TMMOB Odalar 22 Kasım 2024, Cuma
Yayınlayan Birim: GENEL MERKEZ
Yayına Giriş Tarihi: 07.03.2007
Güncellenme Zamanı: 07.03.2007 00:32:41

TMMOB Danışma Kurulu, 39. Dönem II. toplantısını 3 Mart Cumartesi günü Ankara‘da gerçekleştirdi. Türkiye‘nin içinden geçtiği sürece ilişkin; cumhurbaşkanlığı seçimi, genel seçimler, seçim barajı, Kürt sorunu, Hrant Dink suikastı gibi konuların ağırlığını oluşturduğu toplantıya 300‘ün üzerinde kişi katıldı.

Best Western Otel‘de düzenlenen toplantı, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı‘nın açış konuşmasıyla başladı. Soğancı konuşmasında, Türkiye‘deki ve dünyadaki gelişmeleri değerlendirerek, "TMMOB‘nin sorumluluğu çok büyük. Bu ülkenin, bu ülke insanının TMMOB‘ye ihtiyacı devam etmektedir. Biz bu ihtiyacın gereklerini yerine getirmek zorundayız. Bu uğraşta hepimize büyük sorumluluklar düşmekte. Hepimize kolay gelsin. Hepimizin yolu açık olsun" dedi.

Mehmet Soğancı‘dan sonra TMMOB Yönetim Kurulu II. Başkanı Hüseyin Yeşil, TMMOB etkinlikleri ve çalışmalarıyla ilgili bir sunum yaptı. Hüseyin Yeşil‘den sonra Danışma Kurulu üyeleri kürsüye gelerek, ülke gündemindeki gelişmeler, mesleki sorunlar, "Yabancıların Çalışma İzinlerini Düzenleyen Yasa Tasarısı", TMMOB‘nin çalışmaları ve hukuk alanında elde edilen başarılar konusunda görüşlerini dile getirdi.

Toplantıda sırasıyla; Danışma Kurulu Üyeleri Kaya Güvenç, Ahmet Göksoy, Sevket Akdemir, Uğur Gönülalan, Ertuğrul Ünlütürk, Hasan Küçük, Ali Fahri Özten, Emin Koramaz, Hüseyin Atıcı, Kamer Gülbeyaz, Cevat Boz, Yavuz Bayülken, Cemal Gökçe, Serdar Erkan, Mustafa Küçük, Dündar Akbulut, Erhan Kutlu, Mehmet Ali Candaş, Ayşegül Oruçkaptan, Hüseyin Kahraman, Ahmet Bülent Tekik, Çetin Kurtoğlu, Simavi Bakır, İbrahim Saral, Haydar Şahin, Buğra Gökçe, Ramazan Pektaş, Paşa Öztürk, Semih Oktay, Petek Ataman, Emre Mardan, Tores Dinçöz, Ahmet Atalay, Gökhan Günaydın, izleyiciler Tuncay Karaçoğlu, Hayati Can, Oğuz Türkyılmaz, Yönetim Kurulu Üyesi Cemalettin Küçük, TMMOB Yönetim Kurulu II. Başkanı Hüseyin Yeşil ve Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı söz aldılar.

Oda Yönetim Kurulumuz adına söz alan Çetin Kurtoğlu konuşmasında;

TMMOB‘nin ve ulkemizin zor bir dönemden geçtiğini, birlik içinde ve birlige bağlı odalar arasında güven ilişkilerinin son zamanlarda önemli sorunlar yasadığını, bu sorunlardan en onemlilerinden birinin de odalar arası yapay mesleki ayrımlara bağlı olarak, odaların karsı karsıya gelmesine işaret etti. Ayrıca bu duruma Birlik yonetim kurulunun seyirci kalmasının sorunu dahada derinleştirdigini ifade etti.Ayrıca bu duruma Birlik yonetim kurulunun seyirci kalmasının sorunu dahada derinleştirdigini ifade etti. Mesleki uygulama alnlarımızın artik daha cok multidisipliner olmasi nedeniyle daha fazla birlikte iş yapılmasi gerektigini, ancak piyasa kosullarının daralması ve buna bağlı olarakta istihdamın daralması nedeniyle odalar arasında gerilimin arttigına dikkat çekti. Bu soruna yönelik olarak daha onceleri de birlik yonetim kuruluna yazılı olarak bildirildigi sekliyle sorunun daha iyi anlasilmasi, cozume yaklasılması amacıyla, birlik yonetim kurulu uyeleri, ilgili meslek disiplinlerinden odaların temsilcileri ile demokrat-yurtsever karakterdeki mesleki sovenizme dusmeyen bağımsız akademisyenlerinde icinde oldugu daha objektif-bilimsel temelde bir calistay yada workshop‘lar aracılığı ile tartışmalar yapılarak ve cözüm arayışlarının önemsenmesi gerektigini ifade etti.

Güven ilişkilerin sarsılmasının bir diğer nedenininde TMMOB ile İKK‘ları arasında yaşandığını, Ankarada bu sorunun uzun zamandır yasandığını, kendisinin aynı zamanda odamız Ankara İKK temsilcisi olması nedeni ile TMMOB Yönetim Kurulunun güvensizlik kararının İKK‘yi rahatsız ettigini, İKK‘de birliğin güvenini sarsacak bir olay yaşanmadığını, yaşananları odalar İKK temsilcileri ile değerlendirerek birlik yönetim kuruluna yazılı olarak bildirme kararı alındığını ifade etti.Ayrıca güvensizlik kararına neden olan Hrant DİNK cenaze törenine katılım kararının tek başına Ankara İKK‘nun değil, önceden planlanmış rutin bir toplanti olan DISK, KESK, TMMOB ve Tabip Odaları Ankara bileşenlerinin toplantısında birlikte alındığını, İstanbul cenaze törenine katılım organizasyonunu bu bileşenler adına İKK‘nun üstlenmesine bağlı olarak organizasyonun, otobüslerin kalkış saatine 6 saat kala birlik baskanının telefonla Ankara İKK sekreterini arayarak organizasyonu iptal etmesini vede İKK temsilciliginden istifa etmesini isteme nedeninin danisma kuruluna acıklanması gerektiğini, ayrıca örgütsel ilişkilerin yazılı olması gerektigini ifade etti.Yine birlik yonetim kurulunun Ankara Kent Sorunları sempozyumu ile ilgili olarak, İKK‘ye güvensizligin de anlasılır olmaktan uzak oldugunu, bu gorevin birlik yonetim kurulu tarafından İKK‘ye zaten geç verildigini, buna ragmen yinede İstanbul ve Bursa kent sorunları sempozyumu hazırlıklarından geri olunmadıgını söyledi.

Güven sorunlarından bir diğerinin de Halkevleri ile yaşanan soruna bağlı olarak birlik yönetim kurulunun aldığı, halkevleri ile ortak etkinliklerin gecmişte oldugu gibi yürütülemeyecegi kararının gözden geçirilmesi gerektigini kaydetti. Ülkemizde fasist, gerici ve soven dalganın bu kadar yükseldiği bir artamda, dost-kardeş örgütlerin ilişkileri askıya almasının doğru olmadığını, yanlışı yanlış ile karşılamanın anlaşılır olmadığını açıkladı.

 

Bir diğer önemli sorununda ülkemizdeki Kürt sorunu ile azınlıklar sorunu olduğunu ifade eden oda yönetim kurulu üyemiz, ülkemizde kirli bir savaş yaşandığını, bunu da Kürt bir babanın ağzından" bu savaş kirlidir neden biliyormusunuz? benim bir oğlum asker, diğer bir oğlum ise dağda gerilladır. Bir baba açısından iki kardeşn birbirine silah sıkması kadar kirli bir şey varmıdır, bunu ancak bir baba bilir" diyerek savaş ortamına karsı barışı daha çok savunmak gerektiğini söyledi. Ayrıca Hrant Dink‘in cenaze töreninde eşi Rakel Dink‘in yaptığı konuşmaya afıtta bulunarak "kardeşler tertemiz bir bebekten bir katil yaratan bu karanlığı sorgulamadan" diye başlayan sözlerinin, birliğe ne kadar ihtiyacımız olduğunun en somut ifadesi olduğunu söyledi. Böylesi bir karanlıkta , etrafımızı beyaz berelilerin sardığı bir ortamda halkevleri kararının daha da bir anlaşilmaz olduğunu ifade etti.

 

Oda yönetim kurulu üyemiz seçimlerdeki tutum konusunda da net bir adres göstermenin sorunlu olduğunu ancak, TMMOB‘nin sınıfsal bir bakışla "düzen partilerine oy yok" biçiminde açık tavır alması gerektiğinin altını çizerek konuşmasını tamamladı.

 

TMMOB YÖNETİM KURULU BAŞKANI MEHMET SOĞANCI‘NIN DANIŞMA KURULU AÇIŞ KONUŞMASI

Daha demokratik, daha özgür, insan haklarına daha saygılı bir Türkiye kavgasının mücadelecisi olan dostlarım, hepinizi şahsım ve TMMOB adına selamlıyorum.

Önce Hrant Dink suikastıyla başlamak istiyorum. Alçakça bir cinayete kurban giden Hırant Dink‘in cenaze töreninde, o gün hepimiz Hrant‘tık, hepimiz Ermeniydik. TMMOB, kim zulme uğrarsa, kim hangi kimliği nedeniyle haksızlıkla, adaletsizlikle karşılaşırsa, kim aşağılanır, dışlanır, ötekileştirilirse, onunla duygularını paylaşacaktır, "Ben Kürdüm, Çingeneyim, Kadınım" diye gene haykıracaktır. Solingen‘de hepimizin Türk, Gazze‘de hepimizin Filistinli, Fransa‘da hepimizin Cezayirli olduğu gibi. Empati, yani kendini başkalarının yerine koyabilmek insani bir haslettir. Ne yazık ki bundan yoksun olanlar "hepimiz Türküz" nakaratına devam ediyorlar. "Evet Türk(!)sünüz, Türk kalacaksınız" tıpkı hep Kürt, hep Ermeni kalanlar, kendinden başka kimliği tanımayanlar gibi.

1 milyar kişinin günde 1 dolardan az kazandığı, dünya nüfusunun zengin %2‘sinin dünya servetin yarısına el koyduğu bir dünyada yaşıyoruz. Buna karşılık dünyanın yoksul yarısı dünya gelirinin %2‘sine, servetin ise %1‘ine sahip. Kuzey ile güney arasındaki, kadın ile erkek arasındaki, varsıllarla yoksullar arasındaki fark gittikçe açılıyor. İnsanlar ya kapitalist küreselleşmenin yarattığı yoksulluğa, yoksunluğa, işsizliğe, eğitimsizliğe karşı ırkçı, faşist, dinci, gerici tepkilere sarılacaklar, Ogünler, Yasin‘ler artacak, ya da tüm dünyada emekçilerle, sendikalarla, tarım üreticileriyle, kadın ve çevre hareketleriyle, savaş karşıtlarıyla enternasyonalist bir direniş sergileyecekler.

Geri döndürülemez bir süreç gibi sunulan kapitalist küreselleşmenin; uluslararası sermayenin bilinçli bir projesi, bunalımından çıkış projesi olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Emperyalistler arası eşit sömürme özgürlüğüne dayandırılan küreselleşmenin bir dönemi, Irak ve Afganistan işgalleriyle kapanmıştı. Şimdi karşımızda hiçbir inandırıcılığı da kalmadığı için imparatorluk değil ancak saldırgan bir emperyalizm olarak nitelenebilecek bir canavar bulunuyor. Irak‘ta ölü sayısı altıyüzellibini aştı. Irak gitgide bir kardeş kavgasına sürüklenirken, ülkenin insani, tarihi, ekonomik kaynakları tükenirken, ABD‘nin kayıpları da giderek artıyor. Bunun yanında ne acı ki Irak‘ta bir akıl tutulmasının yaşandığına da tanık oluyoruz. Yıllardır BAAS rejiminin zulmü altında yaşayan etnik ve dinsel kesimler, ABD tarafından yaratılan bir ortamı fırsat bilerek kendilerini öç alma ve intikam duygusundan kurtaramadılar. Ve ne acıdır ki; oğlunu öldürenleri değil de, bu coğrafyayı işgal edenleri katil sayan ABD vatandaşı Cindy Sheehan kadar bile duyarlı olamadılar.

Irak, Afganistan ve Filistin‘deki "karamsarlık ekseninin" yanı sıra Latin Amerika‘da bir "umut ekseni" doğuyor. Venezüela ve Bolivya insanlıktan yana yolunda hızla ilerlerken; hem iş, aş, sosyal hizmet taleplerini karşılamayı, ülkelerinin doğal kaynaklarını ulusallaştırmayı önemsiyorlar, hem de yerli halkların kimlik ve tanınma taleplerini karşılamayı ihmal etmiyorlar.

Latin Amerika‘da yaşananlar eşitlik ve özgürlüğün birbirinden ayrılmaz iki temel değer olduğunu doğruluyor.

Diğer önemli bir nokta da bu coğrafyada taban inisiyatifleri, gecekondu komiteleri, doğal kaynakların korunması ya da neoliberalizme tepki zemininde ortaya çıkan örgütlenmelerin yaygınlaşması, doğrudan demokrasinin canlı örneklerinin yaşanması olarak gündeme giriyor.

Değerli arkadaşlar

2. Danışma Kurulumuzu yeni Cumhurbaşkanının belirleneceği, genel seçimlerin gerçekleştirilebileceği, ülkemiz için önemli bir dönemin başında toplamış bulunuyoruz.

Aslında bu ülkenin temel sorunlarından biri, bir türlü 12 Eylül rejiminin vesayetinden kurtulamamaktır, bir türlü geçmişle hesaplaşamamaktır, bir türlü demokratikleşememektir.

Çünkü yetkileri genişletilmiş, yasaları veto edebilen, üniversite rektörlerini, yüksek yargı yetkililerini atayan, halk tarafından seçilmemiş, halka karşı sorumlu olmayan Cumhurbaşkanı makamı da 12 Eylül rejiminin bir ürünüdür ve toplumu yukarıdan zapturapta alma misyonu taşır. Demokratik çözüm, Cumhurbaşkanlığını sembolik yetkilere çekmek iken, AKP her zamanki fırsatçılığıyla "bari bu yetkileri ben kullanayım" diyerek Çankaya‘ya da nüfuz etme hazırlığı içerisinde. Muhalefet ise, alışılageldik "cumhuriyetin koruyuculuğu" misyonuna bürünmüş, Çankaya‘yı bahane ederek ordu başta olmak üzere tüm otoriter güçleri seferber etme gayretindedir. Bizim bu sözlerden doğru bir tespiti mutlaka ortaya koymamız gerekir.

Benzer biçimde "adil temsil" ilkesini ayaklar altına alan %10 seçim barajı yine 12 Eylül hukukunun bir türlü değiştirilmek istenmeyen mirasıdır. Sürekli, cumhuriyetin tehlike altında olduğu tezini işleyenler, bu hükümetin seçmenlerinin yaklaşık dörtte birinin, oy kullananların üçte birinin oyuyla seçildiğini, pekâlâ aynı senaryonun 2007‘de de tekrarlanabileceğini görmezden gelmektedir.

Bugün demokratım demenin asgari bir koşulu bu anti-demokratik seçim yasasına karşı çıkmak, Anayasa‘ya konulacak geçici bir maddeyle seçim barajının kaldırılması için mücadele etmektir. Türkiye‘nin demokratikleştirilmesi için atılacak esas adım ise; demokratik, özgürlükçü yeni bir anayasayla, üzerimize çöreklenmiş 12 Eylül rejimini tasfiye edecek dinamizmi sergileyebilmektir.

Ülkemizde bazıları; "al gülüm ver gülüm" hesabı ile aslında halkın güçsüzlüğü, düzene direnmenin beyhudeliği varsayımıyla politika yapıyorlar, geniş kitlelere vaatte bulunmadan "dar alanda küçük tepişmelerle" seçimler için "suni kutuplaşmalar" yaratıyorlar. AB ve ABD ile ilişkiler, Dünya Bankası, IMF, NATO gibi temel konularda adeta "yok birbirimizden farkımız" mesajı veriyorlar. Her mevzuyu "milli mutabakat" söylemiyle otomatiğe bağlıyorlar.

Ülkemizde "fazla" demokratlığın seçim piyasasında para etmeyeceği sonucuna varılıp "demokrasi" söylemi çoktan dillerden düştü. Kürt sorununun demokratik çözümünden, Kıbrıs, dinsel azınlıklar, silahlı kuvvetlerin siyaset üzerindeki vesayeti, yargı bağımsızlığı gibi konulardaki özgürlük taleplerinin önünde elbirliği ile adeta bir baraj oluşturuldu. Hepimizin, TMMOB‘nin bu sözlerden doğru da tartışması gerekiyor.

Şimdi günümüzde siyasal yapılarıyla, partileriyle, meslek örgütleriyle, sendikalarıyla, yurttaş inisiyatifleriyle demokratik kamuoyuna, büyük sorumluluk düşüyor.

Örneğin, TCK‘nın 301. maddesine artık kan sıçradığı için hukuksal değil, siyasi bir mücadeleyle kaldırılması talebinde ısrar edilmesi gerekiyor.

Önümüzdeki dönemde anti-faşist mücadeleyle neoliberalizme ve gericiliğe karşı mücadelenin ortaklaştırılması, tüm emek ve demokrasi kesimlerinin bu hatta çekilebilmesi gerekli.

Yapılan hesaplamalar son 5 yılda faize 184 milyar dolar, her birimizin cebinden 2500 dolar ödendiğini gösteriyor. Hâlbuki yabancılar sadece 14 milyar dolara bankacılık sisteminin %35‘ini ele geçirmiş durumdalar. Özelleştirmeler; sadece kamu işletmeleri, sağlık, eğitim gibi sosyal hizmetlerin özelleştirilmesiyle değil, kıyılar, plajlar, ormanlar, doğal kaynaklar, hatta daha klasik tanımıyla devletin ayrıcalığı olan şiddetin dahi özelleşmesiyle derinleşiyor.

Farklı sınıfların yaşam alanları ayrılıyor; seçim duvarlarına sığınanlar gibi duvarlar arkasında, korunaklı sitelerde "sterilize" bir yaşam sürenlerle, sade yurttaşlar iyice birbirinden kopuyor.

Sevgili arkadaşlar;

Neoliberal politikaların toplumda yarattığı tahribata karşı, "Başka bir dünya mümkün" derken egemenlerin bize bu dünyayı bağışlamayacağını ve mücadele geleneğimize güvenmemiz gerekir. Her düzeydeki, her siyasi yapıda, her yerde, daha fazla demokrasi, daha fazla katılım, daha fazla açık karar alma mekanizmaları yaratarak "Başka bir Türkiye mümkün, Başka bir dünya mümkün" sloganını daha fazla haykırmamız gerekir. Böyle bir siyaset anlayışı bizleri kaba milliyetçilikten ve etnik siyasetçilikten koruyabilir, ülkemizin emekten ve halktan yana güçlerini seferber edebilir. TMMOB bunu başarabilecek güçtedir. TMMOB emek ve demokrasi güçleri ile birlikte omuz omuza böylesi bir hattı yürütmek zorundadır. Yeter ki isteyelim. Bizim sorumluluğumuz çok büyük. Biz istersek yapabiliriz. Biz istersek bunu hayata geçirebiliriz.

Genel kurulumuzda da hep birlikte söyledik: Bu ülkenin, bu ülke insanının TMMOB‘ye ihtiyacı devam etmektedir. Biz bu ihtiyacın gereklerini yerine getirmek zorundayız. Bu uğraşta hepimize büyük sorumluluklar düşmekte. Hepimize kolay gelsin. Hepimizin yolu açık olsun.

 


Okunma Sayısı: 3133