24-26 MAYIS 2007 tarihinde düzenlenen ESEN ARPAT DOĞU ANADOLU FAY SEMPOZYUMU‘nda Oda Başkanımız İsmet CENGİZ‘in açılış konuşması aşağıdadır.
"Sayın başkan Saygıdeğer vali, sayın müsteşar, belediye başkanları, rektör, kamu kurumlarımızın Değerli yöneticileri, TMMOB ye bağlı odalarımızın yönetim kurulu üyeleri, değerli konuklar, sevgili meslektaşlar, basınımızın saygıdeğer temsilcileri, sevgili öğrenciler , TMMOB jeoloji mühendisleri odası Diyarbakır şubesi tarafından düzenlenen "Esen Arpat DAF sempozyumu"na hoş geldiniz. Hepinizi yönetim kurulumuz ve şahsım adına saygıyla sevgiyle ve dostluk duygularımla selamlıyorum . Bu sempozyumun düzenlenmesinde büyük bir emek ve özveri gösteren düzenleme kurulu başkanımız sayın Kadir Dirik‘e, sempozyum sekreteryasını yürüten sayın Şefik İmamoğlu‘ na Diyarbakır şube yönetim kurulu üyelerimize, sempozyuma sözlü sunumla katılan meslektaşlarımıza panelimize konuşmacı olarak katılan sevgili dostlarımıza ve sempozyumun her aşamasında yakın ilgisini gördüğümüz bayındırlık ve iskan bakanlığı müsteşar yardımcısı sayın Sadık Yamac‘a teşekkürlerimizi iletiyoruz. Ayrıca TPAO, TKİ, MTA, Afet işleri iller bankası genel müdürlüğü, Diyarbakır belediyesi, sanayi ve ticaret odası ile Dicle üniversitesine de katkılarından dolayı teşekkürlerimizi iletiyoruz.-
Değerli arkadaşlar, 3 gün boyunca tartışmasını yapacağımız ve sempozyuma adını veren DAF ın kaşifi meslektaşımız hocamız Esen Arpat da aramızda. Kendisini saygı ve sevgiyle selamlıyorum. 1971 de Bingöl depreminde yüzey kırığınını haritalayarak başladığı heyecanlı keşfi bugün bir çok yerli ve yabancı bilim insanına önemli bir araştırma konusu olmuştur. Sayın Esen Arpatın Türkiye jeolojisine armağan ettiği DAF kavramını 3 gün boyunca enine boyuna tartışacağız DAF‘ın jeolojik risklerinin kentleşmeye dolayısıyla insan yaşamına olan etkilerini irdeliyeceğiz. Bu bağlamda kendisini aramızda görmek bizde ayrı bir mutluluk ayrı bir coşku ve heyecan ve onur vermektedir. Ülkemiz insanı kendisine çok şey borçludur. İyi ki varsın hocam diyorum.
Sayın konuklar,
Geçtiğimiz hafta 33. yılını kutlayan ve genç bir meslek odası olan TMMOB jeoloji mühendisleri odası çalışmalarını 2 temel eksen üzerinde yürütmektedir. Bunlardan biri mesleğin ve meslektaşın yararlarına çalışma yapmak 2. si ise meslek alanlarımızla ilintili toplumsal sorunlarda ve ülke ve toplum yararına çözümler üretmek yani kamu yararı doğrultusunda çalışmaktır. Bu ana amaçlar doğrultusunda odamız son yıllarda 150 den fazla kurultay, kongre sempozyum, çalıştay, konferans, panel, 100 kitap için 100 binden fazla baskı yaparak, bilimi toplumsal yaşamda başat kılmanın araçlarını yaratmaya çalışmış, Anadolu‘nun hemen her köşesinde meslek alanlarımızla ilintili başta deprem, heyelan, su taşkınları, olmak üzere madencilik, çevre, jeo-termal, büyük mühendislik projeleri yer altı suları gibi toplumsal boyutu olan konuları halka anlatmak bilimi bilimsel düşünceyi halkla buluşturmaya çalışmaktır.
Bugün bu salonlarda düzenlediğimiz DAF sempozyumunda biraz önce söylediğim amaçlarımız doğrultusunda, özellikle jeolojik yapısı gereği doğa olaylarının sıkça yaşandığı ancak önlem alınmadığı için bu doğa olaylarının afete dönüştüğü ülkemizde gelecekte olabilecek can ve mal kayıplarının azaltılmasına yönelik toplumsal eğitimimize bir katkı ve önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz. Odamız, bilimsel bilgi ve deneyiminin yanında 12 bin üyesi, 11 şubesi ve tüm ülke sathına yayılmış 62 il temsilciliği ve güçlü mali yapısı ile bu temel ilkelerini TMMOB nin gelenekselleşmiş ilkeleri ile harmanlayarak ulusal ölçekte hizmetlerine devam edecektir.
Değerli meslektaşlar,
Meslek camiamızın büyük bir heyecan ve coşkuyla beklediği DAF sempozyumunun Diyarbakır da dolayısıyla güneydoğu Anadolu‘da da yapılması bu etkinliği daha da anlamlı kılmaktadır.. Uygarlık tarihini insanın yerleşik hayata geçmesi olarak tanımlarsak, dünya ölçeğinde yerleşik hayatın başladığı en önemli bölgedir Diyarbakır. Çünkü, Arkeolojik ve antropolojik kayıtlardan 9000 yıllık bir geçmişi olan Anadolu‘da en eski yerleşim birimlerinden biri olan bereketli hilal, tarımın ve madenciliğin merkezi olmanın yanında kentleşmenin de dünyadaki ilk örneğidir. Dolayısıyla doğayı akıl yoluyla gözlemlemek, bilimle felsefeyle algılamak ve mühendislikle insanlık lehine dönüştürme eylemi bu coğrafyda başlamış ve gelişmiş ve doğa olayları karşısında insanın sihirsel düşünüşünden dinsel düşünüşüne ve nihayet gözleme akla bilime dayalı yöntemler uygulanarak uygarlığın ilk ışıltılarıyla yerleşmi alanları belirlenerek büyük kentler oluşturulmuştur.
Değeli meslektaşlar, günümüzden 9000 yıl önce doğa olaylarını bilimsel temelde yorumlayan Anadolu insanı günümüzde nasıl oluyor da depremleri tanrının gazabı yada takdiri ilahi olarak algılayabiliyor. Oysa, Depremin bir doğa olayı olduğunu ve nedenleri biliniyor..Bu da Ülkemizin jeolojik konumu nedeniyle "bilimsel kaderimiz" olan kaçınılmaz bir olgudur.. Üstelik ülkemizin deprem açısından riskli bölgeleri meslektaşlarımızca, daha 1940‘lı yıllarda Kuzey Anadolu Fay‘ını (KAF) tanımlayan Prof. Dr. İhsan KETİN ve 1970‘lerde Doğu Anadolu Fay‘ını (DAF) tanımlayan Esen ARPAT‘ın yaptığı çalışmalarla ortaya konulmuştur. Depremlerin hangi aralıklarla gerçekleşeceği konusunda da hatırı sayılır bir bilgiye sahibiz. Ancak ne yazık ki bu bilgi ülkemizin yerleşim, yapılaşma ve sanayileşme politikalarına yön gösterememiş, ve başta Marmara depremleri olmak üzere KAf ve DAF üzerinde meydana gelen ve her biri can mal kayıplarına yol açan depremler bu gerçeği açığa çıkarmıştı.
Değerli meslektaşlar,
Ülkemiz, sahip olduğu jeolojik, topoğrafik ve meteorolojik koşulları nedeniyle büyük can ve mal kayıplarına yol açan doğal afet olayları ile sıkça karşılaşmaktadır. Türkiye, coğrafyasının yaklaşık % 93‘ü aktif deprem kuşağı üzerinde olan, nüfusunun yaklaşık % 98‘i çeşitli derecede deprem tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir ülkedir. Yine ülkemizde yılda 1 kez yıkıcı depremin olduğu da bilinmekte ve binlerce insanımızın can ve mal kaybına neden olmaktadır.. Ancak ülkemizdeki kentsel ve kırsal yerleşim alanları sadece deprem değil aynı zamanda heyelan, su baskını, kaya düşmesi vb tehlikelerin yarattığı zararlarla mücadele etmek zorunda da kalmaktadır.
Ülkemizde doğal afet zararları üzerine sağlıklı sonuçlar veren istatistik çalışmalarına ulaşma konusunda sıkıntılar yaşanmakla birlikte genel olarak afetler nedeniyle ortalama her yıl Gayri Safi Milli Hasılanın % 3‘ ü oranında bir kaybın yaşandığı ve bununda yaklaşık olarak 3- 5 milyar dolar lık bir kayıp tahmin edilmektedir. Ancak bu oran çoğu zaman afetlerin neden olduğu doğrudan zararları ifade etmektedir. Afetlerin hesaplamalara yansıtılmayan çevresel sonuçlarını, iş gücü ve üretim kayıplarını vb. içeren dolaylı zararlarını da göz önüne aldığımızda afetlerin ülkeye verdiği zararların daha da yüksek rakamlara ulaşacağı görülecektir.
Bütün bu zafiyetlerin aşılmasında yerleşim ve afet politikalarımızın biraz önce belirtiğim gibi ranta sömürüye değil akıl plan bilim ve mühendislik ilkeleriyle şekillenmesi önemlidir. Bunun içinde afet ve yerleşim politikalarımız birlikte ele alınmalı ve bu politikalar, her şeyden önce zarar azaltma stratejisi üzerine kurulmalıdır. Afet zararlarının azaltılması ve ülkemizdeki yerleşimlerin afetlere karşı güvenlikli hale getirilmesi ise ara vermeden kararlı bir şekilde sürdürülmesi elzem olan, geniş kapsamlı, toplumsal olarak içselleştirilmiş "afetlere karşı mücadele kültürü" ile desteklenmesi gereken toplumsal bir hedeftir. Bu yolda teknik, sosyal, yasal , kurumsal ve ekonomik boyutlarıyla sağlamlaştırılmış çağdaş bir afet yönetim sistemi oluşturulmalıdır. Ancak bu sistemin oluşturulması için Merkezi ve Yerel Yöneticilerin kararlılığına ve bilimsel açılımlara sahip çıkmalarına ihtiyaç vardır. Bu nedenle merkezi ve yerel yönetimlerde kamusal erk kullanıcılarının, Dünya Bankası güdümlü piyasacı politikalar yerine kamu yararı ve bilimsel kriterler çerçevesinde bütünsel afet politikalarına duyarlılık göstermeleri; ve buna uygun davranmaları gerekmektedir.
Değerli meslektaşlarım,
Ülkemizin afet ve yerleşim politikaları biraz önce saydığım kriterlerden maalesef uzaktır. Özellikle 1950 den sonra ülkemizi esir alan, "sanayileşmede ve kentleşmede plansız yer seçimlerinin, "arsa ve arazi rantına dayalı imar ve yapılaşma kararlarının" ve "unutulan deprem gerçekliğinin " yada akıl, plan bilim ve mühendislik yerine azami karı ve sömürüyü ilke edinen rant politikalarının egemenliği maalesef bir doğa olayının "afete" dönüştürülmesinin acı tablosudur...Bu anlayışlar nedeniyle Türkiye sadece bir deprem ülkesi değil bir afet ülkesi olmuştur..
Değerli katılımcılar,
Bu çerçevede Afet ve yerleşim politikalarından sorumlu olan bayındırlık bakanlığımızda son dönemlerde yapılan olumlu çalışmalardan da bahsetmek isterim,. Örneğin kurumsal bilinç sorumluluğu altında, geniş katılımlı bir platform oluşturarak, çeşitli kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör temsilcilerinin katılımıyla, deprem konusunda nelerin yapılması gerektiğini tartışmak ve uygulamaya konulmak üzere geliştirilecek önlem ve kararları belirlemek amacıyla 2004 yılında gerçekleştirlen "Deprem Şûrası" önemli bir adımdır. Bunun yanında Deprem Şûrası kararları gereği mevzuat düzenlemeleri kapsamında; İmar Kanunu , Yapı Kanunu ve Afet Kanununun yeniden düzenlenmesinin önerilmesi de son derece yaşamsaldır. Bunun yanında , Bakanlığımızca 10.08.2005 gün ve 815 sayılı Olur‘u ile yürürlüğe konan "Zemin ve Temel Etüdü Genel Formatı"nın düzenlenmesi yine olumladığımız bir çalışmadır.
Sayın müsteşarımız da aramızdayken kendilerinden bu olumlu çalışmaların son ayağı olan Yerbilimsel Verilerin Planlamaya Entegrasyonu Projesi kapsamında farklı meslek disiplinlerine mensup uzmanlarca hazırlanan ‘El Kitabı‘ doğrultusunda düzenlenecek genelgenin de bir an önce yayınlanmasının önemine vurgu yapmak ister, bu genelgeyi de beklediğimizi bildirmek isterim.
Afet yönetimi sisteminin temel işlevlerinden biriside afete hazırlıktır. Halkın bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi ve toplumda afet kültürü oluşturulmasını hedefleyen bu faaliyetlerin, Merkezi ve yerel yönetimin, üniversitelerin, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarının ve yazılı-görsel medyanın işbirliğiyle yapılması gerekmektedir. Bu sempozyumda bu bileşenlerle birlikte düzenlenmiş ve umuyorum sonuçları açısından da ülkemiz afet politikalarının geliştirilmesine ve zenginleştirilmesine yararlı olacaktır.
Bu çerçevede Jeoloji Mühendisleri Odası tarafından Diyarbakır‘da düzenlenen DAF Sempozyumunun çok önemli ve yaralı bir etkinlik olduğunu düşünüyorum bu sempozyumun Bölgede kalıcı bir barış ve kardeşlik ikliminin yeşermesine de katkı sağlayacağını ümit ederek ve emeği geçenler teşekkür ediyorum.
Okunma Sayısı: 3134