TMMOB Odalar 21 Kasım 2024, Perşembe
Yayınlayan Birim: GENEL MERKEZ
Yayına Giriş Tarihi: 05.05.2006
Güncellenme Zamanı: 05.05.2006 17:47:11

ILISU BARAJI KUSURLU BİR PROJEDİR

Tahir Öngür, Jeoloji Yüksek Mühendisi

Hasankeyf ile birlikte yüze yakın küçük yerleşimi, sayısız tarihsel anıtı ve 60 kadar höyüğü sular altında bırakacak, 15.304 kişiyi doğrudan ve 39.438 kişiyi dolaylı etkileyerek yerlerinden edecek, şimdilik 1,200 milyar €’ya mal olacağı söylenen Ilısu Barajı görünür kusurlarıyla ciddi bir biçimde tartışılması gereken bir girişim.

1991 yılında başlatılan GAP’nin bir parçası olan Ilısu Barajı çalışmalarına daha 1954 yılında Dicle’nin 550 kotunun altındaki bölümü incelenerek başlanmıştır. 1971 yılında EİEİ (Elektrik İşleri Etüd İdaresi) tarafından bir “Dicle Irmağı Ön Fizibilite Raporu” hazırlanmış ve 10 baraj yeri seçeneği araştırılmış. 1975 yılında aynı kuruluş, bu seçeneklerin teknik ve ekonomik yapılabilirliğini tartışan bir “Mühendislik Jeolojisi Raporu” hazırlamıştır. 1980-82 yıllarında bir uluslararası konsorsiyum projenin “Fizibilite Çalışması ve Son Tasarım”ını hazırlamış. Proje 1998 yılında da programa alınmış.

Şimdi yurt içi ve dışı kamuoyunca yaygın bir biçimde tartışılan Ilısu Barajı Projesi ile ilgili ulaşılabilen tek belge, projeye kredi sağlayacak kuruluşların kredi güvencesi alabilmeleri için, yapımı yüklenecek firmaların ülkelerindeki Dışsatım Kredi Ajansları’nın isteği üzerinde yurt dışında kurulu 4 kuruluşun oluşturduğu “Ilısu Çevre Grubu” tarafından 2001 yılında hazırlanan ve 2005’te yenilenen “ÇED Raporu” ve ekleridir. Daha önce hazırlanmış olan Ön Fizibilite Raporu, Mühendislik Jeolojisi Raporu, Fizibilite Raporu ve Son Tasarım ile ilgili belgelere kamuoyu için ulaşılmazdır.

Gelişen inceleme ve araştırma teknolojisi, daha önce tamamlanan projelerde edinilen engin deneyim ve baştan aşağı değişen ekonomik koşullara karşın, ne mühendislik jeolojisi ve ne de yapılabilirlik, fizibilite değerlendirmesi yenilenmemiş, yinelenmemiştir. 50-35 yıl önceki değerlendirmelere dayanılarak bunca yıkıma neden olacak ve ekonomik olarak kabulü zor bir bedeli olacak olan bu projenin yaşama geçirilmesi için uğraşılmaktadır.

Oysa yalnızca ulaşılabilir olan uluslararası ÇED Raporu’ndaki bilgilere göre bile bu Ilısu Barajı ekonomik olmayan ve çevresel ve toplumsal bedeli çok ağır bir proje, “kusurlu bir proje” gibi görünüyor.

Daha 1954 inceleme çalışmasında Ilısu Barajı gövdesinin yeri için 10 seçeneğin tartışıldığı anlaşılmaktadır. ÇED Raporu’ndaki deyişle “10 baraj aks yerinden 9’u vadinin topoğrafik olarak dar yerlerinde ve 1’inin çok daha geniş bir yerinde” olduğu dikkati çekmektedir. Bu, şöyle de anlaşılabilir barajın mal oluşunu belirleyecek olan gövde hacmi 10 seçenekten dokuzunda, birine (şimdiki Ilısu’ya) göre çok daha az olur. Bunlardan beşi Ilısu’nun yukarısında kaynak tarafında ve 4’ü aşağısında yer alıyor.

Bölgenin jeoloji yapısında üç farklı birime ilişkin kaya istifleri var. Bunlardan biri, Midyat Formasyonu kireçtaşı. Bu kireçtaşı, çatlakları boyunca dolaşan yeraltısuyundan etkilenerek içinde yaygın erime boşlukları oluşmuş, karstlaşmış. Yüzey suyu bu kayanın içine kolaylıkla süzülebiliyor ve çok hızlı biçimde dolaşabiliyor. Bu yüzden de Dicle Vadisi’nin bu kesimine çok büyük boşalımlı karstik yeraltısuyu kaynakları boşalmaktadır. İşte, 1954 yılındaki araştırmacılar ve 1971 yılındaki değerlendirmeciler ucuza mal edebilmeye elverişli, vadinin dar yerlerindeki dokuz yer seçeneğini baraj gövdesi burada yapılırsa yeraltından su kaçar, bunu önlemek için de önemli geçirimsizleştirme harcamaları yapmak gerekir gerekçesi ile dışlamış ve Ilısu’yu seçmiş. Ilısu, geçirimsiz kiltaşlarından oluşan Germav Formasyonu’nun yüze çıktığı bir alanda yer alıyor. Bu nedenle gerçekten de baraj yerinde büyük geçirimsizleştirme uygulamaları yapılması gerekmeyecek.

Ancak, yaklaşık 300 km2’lik baraj gölünün önemli bir bölümünde Midyat Kireçtaşları yüzeyliyor. Dahası, bu kireçtaşları doğu-batı uzanımlı eksenler çevresinde kıvrımlar boyunca havzanın dışına da uzanıyor. Üstelik, bu kıvrımlar D-B ve BKB-DGD doğrultusunda uzanan önemli faylarla kesiliyor.

ÇED Raporu’nda bu kireçtaşları aracılığı ile havza dışına su açıp kaçmayacağına ilişkin bir tartışma yok. Midyat Kireçtaşı’ndan Dicle Vadisi’ne boşalan çok sayıda kaynak var ve bunların debileri 800 lt/sn’ye kadar çıkabiliyor. ÇED’e göre çoğu yerde akifer şimdi bile Dicle’den besleniyor. Ayrıca Midyat Kireçtaşı’nın altında yer alan Gercüş Formasyonu’nda da eriyebilir jips ve anhidritler var. Yalnızca jeoloji haritası boyutunda bakıldığında bile baraj gölü su tutmaya başladığında Midyat Kireçtaşı içinden doğuya, Şırnak yönünde havza dışına su kaçma olasılığının yüksek olduğu görülüyor. Üstelik, sözü edilen faylar karst gelişimini ve yeraltısuyu hareketini kolaylaştırıcı birer yol olarak bunu şiddetlendirebilecek. Bu gerçekleşirse, baraj gölünde su tutulabilmek için kireçtaşının geçirimsizleştirilmesi doğrultusunda çok geniş alanlarda önlemler alınması, bir anlamda büyük yeraltı barajları kurulması gerekebilir. O zaman, çok büyük gövdeli bir baraj inşa etmek göze alınarak kaçınıldığı sanılan sorun, daha büyük ölçüde yine projenin önüne dikilir. Kuşkusuz bundan en çok yararlanacak olanlar, yeni ve büyük iş kalemlerini yapacak olan yükleniciler olacak.

Hasankeyf yakınında Dicle Vadisi. Sol yarıda doğrusal olarak uzanan süreksizlik bir fay ve

benzerleri ile birlikte göl alanının doğusundan havza dışına uzanıyor!

Son 50 yıldır uzaktan algılama (remote sensing) teknolojisinde önemli gelişmeler oldu ve böylesi karstik sistemlerin daha iyi araştırılabilmesi için önemli araçlar sağladı. İzotop tekniği büyük gelişmeler gösterdi ve havza içi ve dışı su kaynaklarının ilişkilerinin araştırılabilmesi için olanaklar sağladı. Bunların da ötesinde jeofizik teknik ve yöntemlerde sağlanan gelişmeler bu karst sistemlerinin yüzeyden araştırılabilmesi için büyük olanaklar sağladı. Bütün bunlara karşın projenin 50 yıl önceki araştırma verileri ile yetinilerek sürdürülmek istenmesi onun önemli bir kusuru.

Bunun ağırlıklı bedeli, başka örnekleri ile kıyaslanamayacak boyutta bir baraj gövdesi yapılmak zorunda kalınması. Yer seçiminin getirdiği bu sonuçla 1810 m uzunluk, 135 m yüksek ve tabanda 610 m doruğunda da 15 m genişlikli olacak ve bu yüzden 43,8 milyon metreküp hacimli bir gövde yapılması gerekecek.

Ilısu Baraj Gölü’nün su altında bırakacağı değerler arasında özellikle Hasankeyf tarihsel yerleşimi büyük bir duyarlılık yaratınca yenilenen ÇED’de bunu giderecek seçenekler de tartışılıp değerlendirme dışı bırakılmış. Önce yalnız Hasankeyf’i kurtaracak bir seçenek olarak baraj kret kotu 515 m yerine 495 m alınarak barajın küçültülmesi irdelenmiş ve bu durumda kurulu kapasitenin 1200 MW yerine 600 MW’a düşmesi gerekeceği belirlenmiş. Ancak, bu durumda toplam enerji üretimi yarıya düşmemiş, 3,6 TWh’tan 2,3 TWh’a inmiş. Yani daha düşük kapasite ile daha fazla enerji üretimi sağlanması, verimliliğin %37’den % 48’e çıkması olası. Üstelik, ÇED’de hiç değinilmemiş ama baraj gövde hacmi dörtte birden daha da aşağıya ineceği için hem yapım mal oluşu ve hem de birim enerji üretimi mal oluşu hızla düşecek. Ama, ÇED bu seçeneği üstünkörü gerekçelerle geçiştirmeye çalışıyor.

Çok dillendirildiği için birden çok daha küçük baraj yapımı seçeneği de bu yenilenen ÇED’de şöyle bir ele alınmış. Alçak bir Ilısu Barajı, Hasankeyf Barajı, Botan Barajı ve Garzan Barajı yapılsa, bunların toplam göl alanı, tek başına büyük Ilısu Barajı’nınkinin % 64’ü kadar yer kaplayacak, baraj gövde hacmi ve tabii maliyeti % 20 azalacak ve enerji üretimi gizili yalnızca %13 azalacak. Hele Garzan Barajı seçeneğinden vazgeçerseniz göl alanı, yarı yarıya azalacak, baraj gövdelerinin hacmi Ilısu’nunkinin % 64’üne inecek ve yine de Ilısu’dan beklenen enerjinin % 82’si üretilebilecek. ÇED’e bakarsanız bu iyi bir şey değil. Çünkü mevsimsel olarak fazla gelen suyun bir bölümünden yararlanamazmışız. Ilısu’yu savunmak adına ÇED’de yapılmış olan bu değerlendirmeler Ilısu Barajı Projesi’nin ekonomik olarakta kusurlu olduğunu gösteriyor.

Seçilen yer ve havza kesiminden ötürü baraj gölünün uzunluğu 136 km, alanı normal su düzeyinde 300 km2 ve maksimum su düzeyinde 313 km2 olacak. 136 km uzunluklu gölün genişliği 500-2000 m arasında değişecek. Yani, yılan gibi son derece dar ve uzun bir göl, başka barajlarla kıyaslanmayacak kadar yaygın bir coğrafyayı etkileyecek.

Barajın 1,8 milyar Euro maliyetinin olacağı ve bunun 1,1 milyar €’sunun baraj ve hidroelektrik santral, kalanının yeniden yerleştirme, kamulaştırma ve alt yapı yatırımlarına gideceği öngörülmüş. Daha önce 1,8 milyar €’ya ihale edilmiş olan proje yapımının, şimdi 1,2 milyar €’ya verilmiş olması ilginç. Belli ki, kamu eli ile yapılacak işler sanki maliyetin dışında imiş gibi gösteriliyor.

Tamamlandığında topu topu 420 kişiye iş sağlayacak olan baraj onbinlerce kişinin evini ve toprağını terk etmesine neden olacak. Barajdan ötürü 53 köy 14 mezra ve Hasankeyf kasabası, 112 km enerji hattı, 120 km köy yolu, 148 km devlet yolu ve 5.575 m demiryolu yenilenecek. Yeniden yerleşimin mal oluşu, baraj ve HES mal oluşundan fazla.

Ilısu Barajı, GAP barajları içinde en pahalı baraj. Yük faktörü en düşük enerji santralı burada kurulacak ve bu yüzden, birim enerji başına yapılan yatırım değeri en yüksek olan baraj olacak. Bu nedenle, Ilısu Barajı’nın Hasankeyf’i yok etmeyecek boyutta yapılmasının ekonomik fizibiliteyi nasıl etkileyeceği mutlaka kamuoyu önünde tartışılmalıdır. Görünüşe göre, böyle bir değişiklik hem Hasankeyf’i kurtaracak ve hem de projenin fizibilitesi iyileşecek.

Baraj 1200 MW elektrik üretebilecek; ancak, bu kurulu kapasiteyi yalnızca % 34 oranında kullanacak. Çünkü ülkemizde dışa bağımlı kaynaklardan elektrik üreten termik ve doğal gaz santralleri sürekli gereksinilen elektriği sağlayacak şekilde çalıştırılırken, hidroelektrik santraller sabahları ve akşam üstleri doğan ek gereksinimini karşılamak üzere kısıtlı ve kesikli çalıştırılıyor. Yine de kullanım oranı Atatürk Barajı’nda %48 ve Karakaya’da %52 iken, Ilısu seçilen yerden ötürü daha düşük verimli olacak. Bu nedenle üretilecek olan birim enerji başına yapılan yatırım miktarında başı çekecek, Ilısu Projesi. Üstelik, bu değerler öngörülen değerler. Beklenmedik giderlerden, örneğin su tutulmaya başlandığında karstik boşluklardan havza dışına su kaçarsa yapılmak zorunda kalınacak geçirimsizleştirme işlemlerinden ötürü projenin mal oluşu artarsa ekonomik yapılabilirlik daha da kararacak.

Açıkçası bu proje, ekonomik anlamda da kusurlu bir proje.

Alt kesiminde yapılacak olan Cizre Barajı ile birlikte tarımsal sulamaya da düzenli su sağlama savındaki Ilısu Baraj Gölü’nün altında kalacak olan “1. ve 2. Derece Tarım Alanları”nın oranı %20. Yani yaklaşık 6.000 ha tarım alanı bu proje ile yok olacak. Bunun getireceği üretim kaybı da bu projenin bir kusuru.

525 m kret yüksekliğindeki normal su düzeyinde 300 km2 olacak olan göl alanı 485 m’deki en düşük işletme düzeyinde 100 km2’ye inecek. Böylece su altında kalacak alanlar 100-313 km2 arasında değişebilecek. Bunun “önemli çevresel etkisi”nin olacağı ÇED’de bile dile getiriliyor. Böylesi durumlarda, durgun su birikintileri ve nemli alanlarda su ile bulaşan hastalıklara neden olacak canlıların türemesi ve yayılması çok kolaylaşıyor. Nitekim, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Yrd Doç Dr Ali Ceylan’ın aktardığı gelişmeler bunun GAP projelerinde zaten yaşandığını gösteriyor. Son yıllarda bütün Türkiye’de ortaya çıkan ve suyla bulaşan hastalıkların ortalama %80’i GAP alanında ortaya çıkıyor. ÇED buna karşı bir önlem getirmiyor. Proje, bu anlamda da çok kusurlu.

Baraj Gölü’ndeki su kalitesinin de birkaç yıl içinde ortaya çıkacak ötrifikasyon ile önemli ölçüde bozulacağı öngörülüyor. Yine ÇED’e göre bu baş edilmesi en güç sorun. Önerebildikleri ise bütünü ile proje dışında. Barajın yukarısında tarımda ilaç ve gübre kullanılmasın; yukarı kesimdeki yerleşimler atıklarını arıtsın; barajda fazla su tutulmasın(?) diyebilmişler!

Belli ki, gerek gölde gerekse aşağı yataktaki Cizre’nin su kalitesi de bozulacak. Proje, bu açıdan da, açıkça kusurlu.

Ilısu Baraj gölü 6.000 hektar 1. ve 2. Derece Tarım alanını su altında bırakacak. Cizre Baraj gölü de oluştuğunda, Cizre Barajı’ndan sulanabilen alandan daha geniş bir tarım alanı su altında kalıp elden çıkacak. Bunun yanında Dicle’nin aşağı ovalara taşıdığı, tarımsal toprağı besleyen malzeme barajlarda çökeleceği için orta ve uzun dönemde tarım toprakları yoksullaşacak. Bu iki barajdan gelecek su ile sulanacak tarım alanları, bu uygulamadan sonra tuzlanma tehdidi altında olacak. Harran Ovası’nda 13 yıllık sulama süresinde tarım alanlarının %8’i aşırı, 1/3’i de orta ve şiddetli derecede tuzlanmıştır. Başlangıçta Harran ve Akçakale Ovalarında tarımsal verim 2,5 kat ve katma değer 2 kat artmışken son yıllarda bu artış önce yavaşlamış, sonra durmuştur. Bunun nedeni tarımsal toprakların eskisi kadar beslenememesi ve tuzlanmadır. Aynı süreç Ilısu-Cizre Baraj ikilisinin aşağı kesimindeki topraklar için de bir kaderdir. Bu açıdan bütün GAP yeniden gözden geçirilmelidir.

Hasankeyf’in üzerinde kurulu olduğu jeoloji birimi gözenekli bir kayadan oluşmaktadır. Kolay kazılabilir ve kazı yüzeyi kısa sürede biraz sertleşir; atmosferik ortamda kolayca ayrışmaz. Hasankeyf’teki anıtsal yapılar da bu kayadan çıkarılan taşlarla yapılmış ve aynı özellikleri taşıyor. Ancak, bu kaya su altında kaldığında ve hele su düzeyi alçalıp yükseldiğinde bu kayayı oluşturan karbonat kırıntıları ve çimentosu kolayca suda çözünür ve bu doğal yarlar da, bu taşlarla yapılmış olan tarihsel ve anıtsal yapılar da zaman içinde ufalanır. Bu nedenle, Hasankeyf bir kere su altında kaldıktan sonra bir daha kurtulması olanaksız olur. Baraj ömrünü doldurduktan sonra su ve çamurların altından toz yığını çıkar. ÇED baraj gölünde alçalıp yükselecek su düzeyinden ötürü kıyılarda ortaya çıkacak olan erozyona ve olası heyelanlara da değiniyor. Ancak, kayda değer bir önlemden söz edilmiyor. Bu da bir proje kusurudur.

Özetle, yerbilimleri açısından bu proje kusurlu.

Yeniden incelemeler yapılması ve iş işten geçmeden pek çok konunun yeniden tartışılması gerekir.

Proje bu şekli ile uygulanırsa öngörüldüğü kadar su tutamaması, daha pahalıya mal olması, çevre ve insan sağlığını olumsuz etkilemesi kaçınılmaz olacaktır.


Okunma Sayısı: 3630