Sayın başkan, sayın bakanım, kurultayımıza destek veren kamu kurumlarımızın değerli Genel Müdürleri, TMMOB nin sevgili başkanı, ve saygı değer oda yöneticileri, değerli meslektaşlarım, sevgili öğrenciler, basınımızın seçkin temsilcileri, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası‘nın düzenlediği 61. Türkiye jeoloji kurultayına hoş geldiniz. Hepinizi şahsım ve oda yönetim kurulumuz adına sevgi saygı ve dostlukla selamlıyorum. Her yıl olduğu gibi Kurultayımıza destek veren ve ev sahipliği yapan MTA Genel Müdürlüğü başta olmak üzere TPAO‘na TÜBİTAK TKİ, ETİ MADEN İŞLETMELERİ, AFET İŞLERİ, İLLER BANKASI, MİGEM ,DSİ, TCK ve onların çok değerli genel müdürlerine şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca dünyanın değişik coğrafyasından değişik ülkelerden kurultayımıza gelerek coşkumuza sevincimize heyecanımıza ve gururumuza ortak olan çok değerli bilim insanları meslektaşlarıma da hoş geldiniz diyor, kendilerini ülkemizde ve kurultayımızda görmekten onur duyduğumu ve onları misafir etmekten çok mutlu olduğumuzu bildirmek isterim.
Özverili bir çabayla Kurultay‘ın gerçekleşmesini sağlayan Kurultay yürütme Kurulu‘na, Kurultay Başkanı değerli hocamız, Prof. Dr. Sn. Cahit HELVACI‘nın şahsında teşekkür ediyorum. Ayrıca kurultayımıza bildiri ve posterle katılan meslektaşlarımıza, kurultay içinde gerçekleştirilecek, Marmara çalıştayı, eğitim çalıştayı ve jeotermal çalıştayı ile küreselleşme ve madencilik panelimize katılan ve katkı veren, oturumlarda görev alan meslektaşlarıma ve kurultayın tüm alt yapısını ören öğrencilerimize teşekkürlerimizi sunuyorum.
Değerli meslektaşlar,
Değerli meslektaşlar,
1850 lili yıllarda yaşanan sanayi devriminin en önemli tetikleyici unsurundan biri modern jeolojinin doğuşu ve gelişimidir. Jeoloji, Toplumların deviniminde önemli bir itici güç olmuştur. Bu güç Üretici güçlerin gelişimini, üretim biçimini, giderek toplumsal düzenin değişimine de yol açmıştır. Bu süreç insanoğlunun düşünsel evrimine de yansımış ve doğa olayları karşısında çaresiz insanın sihirsel düşünüşünden, dinsel düşünüşe ve nihayet akla, gözleme, deneye ve sorgulamaya dayalı bilimsel düşünüşe geçişini de hızlandırmıştır.
İnsanlığın düşünsel tarihinde, Sihirsel düşünüşten dinsel düşünüşe ve nihayet akla ve gözleme dayalı bilimsel düşünüşe geçişin, dünya üzerindeki en önemli coğrafi bölgesi, üzerinde yaşadığımız Anadolu‘dur. Anadolu‘da 2500 yıl Tales‘le başlayan bu bilim serüvenini günümüzde Türkiye jeoloji kurultayları aracılığıyla 61 yıldır sürdüren bilim serüvencilerini saygıyla selamlıyorum. Akıl yoluyla doğayı gözlemleyen bilimle anlamaya çalışan ve mühendislik yoluyla doğayı insanlık lehine dönüştürmeyi temel görev bilen tüm meslektaşlarımı tekrar saygıyla selamlamak istiyorum..
Onlar, bilim insanlarının yerine ulemaları ikame edenlere, küresel ısınmaya karşı yağmur duası çağrısı yapanlara ve bilim yerine dogma ve hurafeyi yüceltenlere karşı yanıtlarını "Anadolu‘da bilim ve bilimciler tükenmez" diyerek veriyorlar, bu kurultayda sunulacak 200 e yakın bilimsel bildiri ve poster ile seslerini yükseltiyorlar. Onların meslek örgütü Jeoloji mühendisleri odası da Türkiye jeoloji kurumundan aldığı 61 yıllık deneyim ve örgütsel ilişki birikimi ile bilimi ve bilimsel düşünceyi toplumla buluşturma ve Mustafa kemalin hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir ilkesiyle bu etkinlikleri düzenliyor yaygınlaştırıyor...ve bunun için de uğraşı veriyor..
Değerli meslektaşlar,
Odamız gelecek ay 34. kuruluş yıldönümünü kutlayacak genç bir meslek odasıdır. 1974‘te 161 üye ile başlayan Oda sürecimiz bugün 12000 üyesi, 11 Şubesi, 60 il ve 1 İlçe Temsilciliği, örgütsel ve mesleki alandaki deneyimi, bilgi ve ilişki birikimi, başta Bölüm Başkanlıklarımız, öğrencilerimiz ile jeoloji odaklı kuruluşların yanında diğer kamu kurumları ile geliştirilen ilişkileri, diğer meslek odaları ve sendikalar ile geliştirilen dayanışma ve mücadele birliktelikleri sonucu sadece üyeleri değil toplumsal birçok unsur tarafından ilgiyle izlenen etkin bir mesleki demokratik kitle örgütü haline gelmiştir.
Değerli meslektaşlar,
Odasal çalışmalarımızın, anayasal kamu kurumu kimliğine paralel olarak temel bir ekseni vardır; mesleki ve toplumsal duyarlılıkları aynı pota içinde toplamak. Biz Jeoloji Mühendisleri eğitim ve pratik formasyonları gereği diyalektik düşünen, doğal süreçlerin geride bıraktığı izlerden neden-sonuç ilişkilerini yorumlayarak 4 boyutlu jeolojik modellere ulaşan, farkında olsak da olmasak da en katıksız diyalektik düşünme tarzı ruhuna işlemiş insanlarız. Jeolojik kesitler atarak doğayı yorumlamada ki becerimiz bizleri toplumsal olaylara da kesit atma ve yorumlama gücünü de kazandırmıştır. Bu bağlamda odamız, mesleki demokratik bir kitle örgütü olarak, bir kamu kuruluşu olarak, dünyayı, ülkeyi ve yaşamı tanıyan, anlayan ve ona göre politikalar üreterek yaşama geçiren bir anlayış içerisindedir. Meslek alanlarımızda yaşanan sorunların ülkemizde yaşanılmakta olan genel sorunlardan bağımsız olmadığını bilmekte, bu sorunları bütüncül olarak kavramakta ve değerlendirmektedir. Dolaysıyla duyarlılıklarımızı Toplumsal yaşamda yol alan gerici şoven ve darbeci anlayışların geliştirdikleri, anti demokratik uygulamalardan, meslek alanlarımızla ilgili kamu yararına aykırı, insanı ve doğayı yok sayan her uygulamaya kadar, bilimden mühendislikten demokrasiden barış ve kardeşlikten yana göstermekte, TMMOB ilkeleri doğrultusunda açılımlar sunmaktadır..
Evet Değerli meslektaşlar,
Biliyorsunuz geçtiğimiz yıl yine bu salonlarda UNESCO, 2007-2009 yılını dünya yer yılı ilan ettiğini "toplum için yerbilimleri" söylemini tüm ülkelerde yaşama geçirmeye çalıştığını deklere etmiş ve odamızın da bu amaç doğrultusunda çalışmalarını yapacağını belirtmiştim. Bu kapsamda odamız geçtiğimiz 1 sene içinde yapmış olduğu onlarca etkinlikte temel felsefe olarak toplum için yerbilimleri ilkesinden ayrılmayarak ülke içinde depremden küresel ısınmaya karşı onlarca etkinlik yapmıştır. Son sekiz yılda 300 den fazla bilimsel etkinlik yapmış, 150 ye yakın kitap için 300 binden fazla baskı yapmış bilimin opülerleştirilerek halka ulaşmasını sağlamıştır. Bizler biliyoruz ki üretilen bilginin halka ulaşması, aklı hür vicadanı hür aydınlık insanların yetişmesi için önemlidir.
Değerli meslektaşlar,
Bilindiği üzere, Mavi Gezegenimizin geleceği, insanın ve doğanın hiçe sayıldığı her şeyin alınıp satılan bir eşyaya dönüştürüldüğü, kaynakların bir avuç varsıla aktarıldığı günümüzde olumsuz bir sürece evrilmiştir. Küresel kapitalizm ve emperyalizm kimi ülkelerde Savaşlar ve işgallerle kimi yerlerde de yasal düzenlemelerle Demokrasi ve Özgürlüğün yerleştirilmesi adına doğal kaynakları talan etmekte, aynı ülkelerde etnik ve mezhep temelinde iç savaşı körükleyerek o ülkeleri bölüp parçalayıp yönetmektedir
Bu politikaların ülkemize yansıması toplumsal yaşamımızda sancılar yaratmaktadır. insanı merkezine almayan , doğayı ,çevreyi hiçe sayan her şeyi alınıp satılan bir meta olarak gören bu anlayışlar doğal ve beşeri zenginliklerimizi, kamu kaynaklarımızı yok etmekte, küçültmekte yada özelleştirme adı altında sermayeye devretmektedir. Son 30 yılda madencilikten enerjiye ulaşımdan yerleşime, eğitimden sağlığa kadar bir çok sektörde ülkemiz ve toplumumuz aleyhine önemli yapısal dönüşümler gerçekleşti. Bu anlayışlar nedeniyle deprem, heyelan su baskınları, kaya düşmesi vb . doğa olayları afete dönüşmekte binlerce insanımızın canına ve mal kayıplarına neden olmaktadır. Bu anlayışlar küresel iklim değişikliklerini tetiklemekte insan yaşamı için temel gereksinim olan su kaynaklarımızı, denizlerimizi akarsularımızı meralarımızı sulak alanlarımızı ovalarımızı yok olmaktadır. Bu anlayışlar ülkemizde, madenlerimize, petrolümüze tüm yer altı kaynaklarımıza yönelik olarak ulusal politikalarımızı belirlememize set çekmektedirler.
Değerli katılımcılar,
Bugün dünyada Gelişmiş ülkeler ülke ve toplum yararına Ulusal politikalarını oluşturmakta ve geleceğe dönük kestirimlerini yapmaktadırlar. Bu sektörlerin başında yani ulusal politikaların oluşturulması ve mutlak uygulanması gereken sektörlerin başında madencilik sektörü gelmektedir. Bu konuda Kamuoyunda sıkça dillendirilen bir konuya açıklama getirmek isterim. Buda ülke ve toplum çıkarına nasıl bir madencilik olmalıdır sorusudur?
Değerli katılımcılar, bilindiği gibi ülkemiz yer altı kaynakları konusunda önemsenir bir potansiyel sunmaktadır. Ancak ülke ekonomisinde madenciliğin önemli bir yeri olduğunu maalesef söyleyemiyoruz. Türkiye, üretilen madensel kaynak çeşitliliği açısından, 152 ülke arasında, 29 maden türünde yapılan üretim baz alındığında, 10. sırada yer alır; ancak üretici ülkelerin dünya pazarı içi payları sıralamasında ‰ 16 oranı ile 52. sıradadır. 50 dolayında madensel kaynak üretimi yapılmakta ve bu üretimin yarattığı katma değer niceliği 3-4 milyar dolara ulaşmaktadır. Bunun GSMH içindeki payı ise %1.3 dolayındadır. Madencilik ve madene dayalı sanayi birlikte düşünüldüğünde oluşan katma değerin GSMH içindeki payı %12‘yi bulmaktadır. Bu da bu alanda 22 milyar dolarlık bir değer yaratıldığı anlamına gelmektedir. 1996 yılında yapılan İkinci Madencilik şurasında belirlenmiş maden kaynaklarımızın değerinin 2 trilyon dolar olduğu, bu bağlamda yılda 8-12 milyar dolarlık üretim yapılabileceği ve 4-6 milyar dolarlık bir dışsatımın gerçekleştirilebileceği ifade edilmiştir. Oysa uygulamada 4-6 milyar dolarlık bir üretim, 2.6 milyar dolarlık bir dışsatım gerçekleşebilmektedir.
Diğer yandan saptanmış maden kaynaklarımızdan bazıları gerekli teknoloji ve sağlanamadığı için atıl kalmış ya da yeterince değerlendirilememiştir. Malatya-Hasançelebi, Bingöl-Avnik demir yatakları, Mazıdağ fosfat yatağı vd. bunun örneklerindendir.
Madenciliğin yüksek katma değer yaratan, emek yoğun bir sektör olması, ülke sanayinin gelişimine ve işsizlik sorununun çözümüne önemli katkılar sağlayacak bir potansiyel ortaya koymaktadır. Diğer yandan madenlerin "yenilenemez" kaynaklar olması bu varlığın en verimli şekilde değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bütün bu özellikleri göz önüne aldığımızda madencilik politikalarının yazılı metinleri olduğunu düşündüğümüz maden yasalarını oluştururken ülke ve toplum çıkarlarını öne çıkaran ülke gerçeklerine uygun ve dünya örnekleriyle uyumlu bir maden yasasına ihtiyaç vardır.
Peki mevcut 5177 sayılı maden yasamız doğal kaynaklarımızı koruyan ve ülke sanayinin gereksindiği maden kaynaklarının geliştirilmesine öncelik veren yani ülkemizin gelişmesinde madenciliğin katkılarını artıran, bir yasamıdır. Maalesef olumlu bir yanıt veremiyoruz.
Bugün maden yasamız incelendiğinde her ne pahasına olursa olsun madencilik yapılmasını öngören, sadece üretimi gözeten, madenlerin hammadde olarak dışsatımının desteklendiği ve özendirildiği, ülke içinde işlenmesine ileri ve uç ürünlere dönüştürülmesine yönelik desteklerin olmadığı, planlamanın yok edildiği,maden yataklarımızın geliştirilmesine yönelik kayıt ve kuralların olmadığı, Madencilik sektöründe kullanılan makine, donanım ve gerecin ülke içinde üretilmesine yönelik endüstrilere yatırımların özendirilmediği, çevre ve doğanın gözetilmeden insanı merkezine almayan bir yaklaşımla madencilik için tüm tarihi doğal kültürel zenginliklerimizin göz ardı edildiği yarar zarar değerlendirilmesinin yapılmadığı , iş güvenliği, işçi sağlığı ve çevre sağlığı ile ilgili köklü önlemlerin olmadığı eksikli bir yasadır.
Bu yasa bugün geldiğimiz noktada madencilik sektörünün sorunları yerine küresel sermayenin krizini aşmaya yarayan bir yasadır. Bugün kazdağlarında uşak eşmede Artvin cerattepede, munzurda ve bir çok değişik yöremizde yaşananlar, yer altı kaynaklarımızın nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Değerli meslektaşlar,
Bunun adı madencilik değildir. Olsa olsa yer altı kaynaklarımıza yönelik bir tehdittir. Oysa Madencilik ülke sanayini destekleyen önemli bir sektördür. Sanayinin temel girdileri olan hammaddelerin aranması bulunması ülke yararına işletilmesi ulusal bir madencilik politikasının temelini oluşturmalıdır. Salt bu açıdan baktığımızda, belirlenmiş rezervlerin hemen işletilmesi durumunda bile ülkemize yılda ne kadar kazandırdığını bile bilemediğimiz bütün bilgilerin toplumdan saklandığı ne kadar üretildiği ne kadarının yurtdışına çıkarıldığı rafinesinin bile yurtdışında yapıldığı, newyork ve Toronto borsalarında madenlerimizin kumar masalarına yatırıldığı, ne kadar katma değer yaratıldığı devlete ne kadar vergi verildiği bilinmeyen büyük çevresel riskler oluşturan altın işletmeciliğinin neden ille de ülkemize dikte ettirildiğini sorgulamamız gerekmektedir. Bunu sorgulamak madenciliğe karşıyız demek değildir, bunu sorgulamak ülkemiz ve toplumsal menfaatın temel dusturudur. Bunu sorgulamak ulusal politikalardan yana olmaktır.
Değerli arkadaşlar,
Ulusal politikaların geliştirilmesinin zorunlu olduğu bir başka sektörümüz ise enerjidir. Bugün enerji sektöründe dışa bağımlılık oranımız %70 lere dayanmıştır. Bu ülkenin zengin linyit kaynaklarını, jeotermal , hidroelektrik potansiyelini hayat geçirmeliyiz. Güneş enerjisi, rüzgar enerjisi ve 8500 kmlik kıyılara sahip bir ülkede dalga enerjisine yönelik AR-GE çalışmalarını başlatmamız gerekmektedir. Bunun yanında MTA genel müdürlüğümüz tarafından geçtiğimiz aylarda Niğde civarında ortaya çıkarılan ve kamuoyunda büyük bir heyacan yaratan petrol bulgusu, araştırma çalışmalarının önemini ortaya koymuştur.araştırmaya ne kadar muhtaç bir jeolojik yapımız olduğunu ortaya koymuştur. Bunun yanında enerji sektöründeki yasal düzenlemelerimiz ulusal çıkarlara göre şekillenmelidir. Yine geçtiğimiz dönem gündeme gelen petrol yasa tasarısında ülke menfaatleri gözetilmemiştir. bunun yanında bu tasarıda ulusal varlığımız TPAO yabancı şirketler karşısında korumasız bırakılmış ve özelleştirilmesinin altyapısı oluşturulmuştur. Enerji sektöründe ısrarla doğal gaz anlaşmaları yapılmış ve enerjide dışa bağımlılığımız artmıştır. Daha geçtiğimiz aylarda İran‘ın doğal gaz kesme tehdidiyle Erzurum‘daki yurttaşlarımızın kışın ortasında dondurucu soğuğa mahkum edildiklerini unutmayalım. Şimdi yerli enerji hammadde kaynakları üzerinde yükselen bir enerji politikasını hayta geçirmeye dünden daha çok ihtiyacımız vardır.
Değerli meslektaşlar,
Bugün ülkemizde, jeolojik hizmet üreten uygulayıcı kuruluşlarımız maalesef büyük olumsuzluklarla karşı karşıyadır. Cumhuriyetin önemli kazanımları olan bu kamu kurumları ya kapatılmış, ya küçültülmüş yada içleri boşaltılarak bitirilmiştir. Bir çok kamu kuruluşumuz teknik eleman istihdamı ve proje üretme kapasitesi açısından giderek hızlanan biçimde küçültülmüştür. Bu süreçte yönetici kademelerine yapılan atamalarda; bilgi, beceri ve liyakat aranmasından vazgeçilmiştir. Bu şekilde, yetersiz kişilerin uzmanlık gerektiren makamlara getirilmesinin önü açılmış, kurumlardaki yozlaşmalar hızlandırılmıştır. Her dönemde belirli ölçülerde yaşanan kadrolaşma, son dönemde "kuşatma" şekline dönüşmüş ve tüm işyerlerinde iş barışını tehdit eder hale gelmiştir. Pek çok kurumda kirlilik, yozlaşma ve yolsuzluk had safhaya ulaşmıştır. Ülkemize kazandırdıkları katma değerlerle anılan güzide kuruluşlarımızın adları maalesef son dönemlerde, rüşvet, yolsuzluk ve operasyon kelimeleri ile birlikte anılmaya başlamıştır. Yaşanalar kamu vicdanını yaralamakta, ve iş barışını bozmaktadır. Yıllarını kuruma veren dürüst ve çalışkan insanlar kadrolaşma uğruna görevlerinden alınmışlar, küstürülmüşler yada koğuşturmalara uğramışlardır.
Bu durum hala onurlarıyla görev yapan, üreten ve ürettiklerini hiçbir kişisel çıkar gözetmeden ülke ve toplum hizmetine sunan yurtsever kamu çalışanlarını hak etmedikleri şekilde töhmet altında bırakmaktadır. Oysa onurlarıyla çalışan bu meslektaşlarımız yoksulluk sınırı altındaki ücretlere mahkum edilmiş ve kurumlarında dışlansalar da pasifize edilseler de mesleklerini bu ülkenin ve bu ülke insanının hizmetine sunmakta beis görmemiş ve görevlerine şevkle devam etmişlerdir. Sayın bakanlarımız burada aramızdayken seslenmek isterim, kamu kurumlarında özveri ile çalışan kamu çalışanlarının seslerine kulak veriniz. İnsanca yaşayacağımız bir Ücret iyileştirilmesi konusunda sizlerden ilgi göstermenizi bekliyoruz.
Değerli meslektaşlar,
Ülkemiz, sahip olduğu jeolojik, koşulları nedeniyle büyük can ve mal kayıplarına yol açan doğal afet olayları ile sıkça karşılaşmaktadır. Türkiye, yüzölçümünün % 93‘ü, nüfusunun % 98‘i deprem tehlikesiyle karşı karşıya olan bir ülkedir. Kentsel ve kırsal yerleşim alanları,depremin yanında heyelan, su baskını, kaya düşmesi vb.. tehlikelerin yarattığı zararlarla mücadele etmek zorunda da kalmaktadır. Afetler nedeniyle her yıl Gayri Safi Milli Hasılanın %1-3‘ü oranında bir kaybın (1999 Depremlerinin yarattığı kayıp 15-20 Milyar dolar civarındadır.) yaşandığı tahmin edilmektedir. Bu oran afetlerin neden olduğu doğrudan zararları ifade etmektedir. Afetlerin hesaplamalara yansıtılmayan çevresel sonuçlarını, iş gücü ve üretim kayıplarını vb. içeren dolaylı zararlarını da göz önüne aldığımızda ülkeye verdiği zararların daha da büyük olduğu görülecektir.
Doğal afetlerle bu derece iç içe olunmasına karşın zarar azaltma çalışmalarındaki yetersizliklerimiz sonucu 5 büyüklüğünde depremler bile ülkemizde can ve mal kaybına yol açar hale gelmiştir. Bu sonucu yaratan çok sayıda ekonomik, sosyal, kültürel, teknik vb. faktör sayılabilir. Ancak bu faktörlerin en önemlisi, toplumsal her olguyu doğrudan etkileyen ve olgular arasındaki neden-sonuç ilişkisinde hep ön planda yer alan, ülkemizdeki dışa bağımlı çarpık kapitalist gelişme süreci ve buna dayalı olarak gelişen toplumsal ilişkilerdir. Çarpıklığın eğitim, sağlık, sosyal güvenlik alanlarda yaşadığımız izlerinin aynısını afet konusunda da yaşıyoruz. Düşük standartlarda sağlıksız ve yasadışı bir yapılaşma, ranta dayalı kentleşme gibi faktörler afet zararlarının doğrudan belirleyicileridir. Bu durum afet politikalarımızı derinden etkilemektedir.
Son dönemlerde bayındırlık bakanlığımızın afet politikalarının oluşturulmasına yönelik olumlu çalışmalarını oda olarak gerçekten memnuniyetle izlediğimizi ve bir çok gelişmeye destek verdiğimizi de belirtmek isterim
Bugün afet sistemimizde ki yasal düzenlemelerdeki eksiklik ile kurumsal dağınıklık ve bu dağınıklığın getirdiği parçalı yapı zarar azaltma odaklı çalışmaları tıkamaktadır. Örneğin 7269 sayılı göre afetlerden sorumlu kuruluş Afet İşleri Genel Müdürlüğü görülse de çok sayıda (Kızılay, Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi, Proje Uygulama Birimi-PUB, Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü, vb.) kurumun afet olaylarına müdahil olduğu görülmektedir. Bu parçalı yapıda da kaçınılmaz olarak koordinasyon sorunları yaşanmaktadır.
Odamız bu sorunun aşılması için merkezi bir çatı altında afet yönetimi ile ilgili tüm birimlerin bir arada uyum içinde organize olabileceği Afet Müsteşarlığının kurulmasını her platformda dile getirerek bu konuya dikkat çekmiştir. Bu durum bayındırlık bakanlığımız tarafından da tespit edilmiş, ve geçen hafta AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ BAŞKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN TASARISI meclise sunulmuştur. Bu taslakta yer alan Afet yönetiminin tek çatı altında yeniden yapılandırılması ilk bakışta olumlu bir gelişme olarak görülse de, önerilen organizasyon şemasının ülkenin afet potansiyeli dikkate alındığında yetersiz kalacağı açıktır. Başta Önemli afet işerli genel müdürlüğü olmak üzere, Mevcut genel müdürlüklerin eleman, deneyim ve bilgi birikiminin geliştirilerek bir arada koordineli çalışması yerine, bu kurumların lağvedilerek 180-200 elemanlı "çekirdek" bir kadrodan oluşan bir kurumla afet hizmetlerini gerçekleştirmek mümkün görünmemektedir. Bu taslakta genel müdürlüklerin görev ve sorumlulukları daire başkanlığı düzeyine indirilirken ana hizmet birimleri olarak kamu yönetimi sistemi içinde pek görülmeyen sürekliliği ve sorumlulukları tanımlanmamış "çalışma grupları" kurularak hizmet satın almaya yönelik bir düzenlemenin önü açılmaktadır. Bu yolla afet hizmeti gören temel kurumlarda 50 yılı aşkın bir sürede oluşmuş bilgi birikimi, deneyim, teknolojik altyapı sıfırlanmaktadır. Yine bu tasarıda heyelan, su baskını,çığ, gibi jeolojik riskler er almamakta sadece depremler afet olarak kabul edilmektedir. Oda olarak bu tasarının çekilerek ülke gerçekleri ve dünya örnekleri ışığında yeni bir kanunun hazırlanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu durumun bir benzeri , geçtiğimiz dönem gündeme gelen iller bankası ile ilgili hazırlanan yasa taslağı içinde geçerlidir.
Oda olarak afet politikalarımızdan sorumlu olan bakanlığımızdan diğer taleplerimizde sıralamak isterim. Bunlardan biri Bakanlığımızın gerçekten ülkemizde ilk kez ve büyük emeklerle düzenlediği ve odamızca da taktirle karşılan Deprem şurasından sonra oluşturulan komisyonların yaptığı çalışmalar sonucunda İmar Planlarının hazırlanmasında önemli parametrelerden biri olan ve tarafınızca Afet işleri Genel Müdürlüğüne hem yazılı hemde sözlü talimat vermenize rağmen; İmar Planına Esas Jeolojik-Jeoteknik Etüt Rapor Formatı ve Uygulama genelgesi Afet İşleri Genel Müdürlüğünde oluşturulan komisyonca hazırlanarak olgunlaştırılmasına rağmen bu konunun bir türlü sonuçlandırılmaması yapılan çalışmaların olumluluğunu gölgelemektedir. oda olarak ilgili komisyonca düzenlenen genelgenin tarafınızca onaylanarak uygulamaya geçilmesini beklemekteyiz. Bu konu ulusal afet politikalarımız için önemli bir altlık oluşturması açısından yaşamsaldır.
Bunun yanında,
3194 sayılı imar kanununa dayanılarak hazırlanan ve ülkemizin kentleşme ve yapılaşma konularını kurallara bağlayan en önemli yönetmeliklerden biri olan zemin ve temel etütlerin yaptırılmasının zorunlu hale getirildiği Belediyeler Tip İmar yönetmeliğinde mesleklar arası yaşana yetki ve sorumlulk kargaşasının Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü tarafından çözüme ulaştırılması gerekmektedir. Bu konuda bizlerinde oda olarak içinde olacağımız bir çalışmayı başlatacağınıza inandığımızı da belirtmek isterim
ve son olarak,
05.02.2008 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliğine yönelik gerek sayın bakanımıza bizzat, gerekse de ilgili birimlere bu konudaki görüş ve düşüncelerimizi bildirmemize rağmen maalesef görüş ve önerilerimizin dikkate alınmadığını görmekteyiz.
Söz konusu yönetmeliğin göre hazırlanan zemin ve temel etüdü raporları denetime tabi tutulurken, bunu hazırlayan jeoloji mühendisleri yapı denetim sürecinde yok sayılmıştır.oda olarak bu konudaki talebimiz açıktır. Yapı Denetimi Kuruluşlarının her türlü sorumluluğunu alan Bakanlığınızın Yönetmeliğe Jeolojik-jeoteknik etüt sorumlu denetçi mühendisi olarak jeoloji mühendislerini de ilave etmesi gerektiğine inanmaktayız.
Değerli meslektaşlar,
Bugün jeoloji mühendislerinin karşı karşıya kaldıkları en temel sorun işsizliktir. Odamıza kayıtlı 12000 jeoloji mühendisinin %45 i işsiz yada meslek dışı alanlarda çalışmaktadır. Yaşanan bu olumsuz tablo, üretim ekonomisi yerine rant ekonomisinin tercih edilmesinin sonucudur. Oysa Ekonominin, geçtiğimiz yıl % 6 büyüdüğü özellikle vurgulanırken, bu tablonun yeni istihdam alanlarına ve işsizliğe yansımaması manidardır. Son dönemlerde MTA genel müdürlüğünün 2004 de almış olduğu 80 jeoloji mühendisi dışında kamu krumlarında jeoloji mühendisliği istihdamı yapılmamaktadır. Bu bağlamda önmüzdeki dönemde sayın mta genel müdürümüz tarafından kuruma 100 dolayında jeoloji mühendisi istihdamı yapılacağının bildirilmesini memnuniyetle karşılıyor kendilerine teşekkür ediyorum. Bunun yanında gerek ülke kaynaklarının gerek ciddi bir eğitim planlamasına dayanmayan, yatırım ve istihdamla ilişkilendirilmeyen ve sayıları 28 i bulan jeoloji mühendisliği bölümlerinin eğitim niteliği, açık iken, hem üniversite hem jeoloji mühendisliği bölümü hem de kontenjanlar artırılmakta, bu da yetmezmiş gibi ikinci eğitim ile durum daha da vahim hale getirilmektedir. Eğitim ve istihdam dengesinin kurulmaması nedeniyle öğrencilerimiz işsizliğe mezun edilmektedir. Odamız eğitimin eşit parasız olmasını, yeni bölümlerin açılmaması kontenjanların düşürülmesi ve 2. eğitimin kapatılmasından yanadır. Bu konuda kurultayımız içinde yapılacak jeolji mühendisliği eğitim çalıştayının sonuç bildirgesi odamız tarafından ilgililere iletilecek ve sonuçları takip edilecektir.
Değerli meslektaşalrımız,
Sözlerimi bitiriken, 61. Türkiye jeoloji kurultayımızın ülkemizin jeolojik sorunlarının kavranmasına, ülkemizin ekonomik ve demokratik yapısının gelişimine önemli katkılar sağlaması dileğiyle hepinize şükranlarımı iletiyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum
İsmet cengiz
Oda başkanı
Okunma Sayısı: 3142