çağdaş yorumu da 200 yıllık geçmişe sahip. Çevre hakkı “üçüncü kuşak haklar” olarak tanımlanıyor. Kısa bir tarihi olmasına karşın, çevre hakkı kavramı, insan hakları anlayışında önemli değişiklikler yaratmıştır. “İnsan merkezli”, özgürlük anlayışından, doğal çevreyi oluşturan tüm bileşenler hakkın öznesi haline gelmiştir. Bir diğer deyişle, insanların yaşam hakkından, canlı yaşam hakkına doğru genişleme yaşanmaktadır.
Çevre Hakkı, pek çok uluslar arası sözleşmede ve ulusal hukuk metinlerde ele alınmış bir insan hakkıdır.
Çevre hakkı ya da çevre hukuku kamu hukuku anlayışındaki geleneksel “kamu yararı” kavramının daha ötesine götürmekte, “genel menfaati”i sağlamayı amaçlamaktadır.
Bu genel menfaatle ilgili olarak sayın Prof Dr. Nükhet Turgut şu değerlendirmeyi yapıyor; (EK-5)
“…
Nihayet bu esaslardan dava konusu olay bağlamında en ön plana çıkanı, AİHM’ninde önemini açıkça vurguladığı “önleme ilkesi”nin etkisiz kalabileceği alanlarda devreye girmek üzere geliştirilen, “ihtiyat ilkesi”dir. İlkenin özü “kamu otoritelerinin risklere-tehlikelere karşı, bunları önlemek temelinde, harekete geçmelerinin asıl olması gerektiği”dir. Bunu sağlamak için de en temel geleneksel hukuk kuralları bile değiştirilmekte; hakimler yorumlarını bu doğrultuda yapmaktadır. Nitekim bu ilkenin özünde yatan düşünce Türk Yargıtay’ı tarafından da bir davada temel alınmıştır. Bu davada, özel hukuktaki katı zarar anlayışının dışına çıkılarak dava konusu faaliyetin olası olumsuz etkileri esas alınıp menfaatlerin tartılmasına gidilmiş ve sonuçta “...insan yaşamında tehlike yaratan bir hizmetin, kişi yaşamının önüne geçmesi ve ona üstünlük tanınması doğru bir yaklaşım olarak düşünülemez” (29.01.04,E.2003/16434 K.2004/971, bu konuda bakınız: Nükhet Turgut,” Baz İstasyonları ve Çevre Hukuku”, Güncel Hukuk, sayı 9, Eylül 2004, sayfa 40-42) şeklinde bir değerlendirmeye ulaşılmıştır.
İşte “genel menfaatin” esas alınması, çevrenin korunmasının ve doğal kaynaklarımızın değerlendirilmesinin, gelecek kuşakları da içine alan, uzun vadeli bütünsel bir yaklaşım ve planlama ve önleyici ilke çerçevesinde yapılmasını beraberinde getirir. Bu bağlamda kavramın daha somut anlamı, ekonomik yarar beklenen bütün faaliyetlerin ilgili olduğu çeşitli kamu yararlarının, kısa vadeli kazanç beklentiler değil, uzun vadeli rasyonel seçimler temelinde artı ve eksileriyle, politik etkilerden uzak objektif bilimsel veriler ışığında, karşılaştırılıp tartılarak en iyi şekilde dengelenmesidir. Çevre hukuku bütün yönetimsel faaliyetlerde böyle bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Anayasamızın 56 maddesinin 2. fıkrasında çevreyi koruma ve geliştirmek açısından devlete yüklediği ödev de bunu zorunlu kılmaktadır. Dengelemenin özünde, “genel menfaat” sözcüğünün gelecek kuşakları da içine alacak şekilde toplumdaki herkesin menfaati olarak algılanması gerçeği yatmaktadır.
Buradaki “genel menfaat” sözcüğünün temelinde ve dengeleme işleminde ve varılan sonuçta çevre hukukundaki çok önemli bir gerçek yatmaktadır. Bu da, çevre sorunlarının birbirlerine bağlılığı, toplumsal yaşamdaki diğer sorunlardan soyut olmadığı ve uzun vadeli ve kalıcı olumsuz etkilerinin bulunması gerçeğidir. Bu gerçek karşısında bu etkileri önlemeye yönelik girişimlerin esasında tüm toplumu kapsamına alan “genel bir menfaati” barındırdığı da açık olmaktadır.
Şu halde kamu yöneticileri bunu yapmadıkları takdirde “böyle bir dengeleme” ister istemez mahkemelere kalacaktır. Danıştay’ın altın madeni işletilmesine ilişkin izni iptal kararındaki gerekçesi de olayda böyle bir menfaat değerlendirilmesinin yapıldığını göstermektedir. Burada madenin işletilmesinden beklenen kısa vadeli ekonomik yarardan çok önde gelen ve onu gelecek kuşaklar adına da kat kat aşan daha üstün bir yararın bulunduğu görülmüştür. AİHM de Danıştay kararının bu içeriğine itibar etmiştir.
…”
Burada söz edilen ihtiyat ilkesine, 1992 B.M. Çevre ve kalkınma Konferansı Rio Deklarasyonu İlke-15’de şöyle yer verilmiştir.; “çevrenin korunması amacıyla ihtiyat prensibi devletlerin kapasitesi doğrultusunda yaygın bir şekilde uygulanacaktır. Ciddi tehditlerin veya tamiri mümkün olmayan zararların bulunması halinde bilimsel belirsizlik, önlemlerin alınmasını erteleyebilecek bir neden olarak kullanılmamalıdır”
Bilirkişi raporunun içeriği dikkate alındığında, İHTİYAT İLKESİ gereğince de davaya konu maden işletmesinin faaliyetine izin verilmemelidir.
Bilindiği gibi Anayasanın 90. maddesine 5170 no lu kanunla eklenen fıkraya göre; ‘’Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla Kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.’’
Belirtilen uluslararası sözleşmeler gereğince de dava konusu işlemin hukuka aykırılığı ortadadır.
Özet olarak dava konusu işlemin kamu yararına dolayısıyla hukuka aykırılığı apaçık ortadadır. Hukuka aykırı olan bu işlem hakkında bir an önce yürütmeyi durdurma kararı verilmezse, giderimi olanaksız zararlar doğacaktır.2577 Sayılı Yasanın 27/2. maddesindeki iki koşul da vardır. Bu nedenlerle; dava konusu işlem hakkında bir an önce yürütmeyi durdurma kararı verilmesini önemle diliyoruz.
SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıklandığı gibi;
· Açıkça hukuka aykırılığı kanıtlanmış olan işlemin uygulanması, şimdiden giderimi zor zararları doğurmuştur, bir süre daha uygulanması halinde doğacak zararların giderimi olanaksız hale gelecektir. Bu nedenle, daha fazla zaman kaybetmeden 2577 Sayılı Yasanın 27. maddesi gereğince dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmesini,
· Yürütmeyi durdurma kararının ardından içinde Halk Sağlığı Uzmanının da yer alacağı yeni bir bilirkişi heyeti oluşturularak, mahallinde yeniden keşif yapılmasına, yukarıda açıklanan ve ekli uzman görüşlerinde belirtilen eksiklik ve itirazlar da dikkate alınarak yeniden rapor alınmasına,
· Mahallinde yeni bir heyetle bilirkişi incelemesi yapılması isteminin yerinde bulunmaması halinde, yukarıda açıklanan ve ekli uzman görüşlerinde belirtilen eksiklik ve itirazlar da dikkate alınarak, bilirkişilerden ek rapor alınmasına,
Karar verilmesini dileriz. Saygılarımızla.
Katılma İsteminde Bulunanlar
Vekilleri Av.Arif Ali Cangı
(kendi adına asaleten)
Ekleri;
EK-1; TMMOB J. M.O. tarafından alınan S.Dilek tarafından hazırlanan uzman görüşü,
EK-2,3; TMMOB J.M.O. tarafından alınan T.Öngür tarafından hazırlanan uzman görüşü,
EK-4: AİHM 3.Daire’nin 10 Kasım 2004 tarihli “Taşkın Ve Diğerleri/Türkiye” kararı,
EK-5: Prof. Dr. Nükhet Turgut tarafından hazırlanmış; “AİHM’nin “Taşkın Ve Diğerleri/Türkiye” davasında verdiği kararın ve dava konusu olayın İdare Hukuku ve Çevre Hukuku yönünden değerlendirilmesi” başlıklı yazı,
EK-6: Bergama için yeni yapılan başvuruya ilişkin olarak AİHM’nin başvuruya öncelikle görüşme kararı aldığına dair yazı
Okunma Sayısı: 3210