JEOLOJİ ÇEVRE VE METALURJİ MÜHENDİSLERİ ODASI
MADEN YASASI DEĞİŞİKLİĞİ İPTALİ DAVASI DOSYASINA KATILMAK İÇİN ANAYASA MAHKEMESİ‘NE
BAŞVURU YAPTI
Odamızla birlikte Çevre Müh.Odası, Metalurji Müh.Odası, 19.10.2007 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Haşim Kılıç‘ ziyaret ederek, maden yasası değişikliği iptali davası dosyasına katılmak için anayasa mahkemesi‘ne başvuru yaptı..
Yapılan görüşme sonrasında ekli dilekçe ile davanın görüşülmesi sırasında odalarımızn
açıklamalarının alınması talepm edildi.
Görüşmeye; Odamız genel sekreteri, Dündar ÇAĞLAN, ÇMO Başkanı Ertuğrul ÜNLÜTÜRK, Metalurji Mühendisleri Odası Genel Sekreteri Hüseyin SAVAŞ, ile odalarımızın avukatı olan EGEÇEP Dönem Sözcüsü Av.Arif Ali CANGI katıldı.
Görüşme sıasına Başkan Vekili Haşim Kılıç; "...dava dosyasında henüz raportörün raporunu
düzenlemediğini, rapor geldiği zaman istemin değerlendirileceğini, gerek görülen teknik
açıklamalar için oda temsilcilerinin çağırılabileceğini..." belirtti.
Anayasa mahkemesine başvuru dilekçemiz aşağıdaki gibidir.
19 Ekim 2007
ANAYASA MAHKEMESİ SAYIN BAŞKANLIĞINA
Dosya No : 2004/70 Esas
İstemde Bulunanlar
(Başvurucular) : 1-TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası,
Bayındır Sokak No:7/7 Yenişehir/ANKARA
2-TMMOB Çevre Mühendisleri Odası,
Ataç 2 Sokak, No:66/9 Kızılay/ANKARA
3- TMMOB Metalurji Mühendisleri Odası,
Hatay Sokak- No: 10/9 Kızılay/ANKARA
Vekilleri : Av.Arif Ali Cangı (Kendi adına asaleten, diğer başvuruculara vekaleten)
Dilekçe Konusu : 5177 Sayılı Maden Kanununda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun‘un bazı maddelerinin Anayasaya Aykırılığı iddiası ile yürürlüğün durdurulması istemiyle TBMM üyesi 117 milletvekili tarafından Sayın Mahkemenizde açılan ve derdest bulunan davada;
T.C.Anayasası‘nın 149.maddesinin 4.fıkrası ile 2949 Sayılı Yasanın 30.maddesinin 2.fıkrası gereğince, başvurucuların davanın konusu yasa değişiklikleri hakkında sözlü açıklamalarının dinlenmesi ve bilgi alınması amacıyla davet edilmelerine karar verilmesi,
Dava konusunda açıklamalarımızın sunulması ve yargılamanın bir an önce sonuçlandırılarak, Anayasaya aykırı yasa değişikliklerinin iptaline karar verilmesi istemidir.
I- SÖZLÜ AÇIKLAMALARIMIZ İÇİN DAVET İSTEMİ;
Bilindiği gibi; İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç ile birlikte 117 Milletvekili tarafından "25.05.2004 günlü 5177 Sayılı "Maden Kanununda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun‘un; 3 üncü maddesiyle değiştirilen 3213 sayılı Maden Kanunun 7 nci maddesinin birinci ve sekizinci fıkralarının, 5 inci maddesiyle değiştirilen 3213 Sayılı Maden Kanunun 10 uncu maddesine eklenen altıncı fıkranın, 10 uncu maddesiyle değiştirilen 3213 sayılı Maden Kanunun 16 ncı maddesinin son fıkrasının ikinci tümcesinin, 20 nci maddesiyle değiştirilen 3213 sayılı Maden Kanunun 46 ncı maddesine eklenen onuncu fıkranın, 23 üncü maddesiyle değiştirilen 3213 sayılı Maden Kanunun Ek 1 inci maddesinin birinci fıkrasının, 28 incı maddesiyle Çevre Kanunun 10 uncu maddesine eklenen 3 üncü fıkranın, Kanunun Geçici 1 inci maddesinin altıncı fıkrasının birinci tümcesinin iptali ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulması istemli dava açılmıştır. Söz konusu dava, Sayın Mahkemenizin 2004/70 Esasına kayıtlıdır.
T.C.Anayasası‘nın 149. maddesinin 4. fıkrasına ve 2949 Sayılı Anayasa Mahkemesi‘nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un 30.maddesinin 1.fıkrasına göre "...Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinde inceler. Ancak, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırır..."
Başvurucu TMMOB‘a bağlı Odalar; 6235 Sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yasası gereğince kurulan bir kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.. 2 Aralık 2002 tarih ve 24954 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanan TMMOB Ana Yönetmeliği‘nin "Birliğin ve Bağlı Odaların Amaçları" başlıklı 3. Maddesinin (b) bendine göre; ...Mühendislik ve mimarlık mesleği mensuplarının ortak gereksinmelerini karşılamak, mesleki etkinlikleri kolaylaştırmak, mesleğin genel yararlara uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halkla olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakını korumak; kamunun ve ülkenin çıkarlarının korunmasında, yurdun doğal kaynaklarının bulunmasında, korunmasında ve işletilmesinde, çevre ve tarihi değerlerin ve kültürel mirasın korunmasında, tarımsal ve sınai üretimin artırılmasında, ülkenin sanatsal ve teknik kalkınmasında gerekli gördüğü tüm girişim ve etkinliklerde bulunmak" Kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve bağlı Odaların amaçları arasında sayılmıştır (EK-1; TMMOB Ana Yönetmeliği).
Bilindiği gibi Anayasa‘nın 17/1. maddesine göre; ".. Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.." Anayasa‘nın 56/2 maddesine göre de "...çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir..."
Başvurucu TMMOB Mühendis Odaları dava konusu olan yasanın uygulamasına ilişkin yönetmeliklerin iptali için dava açan, yasa ve yönetmeliklerin uygulanması sonucu, çevre sağlığı ve canlı yaşamı için risk oluşturan maden-kimya işlemelerine izin veren yönetsel işlemlerin iptalleri için dava açan tüzel kişilerdir (EK-2 İlgili davalardan belgeler).
Başvurucuların uzman meslek odaları olmaları, Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını ve çevre kirlenmesini önlemek ödevi yükleyen Anayasal düzenlemeler ile ekli hukuksal müdahaleleri göz önüne alınarak, T.C.Anayasası‘nın 149.maddesinin 4.fıkrası ile 2949 Sayılı Yasanın 30.maddesinin 2.fıkrası gereğince, davanın konusu yasa değişiklikleri hakkında sözlü açıklamalarının dinlenmesi ve bilgi alınması amacıyla davet edilmelerine karar verilmesini diliyoruz
II- DAVA KONUSU HAKKINDA AÇIKLAMALARIMIZ:
Bilindiği gibi; TMMOB‘ye bağlı odaların çoğunun da içinde bulunduğu kuruluşlar ve duyarlı yurttaşların tüm kaygı, eleştiri ve uyarılarına karşın, eleştiri ve kaygılar dikkate alınmadan 5177 Sayılı Yasa çıkarılmış ve yürürlüğe girmiştir. İptal davası dilekçesinde belirtildiği gibi; "...5177 sayılı Yasanın 3 üncü maddesi ile değiştirilen 04.06.1985 tarih ve 3213 sayılı Maden Yasası‘nın 7 nci maddesinin birinci fıkrası; Anayasanın 2., 6., 7., 11., 43., 45., 56., 63., 90. ve 168. maddeleri ile uluslararası sözleşmelere dolayısıyla Anayasanın 90 ıncı maddesine aykırıdır.
1.) Yürütme organına, yasama organı işlevi yüklenmiştir;
İptali istenen 5177 Sayılı "Maden Kanununda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun‘un; 3 üncü maddesiyle değiştirilen 3213 sayılı Maden Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrasına ile "...Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, kara avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, tarım, mera, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, askeri yasak bölgeler ve imar alanları ile mücavir alanları madencilik faaliyetine açılmış, bu alanlarda yapılacak madencilik faaliyetlerinin çevresel etki değerlendirmesi, gayri sıhhi müesseseler ile ilgili hususlar dahil hangi esaslara göre yürütüleceği Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenmesi..." öngörülmüştür.
Oysa 7.maddenin 5177 Sayılı yasa ile değiştirilmeden önceki metni şöyleydi; ‘‘Orman, ağaçlandırma alanlarında, askeri yasak bölgelerde ve sit alanları yakınlarında madencilik faaliyetlerinde bulunulması ilgili kanun hükümlerine göre izne tabidir.‘‘
Böylece, hiç bir Avrupa Konseyi ülkesinde mevcut bulunmayan bu hükümlerle,madencilik sektörüne; Anayasa ve uluslararası çevre sözleşmelerine aykırı olarak dilediği yerde dilediği şekilde maden işletme olanağı sağlanmıştır. Türkiye‘nin kültür ve tabiat varlıklarının korunması için gerekli olan ÇED Yönetmeliği (halkın katılımı ve duyarlı alanlar) ) ve GSM Yönetmeliği ve diğer koruma mevzuatı dışlanmış, Bakanlar Kurulunun çıkaracağı bir Yönetmelikle ‘‘çevre ve insan sağlığı‘‘ by-pass edilmiştir. Bugün, Kelebek vadisinde, Fırtına Deresi‘nde, Kapadokya‘da, Ayasofya‘nın bahçesinde maden işletmesi yasal olarak mümkündür.
Sayın Yüksek Mahkemede bu davanın açılmasından bu yana geçen yaklaşık 3 yıllık süre içinde 5177 sayılı kanun ile yönetmeliklerinin uygulamasının başlatılması ile birlikte İLERİDE TELAFİSİ OLANAKSIZ olan çok ciddi kültür ve tabiat varlıkları katliamı süregelmektedir.
Ülkemizin, eşsiz zenginlik ve güzellikteki SİT ALANLARI, MİLLİ PARKLARI, sulak alanları, tarım arazileri, yer altı su rezervleri 5177 sayılı Kanuna dayalı olarak sürekli ve katlanılamaz boyutlarda katledilmektedir. Örneğin,
Bergama-Ovacık‘ta, sağlıklı çevrede yaşama hakkı, hukuk devleti ilkesi alt-üst edilmiştir. Defalarca İdare Mahkemeleri ve Danıştay tarafından kamu yararına olmadığı gerekçesiyle işlemleri iptal edilmesine, üç ayrı başvuruda AİHM tarafından AİHS‘nin 6. ve 8.maddesinin ihlali kararı verilmiş olmasına rağmen 5177 Sayılı Yasa değişikliğinin getirdiği yönetmelik ve uygulamalara dayanılarak, maden ve kimya tesisinde faaliyet sürmekte, Kozak Yaylalarında açılması planlanan yeni ocaklardan ve ülkenin diğer yörelerinden getirilecek toprağın ayrıştırılması için kapasite artımına gidilmektedir. "...Tesis cevher işleme tesisi yılda 300.000 ton cevher işlemek için projelendirilmiştir. İşletmenin yıllık taze su ihtiyacı: 350.000 tondur. Bu suların büyük kısmı araziden, kuyulardan pompalarla çekilmektedir İşletmenin bulunduğu Bergama‘nın Ovacık, Çamköy arazilerinde yeraltı su seviyesi: 1990‘lı yıllarda 60 metredeyken, 2000‘li yıllarda 100 metreye inmiş, altın madeninin işlemeye başlaması ile 120-160 metre derine düşmüştür, sıcak havalarda su havuzlarında su seviyesi buharlaşma nedeniyle düştüğünden kuyu ve dere sularının kullanıma sokulması yeraltı su tablasının azalmasına ve suyun tuzluluk seviyesinin yükselmesine neden olmaktadır.. (Cumhuriyet Gazetesi- 27.08.2007-Türkel Minibaş‘ın yazısının fotokopisi eklidir).
Uşak-Eşme-Kışladağ‘da hukuka aykırı işlemlere dayanılarak bir buçuk yıl faaliyet yürütülmüş, ikibin kişinin zehirlenmesi olayı yaşanmıştır. Danıştay 6.Dairesi‘nin ÇED olumlu belgesinin iptali davasının temyiz aşamasında 09.07.2007 tarih ve 2006/7429 E. sayılı kararla verdiği yürütmeyi durdurma kararı üzerine 19 Ağustos 2007 tarihinde faaliyeti durdurulan Kışladağ Altın Madeni ve Kimya Tesisi, 6 Nisan 2006 tarihinde başlayan deneme izni sürecinde Eşme‘de yaklaşık ikibin kişinin zehirlenme olayı yaşanmıştır. Zehirlenen kişilerden alınan kan örneklerinde yapılan tahlillerde, kandaki siyanür miktarı olabilecek oranın çok üzerinde çıkmıştır. Danıştay 6.Dairesi‘nin yürütmeyi durdurma kararı üzerine faaliyete olanak sağlayan 6.4.2006 tarihli deneme izni hakkında Danıştay 8.Daire‘nin 2007/5143 E. sayılı dosyasından 18.09.2007 tarihinde, 6.4.2007 tarihli açılma ruhsatı hakkında da Manisa İdare Mahkemesi‘nin 2007/1235 E. sayılı dava dosyasından 17.08.2007 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir. Yani; Kışladağ Altın Madeni ve Kimya Tesisi hukuka aykırı işlemlere dayanılarak 06.04.2006 tarihinden 19.08.2007 tarihine kadar yörenin çevre sağlığı ve canlı yaşamı için büyük risk oluşturacak şekilde faaliyet göstermiş,
İzmir‘in su havzası içinde EFEMÇUKURU‘nda altın madenciliği işletmesi yapılmaya çalışılmaktadır;
Turgutlu Çal Dağı‘nda 286.000 ağaçlı ormanın yok olması, bölgenin su kaynaklarının ve tarım alanlarının kirlenmesi pahasına sülfirik asitle nikel madeni işletilmektedir.
1993‘ten bu yana bir bölümü Milli Park statüsünde bulunan Kaz Dağları, uluslararası altın/kimya şirketlerinin adeta istilasına uğramış ve madencilik araştırma faaliyetleri başlamıştır(EK-3: Kaz Dağları ile ilgili son gelişmeleri içeren Gazete Haberleri)) .
Bu yasal düzenlemeye dayanılarak Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği 2005/9013 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla çıkarılmış ve 21.06.2005 tarih ve 25852 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmeliğin bir takım hükümlerinin iptali için başvurucular tarafından dava açılmıştır. Dava derdesttir (Danıştay 8. Daire 2005/5552 E) Bakanlar Kurulu tarafından 21 Mart 2007 tarihinde 2007/11932 karar sayılı "Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik" düzenlemesi yapılmış, yönetmelik değişikliği 21 Nisan 2007 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Başvurucular tarafından yönetmelik değişikliği hakkında da iptal davası açılmıştır (Danıştay 8. Daire 2007/4418)
Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği‘nin yanı sıra Bakanlar Kurulu‘nca 14/7/2005 tarihinde "İşyeri Açma Ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik" düzenlenmiş, Resmi Gazete‘nin 10.08.2005 gün ve 25902 sayılı nüshasında yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelikle birlikte İçişleri Bakanlığı tarafından düzenlenmiş olan, 9/3/1989 tarihli ve 20103 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik ile Sağlık Bakanlığı tarafından düzenlenmiş olan 26/9/1995 tarihli ve 22416 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Gayri Sıhhi Müesseseler Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır. Başvurucular tarafından açılan İşyeri Açma Ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik‘in iptali davası derdesttir(Danıştay 8. Daire 2006/1248 E). Bakanlar Kurulu‘nun 19.03.2007 tarihli kararı ile "İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik" düzenlenmiş, Resmi Gazete‘nin 13.04.2007 gün ve 26492 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. Başvurucular tarafından yönetmelik değişikliğinin iptali için de dava açılmıştır (Danıştay 8. Daire 2007/4010 E.)
5177 Sayılı Yasa değişikliğinin anayasaya aykırı olduğunu görmek için, yasa değişikliğinden sonra çıkartılan yönetmelikler ile yönetmelik uygulamalarına bakmak yeterlidir.
Gerek 5177 sayılı Yasada, gerekse belirtilen yönetmeliklerdeki ana çelişki şudur: Madencilik çalışmaları, uygun önlemler alınmazsa su alanlarını kirleten, doğal, kültürel, arkeolojik sit alanlarını bozan, tarım, zeytinlik ve mera alanlarını yok eden bir uğraş iken; madencilikle ilgilenenler için, sit alanı, su havzası, tarım alanları, meralar vs madenciliği engelleyen hususlardır. Bu çelişkiyi koşulsuz olarak madenciler lehine çözmeye çalışan Yasa ve ona dayanılarak çıkarılan Yönetmeliğin bu haliyle uygulanması durumunda, madencilik çalışması adına kamu yararı ve idari yargı kararları hiçe sayılacak ve bu husus içinden çıkılmaz kargaşa ve sorunlara yol açacaktır. Son sözün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına verilmesi ve bu alanlarda madencilik mantığı öne alınarak düzenleme yapılması, her biri ayrı uzmanlık isteyen konularda uzman olmayan kişilerin karar vermesi ya da uzman olanların görüşlerinin yalnızca dikkate alınması ama uygulanmaması, telafisi olanaksız zararların doğmasına neden olacaktır.,
Danıştay‘ın incelemesi engellenmiştir.Yasa değişikliğine dayanılarak çıkartılan Madencilik İzinleri Yönetmeliği‘nin Genel İlkeler başlıklı İkinci Bölümünde yer alan "İzinlerle ilgili temel ilke" başlığı altındaki 5. maddesinin 3. fıkrasında; "Bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarınca, bu Yönetmelik hükümlerinde belirtilen haller ve diğer kanunların ilgili hükümleri dışında, madencilik faaliyetleri engellenemez ve çıkarılacak yönetmeliklerde bu Yönetmelikte belirtilen kısıtlamaların dışında bir kısıtlama getirilemez" ilkesi kabul edilmiştir.
"...Yönetim kendi görev alanına giren işleri yürütebilmek için, yasalara aykırı olmayan fakat onların uygulamasını gösteren düzenlemelerde bulunabilir. Düzenleyici yönetsel işlemler, kamu yönetiminin düzenli bir biçimde işlemesini sağlayan yoldur. Yönetimin bu yola gitmesi, "düzenli yönetim" ilkesinin de bir yoludur..."(Prof. Dr.A.Şeref Gözübüyük- Yönetim Hukuku-İkinci bası s.202).
Yönetimin genel düzenleyici işlem yetkisi Anayasa‘nın 115. ve 124. maddelerinde düzenlenmiştir. Anayasa‘nın 115.maddesine göre; "Bakanlar Kurulu, kanunun uygulanmasını göstermek veya emrettiği işleri belirtmek üzere, kanunlara aykırı olmamak ve Danıştayın incelenmesinden geçirilmek şartıyla tüzükler çıkarabilir". 124. madde de; "...Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler..."
Söz edilen yönetmelik Bakanlar Kurulu tarafından çıkartılmıştır. Üstelik 5.maddesinin 3.fıkrasında, konuyla ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının yönetmelik çıkarma yetkilerini sınırlamaktadır.Bu şekilde bu yönetsel işleme, yönetmelik olmaktan öte daha üst bir hukuksal norm niteliği kazandırılmaya çalışılmıştır. Oysa, yönetmeliğin daha üstü hukuk kurallarını kapsayan düzenleyici işlemler Bakanlar Kurulu tarafından çıkartılan Tüzüklerdir.
Yönetmeliğin yukarıdaki düzenlemesi yönetmelikten çok Tüzüklere özgü bir düzenlemedir. Tüzükler de Anayasa‘nın 115.maddesi gereğince Danıştayın incelemesinden geçirilmesi gereken işlemlerdir. İşlemin adına Yönetmelik denilerek, yapılan düzenlemenin Danıştay‘ın incelemesinin önüne geçilmiştir. Bunun yanı sıra; konuyla ilgili Bakanlıkların ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının yetkileri kısıtlanmış durumdadır. Bu açıkça Anayasaya aykırılık oluşturmaktadır.
Yönetmelik, iptali istenen 5177 Sayılı "Maden Kanununda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun‘un; 3 üncü maddesiyle değiştirilen 3213 sayılı Maden Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrasına dayanmaktadır. Yasa değişikliği ile pek çok hassas alanda madencilik faaliyetlerinin yapılış esasları Bakanlar Kurulu‘nun çıkarttığı yönetmeliklere bırakılmıştır. Bu yönüyle Anayasa‘nın 115 ve 124. maddeleri düzenlemeleri yok sayılmıştır.
Bu yasa değişikliği ile ormanlar hesapsızca yok edilip, madencilik faaliyetine açılacaktır.Ülkemizin ender doğal zenginliklerinin korunduğu milli parklar, özel koruma bölgeleri, ağaçlandırma alanları, Tabiat parkları, tabiat alanları, tabiat anıtları, özel koruma bölgeleri, doğal ve kültürel sit alanları kentlerin imar alanları, turizm bölgeleri, kültür alanları madencilik faaliyetine açılacaktır. Kısacası, nerede olursa orada; kültürel ve doğal değer olup olmamasına bakılmaksızın, orman varlığının yok olmasına aldırılmaksızın, insanların sağlığı ve içme suyunu tehdit edip etmediğine aldırmaksızın, kentlerde yaşadığımız imarlı alanlara komşu olup olmadığına bakılmaksızın maden aranıp işletilecektir
Sit alanlarının madenciliğe açılması; 1972-Paris- Dünya Kültür ve Doğal Mirasının Korunmasına dair Sözleşme ile "...kültür mirası ve doğal miras niteliğindeki varlıkların evrensel miras olduğu kabul edilmiş, sözleşmeci ülkelere, kendi ülkelerindeki, kültür mirası ya da doğal miras sayılabilecek varlıkların saptanması, korunması, muhafazası teşhiri ve gelecek kuşaklara iletilmesinin sağlanması..." görevi yüklenmiştir. 1985- Granada Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi ile korunacak anıt, bina grupları ile ören yerlerinin kesin olarak tespit edilebilmesi için Sözleşmeci Devletler; "...bu tarihsel varlıkların envanterlerini oluşturmayı, bu tarihsel varlıklara zarar verebilecek tehlikeli durum doğduğunda, en kısa zamanda gerekli dokümanları hazırlamayı, mimari mirasın korunması için yasal önlemleri almayı, korunma için gerekli denetlemeleri yapmayı, korunan varlıkların bozulmasını, hasar görmesini veya yıkılmasını, önlemeyi..." taahhüt etmişlerdir. 1992 Valetta/Malta Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi ile de Sözleşmeci Devletler; "...arkeolojik mirasın korunması için gerekli önlemleri almak, arkeolojik araştırma faaliyetlerini bilimsel güvence altına almak, arkeolojik mirasın tercihen bulunduğu yerde korunması ve bakımını sağlamayı ..."taahhüt etmişlerdir. T.C.Anayasası, "Tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması" başlığı altındaki 63/1.maddesinde; "...Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır..." düzenlemesini getirmiştir. Yasanın düzenlemesi sayılan uluslar arası sözleşmeler ile anayasa hükümlerine aykırıdır.
Su havzaları; Günümüzde içme suyu kaynaklarının hızla kirlendiği ve azaldığı göz önünde bulundurulduğunda koruma koşullarının daha da geliştirilmesi gerekirken, koruma alanları içinde kirletici faaliyete izin verilmesi, su havzalarının korunmaması anlamını taşımaktadır. İçinde bulunduğumuz yüzyılın en önemli sorunlarından biri, temiz su kaynaklarının hızla azalması, suya erişimin zorlaşması ve su yoksulluğunun giderek artmasıdır. Birleşmiş Milletler Çevre Programının (UNEP) 2002 yılında yayınladığı 3. Küresel Çevre Raporuna göre, başta Afrika ve Asya kıtalarında yaşayanlar olmak üzere, dünyada 1.1 milyar insan güvenli içmesuyu, 2.4 milyar insan ise güvenli arıtma hizmetlerinden yoksundur.
UNEP 2002 raporunda, piyasa koşullarının küresel ölçekteki siyasi, ekonomik ve sosyal koşullara bu şekilde yön vermesinin devam etmesi halinde 2032 yılı itibarı ile dünya nüfusunun yarıdan fazlasının ciddi su sıkıntısıyla karşılaşabileceğine dikkat çekilmektedir.
Ülkemiz "su stresi" çeken ülkeler arasında. Su kaynakları hızla tükenmekte ya da kirlenmekte, 20 yıl önce kişi başına 4 bin metreküp su düşüyordu, bugün 1430 metreküp su düşüyor. Bilimsel araştırmalarda, 2030 yılına kadar ülkemizde kişi başına düşen su miktarının 1/3 oranında azalacağı, bin metreküpün altına ineceği uyarısında bulunuluyor, 30-35 yıl sonra Türkiye‘nin çöl halini alacağı tahminleri yapılıyor. Bu karamsar tablo karşısında, su kaynaklarını kıskançlıkla korumak zorundayız, yoksa çocuklarımız bir bardak suya hasret kalacaklardır.
İçmesuyu havzalarında galeri yöntemi dahil tüm maden ocakları yer altı ve yüzeysel suların akış rejimini etkilemekte, maden arama ve çıkarma sırasında yapılan sondajlar ise toprak katmanlarında değişimlere neden olarak yeraltı ve yüzeysel sularla beslenen baraj göllerinin su kalitesini ve miktarını etkilemektedir. Ayrıca madencilik faaliyetleri arazi topografyasını bozmakta, çoğu tarımsal ve orman alanı olan bu bölgelerin fauna ve florasını etkileyerek çevresel boyutta büyük risklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Dünyada üretilen tüm zararlı yada zararsız, kimyasal yada biyolojik maddeler doğadan elde edilen hammaddeler ile üretilmektedir. Doğada hammadde olarak bulunan materyal işlendiğinde yada kimyasal ve biyolojik tepkimeler sonucu değiştirildiğinde özelliğini tamamen kaybetmekte ve başka formlara dönüşmektedir. Bu nedenle doğada saf halde bulunan maddelerin işlenmesi sonucu katı atıklar, sıvı atıklar veya gaz atıklar oluşmaktadır. Örneğin galeri yöntemi ile çıkarılmayan mermer işleme ile mermer tozu karışımından atıksu oluşmaktadır. Ayrıca bloklar halinde çıkarılan mermer nedeniyle arazi yapısı bozulmaktadır. Yüzeysel yağışlar neticesinde göl çanağına doğru temiz su akışını sağlayan arazi su çizgileri, mevsimsel olarak oluşan dere yatakları bozulmakta ve temiz su akışının göl çanağına ulaşması engellenmektedir. Akışa geçen temiz suyun göl çanağına varış süresi, miktarını etkilemekte, varış geciktikçe su toprak tarafından emilmekte yada güzergahını değiştirerek göl çanağına ulaşması engellenmektedir.
Madencilik faaliyetlerinin doğada yapacağı olumsuz müdahaleler sonucunda erozyon ve çökelme olaylarında ve kimyasal dengelerde birtakım değişimlerin ortaya çıkabileceği, doğal akış yönünün ve akış hacminin döngüyü olumsuz etkileyeceği gerçeği ile su havzalarında her türlü maden arama ve işletilmesine izin verilmemelidir.
Özet olarak; madencilik faaliyeti, yapısı gereği, ağır metal kirliliği ve diğer kirliliğe yol açan bir faaliyettir. Bu nedenle, su havzalarında kirlenmeye yol açacağı çok açıktır. Burada sağlanmaya çalışılan su kirliliğinin önlenmesi mi yoksa, madencilik faaliyetinin kolaylaştırılması mı anlaşılamamaktadır. Hiçbir ekonomik değerin insan ve canlı yaşamından daha önemli olmadığı göz önüne alındığında, su havzalarında madencilik faaliyetine izin verilmesi Anayasa‘nın yaşama hakkını düzenleyen 17. maddesine ve sağlıklı çevrede yaşama hakkını düzenleyen 56. maddesine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
Orman alanları; Yasa değişikliği ile Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları da madenciliğe açılıyor. Ormanların orman alanı olarak korunmasındaki kamu yararı, madencilikten daha öncelikli ve üstündür. Sürdürülebilir ekolojik dengenin sağlanabilmesi için ormanların öncelikle orman olarak korunması Anayasal bir zorunluluktur. Yasa düzenlemesi ile Ormanların madenciliğe nasıl tahsis edileceğinin yönetmelikle düzenlenmesi öngörülmüştür. İdareye çok geniş takdir yetkisi bu düzenleme, ormanlara özel bir önem veren ve bu konuda ayrıntılı hükümler içeren 169. Maddenin ruhuyla bağdaşamaz.
Tarım alanları; Anayasanın 45. Maddesinde "Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek..." ödevi ile yükümlüdür. Anayasa‘nın bu düzenlemesine aykırı olarak yasa değişikliği ile hiç bir sınırlama olmadan tarım alanları ve meralar madencilik faaliyetlerine açılmıştır. Bütün tarım alanlarında madencilik faaliyetlerine serbestlik getiren bu düzenleme, nitelikli tarım arazilerinin zarar görmesine yol açabilecek, son derece yanlış, yalnızca madenciliği gözeten ve bu anlamda hiçbir kısıtlamayı kabul etmeyen ağır bir düzenlemedir
Kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, Anayasa‘nın 43.maddesine göre; "...Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir..." 3621 sayılı Kıyı Yasası‘nın 5. maddesine göre; "...Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır. Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir..."
Anayasanın ve Kıyı Yasasının bu düzenlemeleri karşısında, bu alanlarda, "kazanılmış hak" kavramının geçerliliği yoktur. Kıyı Yasası‘nın 6.maddesine göre; "...Kıyı, herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık olup, buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz. Kıyılarda, kıyıyı değiştirecek boyutta kazı yapılamaz; kum, çakıl vesaire alınamaz veya çekilemez. Kıyılara moloz, toprak, curuf, çöp gibi kirletici etkisi olan atık ve artıklar dökülemez..."
Anayasa‘nın Kıyı Yasası‘nın bu sınırlamalarına karşın, 5177 Sayılı Yasa değişikliğine dayanılarak düzenlenen Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği ile her hangi bir ÇED çalışması olmadan bu alanlarda "sondaj, yarma, galeri açma" gibi kıyıları bozacak faaliyetlerinin önü açılmıştır. Burada da madencilik söz konusu olunca, Anayasa‘daki ve özel yasalardaki tüm yasaklar, sınırlamalar yok sayılmıştır.
Plansızlığın önü açılmıştır; yukarıda da belirtildiği gibi, madencilik faaliyetleri için yasaların, Anayasa‘nın üstünde bir ayrıcalık yaratılmaktadır. Söz konusu olan madencilik olduğu zaman imar planı aranmayacağı, ruhsatsız yapı yapılabileceği, yapılar için yapı kullanma izni aranmayacağı kuralları getirilmektedir. Yasa değişikliğine dayanılarak çıkartılan Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği‘nde madencilik faaliyetlerinin, imar planlarının uygunluğu, yapıların ruhsatları ve yapı kullanma izinleri şartları aranmamıştır. Hiçbir yasada yer alamayan madencilere "plansız ve ruhsatsız yapı yapma" hakkı tanınmıştır. Diğer yandan, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu‘nun "imar kirliliğine neden olma" başlığı altında düzenlenen 184. maddesinin 3. bendine göre; "Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır". İmar planı yapılmayan bir yerde ruhsat hukuku da geçerli olmayacağından, madencilik faaliyetleri için ceza yasasının bu hükmü uygulanmayacaktır. Bu da yasaya aykırı bir af niteliğindedir. Maden işletmecilerine tanınan bu ayrıcalık Anayasa‘nın 10. maddesindeki yasa önünde eşitlik ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır.
Bergama-Ovacık Altın Madeni Örneği; Yasa değişikliği ile hukuk devleti ilkesinin yok edilmesini ve plansızlığa ödün verilmesini daha iyi açıklamayabilmek için yaşanmış bir olayı anlatmak istiyoruz;
Bilindiği gibi, Bergama-Ovacık Altın Madeni ve Kimya Tesisi‘ne ilişkin olarak onbeş yılı aşkın süren hukuksal, toplumsal ve bilimsel tartışmalar sürmektedir. Söz konusu faaliyete ilişkin verilen ÇED olumlu belgesinin iptali davasında Danıştay 6. Dairesi‘nin 13.05.1997 tarih ve 1996/5477 E. - 1997/2312 K. sayılı bozma kararı ve bu karar doğrultusunda, İzmir 1.İdare Mahkemesi‘nin 15.10.19997 Tarih ve 1997/636-877 sayılı kararında "...doğrudan veya çevrenin bozulması ile dolaylı olarak insan yaşamını etkileyeceği kesin olan siyanür liç yöntemi ile altın madeni işletilmesine izin verilmesi yolundaki dava konusu işlemde kamu yararına uygunluk bulunmamaktadır..." gerekçesiyle maden işletmesine izin veren Çevre Bakanlığı‘nın işleminin iptaline..." karar verilmişti (EK-4: Danıştay 1997 tarihli kararı).
Anayasa‘nın 2.maddesinde, T.C.nin "hukuk devleti" olduğu yazılı. Hukuk Devleti‘nin olmazsa olmaz koşulu, "yönetimin eylem ve işlemlerinde hukuka uygun davranması, yönetsel eylem ve işlemlerin yargı denetimine açık olması, bu alanda verilen mahkeme kararlarının gecikmeksizin, eksiksiz uygulanması"dır. Bu nedenledir ki Anayasa‘nın 138. maddesinde; "yasama ve yürütme organları ile İdarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organların mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği..." kuralı konmuştur.
Anayasa‘nın koyduğu bu kurallar ve kabul ettiği ilkeler çerçevesinde, Bergama-Ovacık Altın Madeni Kimya Tesisi ile ilgili tartışma 1997 yılında sona ermeli, işletme kapatılmalı, bulunduğu yer eski haline getirilmeliydi. Ama öyle olmadı. Her seferinde, mahkeme kararlarının arkasından dolanıldı. Yeni yeni işlemler tesis edildi, onların iptaline ve yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından gizli kararnameler çıkartıldı, bu karar da iptal edildi. AİHM‘nden üç ayrı başvuruda "adil yargılanma hakkı ve sağlıklı çevrede yaşama hakkı ihlalinden" üç ayrı ihlal kararı çıktı (EK-5 Danıştay kararı AİHM kararı)
Mahkeme kararlarına karşın, Anayasanın koyduğu yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkesi ihlal edilerek, mahkeme kararları ve AİHM kararı yok sayılarak maden işletmesinin faaliyetine olanak sağlamak için bir dizi idari işlem tesis edildi. Önce 27 Ağustos.2004 tarihinde Çevre ve Orman Bakanlığı,Nihai Çevresel Durum Değerlendirme Raporu ve eklerinde belirtilen hususlara uyulmak kaydıyla faaliyetinde sakınca olmadığına karar vermiş ardından maden işletmesi için hazırlanan nazım ve mevzi imar planları İzmir Valiliği İl İdare Kurulu‘nun 27.10.2004 gün ve2004/229 sayılı kararı ile uygun bulundu (bu imar izni öncesi ABD Büyükelçisi EDELMAN‘ın Bayındırlık ve İskan Bakanı‘ndan ricada bulunduğu ortaya çıktı). İmar Planlarının onaylanmasından sonra İzmir Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından verilen 20.05.2005 tarih ve 02 sayılı Birinci Sınıf Gayrisıhhi Müessese Açılma Ruhsatı ile maden işletmesi faaliyete geçti.
Altın Madeni işletme amaçlı tesis edilen nazım ve mevzi imar planlarının iptali için açılan dava da sonuçlandı,İzmir4. İdare Mahkemesi‘nin 21.04.06 tarih ve 2005/5 E., 2006/636 K. Sayılı kararı ile "...üst ölçekli makro bir plana dayanmayan ve birinci sınıf gayrisıhhi müessese olan işletmenin, çevresel etkilerinin fiziksel olarak işletme alanı ve mülkiyet ile sınırlı tutularak yapılan bir planda düzenlenmesinin mümkün olmaması nedeniyle, dava konusu nazım imar planı ve mevzi imar planında planlama ilkeleri, şehircilik esasları ve kamu yararına uyarlılık bulunmadığından İMAR PLANLARININ İPTALİNE..."karar verildi.. İptal kararı, İzmir Valiliği ve yanında katılanlar tarafından"mahkeme kararının yürütülmesinin durdurulması istemli olarak temyiz edilmiştir.Temyiz incelemesini yapan Danıştay 6.Dairesi; 05.07.2006 tarihli 2006/2975 E.Sayılı kararı ile "...temyiz edilen İdare Mahkemesi kararının yürütülmesinin durdurulması isteminin reddine..." karar verildi (EK-6; İzmir 4.İdare Mahkemesi kararı).
Bu kez, imar planı olmadan açılma ruhsatı verildi; İmar planlarının iptaline ilişkin mahkeme kararının taraflara tebliğ edildiği, davalı İzmir Valiliği‘nden yoğun bir biçimde "mahkeme kararlarının uygulanması ve iptal edilen imar planlarına dayanılarak verilen 20 Mayıs 2005 tarihli Açılma Ruhsatının geri alınması"nın istendiği sırada, bu işlem geri alınarak, Maden ve Kimya İşletmesi için 18.05.2006 tarihli 10 numaralı (İmar plansız) İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatı verildi. Şimdi, imar planlarının iptaline, yapı ruhsatlarının iptal edilmiş olmasına rağmen bu maden-kimya tesisi faaliyetini sürdürmektedir (EK-7: 18.05.06 tarihli ruhsat).
2.) ÇED muafiyeti, sağlıklı çevrede yaşama hakkının ihlalidir;
Yasa değişikliği ile getirilen ÇED istisnası Anayasa‘nın 56. maddesine ve sağlıklı çevre hakkını düzenleyen uluslar arası sözleşmelere aykırıdır.
Madencilik faaliyetleri geniş alanlar kaplayabilmekte, işletme esnasında faaliyetin doğası gereği geniş alanlar etkilenmekte veya tahrip olmaktadır. Madencilik faaliyetleri önemli çevresel riskleri olan ve ancak çevresel önlemlerin büyük dikkat ve özenle alınması sonucu kamu yararına yürütülebilecek hizmetlerdendir. Maden drenaj suları başta olmak üzere, madencilik faaliyetleri sonrasında oluşan her türlü katı, sıvı ve gaz atıkların çevre mevzuatına uygun bir şekilde bertaraf edilmesi gerekmektedir. Madencilik faaliyetinin çevresel risklerinin en aza indirilebilmesi için kullanılan en önemli araç Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED)dir.
5177 Sayılı Yasanın 28 incı maddesiyle Çevre Kanunun 10 uncu maddesine eklenen 3 üncü fıkra ile "Petrol, jeotermal kaynak ve maden arama faaliyetleri, çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) kapsamı dışına çıkartılmıştı" Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği Madde 2‘de tanımlanan yönetmeliğin kapsamında sayılan yerlerin büyük çoğunluğu ÇED Yönetmeliği‘nin EK. V listesinde belirtilen yerler olup, bu yerler doğrudan korunması gereken ve gelecek nesillere bozulmadan aktarılması gereken yerlerdir. Ek V. Listesinde belirtilen yerlerin madencilik faaliyet alanı içerisinde kalması durumunda bu tür yerlerin korunması mümkün değildir.
Bilindiği gibi, ÇED Yönetmeliğinde Çevresel Etki açısından büyük faaliyetler Ek I listesinde, Çevresel etkileri nispeten daha küçük faaliyetler Ek II listesinde listelenmiş olup, Ek I listesindeki faaliyetler için ÇED Prosedürü uygulanmakta, Ek II listesindeki faaliyetler için Proje Tanıtım Dosyası hazırlanmaktadır. Ek I ve Ek II listelerinde yer alan faaliyetler Ek V listesinde belirtilen yerlere yakın olduğunda ÇED Yönetmeliği açısından değerlendirilerek ÇED olumlu veya olumsuz, ÇED gerekli veya gerekli değildir kararı verilmektedir. Söz konusu faaliyetler Ek V listesinde belirtilen yerleri içine alıyor veya bu yerler içersinde yer alıyorsa (mera alanları, orman alanları ve 3. sınıf tarım toprağı ve üzeri alanlar dışında) mevcut uygulamada ÇED olumsuz kararı çıkacağı kesin olmaktadır.
5177 sayılı kanun değişikliği ve bu değişikliklere dayalı olarak çıkarılan yönetmelikler ve özellikle çevre açısından bir dizi olumsuzluklar taşımaktadır. Düzenlemelerde, madencilik için her şeyi feda etme anlayışı temel olmuştur. Kanunun tanımlar bölümünde; Yerkabuğunda ve su kaynaklarında tabii olarak bulunan, ekonomik ve ticari değeri olan petrol, doğalgaz, jeotermal su kaynakları dışında kalan her türlü madde bu kanuna göre madendir. denilmektedir. Yani Maden tanımında; para eden cansız her şey maden kabul edilmiştir. Söz konusu kanunun çıkarılmasının altında yatan "Ne para ediyorsa o işletilsin, madencilik faaliyeti önündeki her türlü engel (!) ortadan kalksın, ÇED Yönetmeliği Ek V listesinde belirtilen yerler madencilik faaliyeti karşısında feda edilebilir", zihniyeti, aynı şekilde Madencilik izin yönetmeliğinde bir dayatma olarak yer almaktadır.
Maden, Petrol ve Jeotermal arama faaliyetleri Çevresel etkileri yokmuş gibi Kanunda ÇED Yönetmeliğinden muaf tutulmaktadır. Arama kapsamında yapılacak büyük çaplı yarmalar, Ek V listesinde belirtilen yerlerde yapılacak Jeofizik sismik çalışmalar, uzun rezistivite açılımları, sondajlı çalışmalar faaliyetlerin önemli Çevresel Etkilerinin olmayacağını hiç kimse iddia edemez.
Sonuç olarak gerek yasa değişikliği ile ÇED Yönetmeliği Ek V Listesinde belirtilen yerler madencilik faaliyetlerine feda edilmektedir.
ÇED süresinde en önemli iki ilke; a) Çevresel etki değerlendirmesi b) yöre halkının katılımı ve onayıdır. Bu yönetmelikte yapılacak madencilik faaliyetlerinin çevreye yapabileceği olumsuz etkilerin incelenmesi yüzeysel geçildiği gibi, ikinci ilke olan halkın katılımı ilkesi de yok sayılmıştır.
Bilindiği gibi, uluslararası Çevre Hukukunda da Halkın Katılımı konusu, pek çok uluslararası hukuk metninde yer almıştır.
1992 - Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Üzerine Rio Zirvesi Sonuç Deklarasyonu; "...İnsanlar, doğa ile uyum içinde sağlıklı ve verimli bir hayata layıktır.(...)Çevre konuları en iyi şekilde, ancak ilgili bütün vatandaşların katılımı ile yönetilir.Devletler, geniş çapta çevre bilgilendirmesi yaparak kamuoyu aydınlatılmasını ve katılımı gerçekleştirecek ve teşvik edecektir.."
1992 - BM-Rio-Gündem 21 Sözleşmesi ( 7.ci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile hükümeti bağlayıcı olduğu kabul edildi) (R.G; 25/7/1995-22534 mük. sh.157) "... Hükümetler, iş çevreleri ve kalkınma kuruluşları, kalkınma projelerinin biyolojik çeşitlilik üzerine etkisinin nasıl değerlendirileceğini ve bu çeşitliliği kaybetmenin maliyetinin nasıl hesaplanacağını öğrenmelidirler. Önemli etkileri olabilecek projelerde, halkın geniş ölçüde katılmasıyla çevresel etki değerlendirmesi yapılmalıdır. (...) Kişiler, gruplar ve kuruluşlar, özellikle kendi toplumlarını etkiliyebilecek çevre ve kalkınma kararlarını bilmeli ve bunlara katılmalıdır. İnsanlara kararlar hakkında bilgi vermek için, ulusal hükümetler, kişilerin çevre ve kalkınma konularıyla ilgili bütün bilgilere ulaşmasını sağlamalıdır. Bu bilgi, çevre üzerine önemli etkisi olan veya olabilecek olan üretim veya faaliyetleri ve çevre koruma önlemlerini içermelidir..."
Anayasanın 90. maddesine 5170 no lu kanunla eklenen fıkraya göre; ‘‘Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla Kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.‘‘
Yasa değişikliği ile arama faaliyetlerinin ÇED kapsamı dışına çıkartılması; Anayasa‘nın "sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı"nı düzenleyen 56. maddesi, açıkça ihlal edilmiştir.
SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; T.C.Anayasası‘nın 149.maddesinin 4.fıkrası ile 2949 Sayılı Yasanın 30.maddesinin 2.fıkrası gereğince, konuyla yakından ilgili başvurucuların, davanın konusu 5177 Sayılı Yasanın ilgili düzenlemeleri hakkında sözlü açıklamalarının dinlenmeleri ve bilgilerin alınması amacıyla davet edilmelerine, yargılamanın bir an önce sonuçlandırılarak, Anayasaya aykırı yasa değişikliklerinin iptaline karar verilmesini dileriz. Saygılarımızla.
Kendi adına asaleten,
diğer başvuruculara vekaleten
Av.Arif Ali Cangı
Okunma Sayısı: 3139