TMMOB Odalar 18 Temmuz 2024, Perşembe

23 Ekim 2011 günü, Richter ölçeğine göre 7.2 büyüklüğünde Tabanlı köyü`nde meydana gelen deprem ile 9 Kasım 2011 tarihinde Van`ın güneyinde Edremit civarında meydana gelen 5.6 büyüklüğündeki depremden bu güne yaklaşık bir yıl geçti.

Yayınlayan Birim: GENEL MERKEZ
Yayına Giriş Tarihi: 22.10.2012
Güncellenme Zamanı: 03.12.2012 17:07:13

23 Ekim 2011 günü, Richter ölçeğine göre 7.2 büyüklüğünde merkez üstü Van‘a 17 kilometre uzaklıktaki Tabanlı köyü`nde meydana gelen ve 25 saniye süren deprem ile 9 Kasım 2011 tarihinde Van`ın güneyinde Edremit civarında meydana gelen 5.6 büyüklüğündeki depremden bu güne yaklaşık bir yıl geçti. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığından (AFAD) yapılan açıklamaya göre, ilk depremde 604 kişi, ikinci depremde de 40 insanımız yaşamını yitirdi.

AFAD‘a göre konutları yıkık-ağır hasarlı afetzede sayısı 39804 aile, iş yeri ağır hasarlı afetzede sayısı 3606 aile ve köyde ahırları yıkık-ağır hasarlı olan afetzede sayısı ise 9728 dir. Orta hasarlı 11432 konut, 3345 işyeri ve 356 ahır da dikkate alındığında böylesine büyük yıkımın ardından; TUİK tarafından açıklanan 2011 yılı iç göç rakamlarına bakıldığında; Van`da 65.500`e yakın vatandaşımız göç ettiği, Ağrı, Muş, Bitlis gibi civar illerle kıyaslandığında göç rakamının 6 kat daha fazla olduğu ve il nüfusunun yaklaşık %7`sinin büyük kentlere göç ettiği görülmektedir. Gerçekte ise bu rakamın daha yüksek olduğu dikkate alındığında can ve ekonomik kayıpların yanı sıra depremin göçlere neden olan yönüyle nasıl bir sosyolojik travma yarattığı da ortaya çıkmaktadır.

Ülkemizin başta deprem olmak üzere doğa olayları ile karşılaşılan son bir- bir buçuk yıllık dönemine bakıldığında; geçtiğimiz yıl Mayıs ayında Kütahya Simav depremi ile başlayan deprem sürecinin, 23 Ekim ve 9 Kasım Van depremleri, Nisan 2012 de Kütahya- Simav, Mayıs 2012 İzmir Körfezi, akabinde Fethiye Körfezi, Kırşehir Kaman ve son günlerde Akdeniz doğu baseni ile Kahramanmaraş ve çevresinde yaşanan hareketlilikler ile devam ettiği görülmektedir. Yine bu süre içinde Antalya, Samsun, Rize ve Ağrı`da yaşan sel baskınları da dikkate alındığında afete dönüşen doğa olaylarından dolayı 670`e yakın insanımızın kaybına, 45.000 civarında konutun ağır hasar görmesi veya yıkılmasına, binlerce dönüm arazinin sular altında kalmasına ve milyonlarca dolar zarara neden olan bir durumla karşı karşıya kaldığımız gerçeği ortaya çıkmaktadır.

Kıtaların hareketlerinden, ovaların ve dağların oluşumuna, volkanik etkinliklerden depremlere ve hatta dev deniz dalgalarına yol açan tektonik hareketlilik süreçleri, üzerinde yaşadığımız yerküreye sonsuz devingenlik kazandıran, ancak jeolojik bilgilerle algılanması hiç de zor olmayan doğal süreçlerdir. Doğal olmayan ise, bilimi ve insanı merkezine alan politikalar yerine, doğayı maksimum kar amacıyla kullanan anlayışın yaşanan doğa olaylarını afete dönüştürmesidir.

Türkiye`de ; başta deprem, heyelan, sel, su taşkını olmak üzere pek çok doğa olayının afete dönüşmesini önlemek, afet riski altındaki alanların sağlıklı ve güvenli yaşam alanları haline getirilmesi öncelikli ve acil bir ihtiyaçtır.

Geçtiğimiz günlerde; Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü tarafından 1992 yılında yayımlanmış olan "Türkiye Diri Fay Haritası" yenilendi. Yeni diri fay haritası ülkemizde orta ve büyük manyitüdlü deprem üretebilecek fay sayısının bilinenin çok üzerinde ve yaklaşık 485 adet olduğunu göstermektedir. MTA tarafından yapılan çalışmalarla güncellenen Türkiye Diri Fay Haritasına göre büyüklüğü 5.5 ve üzeri deprem üretebilecek 485 diri fay veya fay segmenti olduğunun saptanması, neredeyse tüm ülke coğrafyasının bir deprem tehdidi altında olduğu jeolojik gerçekliğini açık olarak ortaya koymuştur.

Ancak sadece son bir buçuk yılda yaşanan onca olumsuz olayların yarattığı tabloya bakıldığında bundan yeterince dersler çıkardığımızı söylememiz mümkün değildir.

1999 yılı Marmara depremlerinden sonra "yapıların denetimsizlikten yıkıldığı" söyleminden hareketle çare olarak sunulan ve "deprem öldürmez bina öldürür" sloganı baz alınarak çıkartılan 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanun sorunumuza çare olamamışsa, Van depremlerinden sonra mevcut siyasi erk tarafından afetlerle mücadelenin temel dayanağı olacağı düşüncesiyle; meslek örgütleri, üniversiteler, sivil toplum örgütlerinin düşünceleri ve kaygıları dikkate alınmaksızın "ben yaptım oldu" mantığıyla çıkarılan ve çeşitli illerde yer alan bazı metruk kamu yapılarının şaşaalı patlatmalarla yıkılması görüntüleri ile başlatılan Kentsel dönüşüm yasası olarak da bilinen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun da sorunlarımızı çözmekten uzaktır. Çünkü bu yasa, özünde afet riski altındaki yerlerin güvenli bir yaşam alanına dönüşümünü değil, ranta dönüşümünü esas almaktadır.

Yine, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`nın Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliği ile Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği`nde yaptığı değişiklikler ile kentsel yerleşim amaçlı planlama süreçleri ile yapı üretim sürecinde denetimi özelleştirirken meslek odalarınca yapılan kamusal denetimi de ortadan kaldırarak, afet bilançolarının artmasına da zemin hazırlamaktadır.

Tüm bu olumsuz tablo karşısında, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak 23 Ekim Van depreminin birinci yılında önerilerimizi kamuoyuyla ve karar vericilerle bir kez daha paylaşmayı kamusal bir görev biliyoruz.

Öncelikle Van ili ve çevresinde bölge halkının insanca yaşam koşullarının bir an önce sağlanması için çalışmalar tamamlanmalıdır.

Ve dili Jeolojiyle yazılmış olan doğa ancak Jeolojiyle çözümlenebilir gerçeği temel alınarak;

  •    Depremleri engellemenin mümkün olmadığı, ancak afete dönüşmesini engellemenin mümkün olduğu bilinciyle, toplumsal ve yönetsel düzeyde tüm kaynakları zarar azaltma hedefine yönlendirecek, kişi ve kurumlar arasında eşgüdümü sağlayacak, üniversitelerin, kamu kurum ve kuruluşlarının, meslek örgütlerinin ve sivil tolum kuruluşlarının katılımı ile ‘Stratejik Afet Eylem Planı` hazırlanmalıdır.
  •     Deprem zararlarının azaltılması yönünde yapılması gereken pek çok çalışmaya temel oluşturan diri fay haritaları incelendiğinde, bir çok yerleşim biriminin fay hatları veya zonları üzerinde, yakınında veya etki alanında yer aldığı görülerek; öncelikle diri fayların üzerinde yer alan yerleşim bölgelerinde üretebilecekleri deprem büyüklükleri de baz alınarak yapı yapılması engellenmeli, riskli alanlar kamuoyuyla da paylaşılarak terk edilmelidir. Bu amaçla en kısa sürede TBMM den bir "Fay Yasası" çıkarılmalıdır.
  •     MTA tarafından ülkemiz karasal alanları için düzenlenen Diri Fay haritaları, deniz alanlarının tamamını kapsayacak şekilde, kısa süre içinde genişletilmelidir.
  •     Gerek MTA tarafından yenilenen diri fay haritası gerekse de mevcut sismik veri ve kayıtlar ile jeoloji, yapısal jeoloji, tektonik, jeomorfoloji ve paleosismoloji çalışmaları sonucunda elde edilen verilere dayalı olarak farklı ölçeklerde "Sismotektonik Haritalar" hazırlanmalıdır.
  •     Ülkemizin mevcut tektonik yapısı, yeni hazırlanan "diri fay haritası" ile hazırlanacak sismotektonik haritalar baz alınarak " Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası" yenilenmelidir.
  •     Her türden jeolojik risk ve tehlike haritaları (heyelan, kaya düşmesi) en kısa sürede tamamlanmalıdır. Mevzuatımızda tehlike haritalarının hazırlanması işi sadece imar planlama sürecinin bir ihtiyacı olarak görülmemeli; enerji, sanayi, ulaşım gibi tüm sektörler için karar süreçlerine girdi sağlayan bir veri olarak ele alınmalıdır.
  •     Başta deprem olmak üzere tüm afet risklerine karşı güvenli kentsel çevreler oluşturulmasında ve yönetiminde Ülkemizde hala önemli ve büyük yasal boşluklar bulunmaktadır. Jeolojik verilerin imar sistemine entegrasyonunda; yer seçimi, yapılaşma, imar yetki ve denetim gücünün etkin kılınması, mevcut yapılaşmış alanların iyileştirilmesi ve güvenlik düzeylerinin yükseltilmesi gibi konularda mevzuat geliştirilmesinde ve mevzuatın uygulama ve yaptırım gücü kazanmasında yetersizlikler bulunmaktadır. Ülkemizin hala birbirine entegre olmuş afet, imar ve yapı mevzuatına sahip olmaması üstelik afet olgusuna içeriğinde yer vermemiş bir imar yasasının büyük bir zafiyet olduğu görülerek, 3194 Sayılı İmar Kanunu, 7269 Sayılı Afetler Kanunu ve 4709 sayılı Yapı Denetimi Kanunu tüm tarafların görüşü alınarak değiştirilmelidir.
  • Kamu ve toplum yararı açısından bütün bu yasal sistemlere jeoloji mühendisleri acilen dahil edilmelidir.
  •     Her tür ve ölçekteki planlama öncesi İmar Planına Esas Jeolojik-Jeoteknik Etütlerin yaptırılması ve ülkemizin afet yönetim sisteminin önceliği olması gereken zarar azaltma stratejisinin en önemli bileşeni olan Afet Duyarlı Planlama yapılmalıdır. Planlama ve uygulama süreçlerini yönlendirmek için başta Belediyeler olmak üzere Yerel Yönetimlerde Jeolojik Jeoteknik Etütler (Zemin Etütleri) birimleri kurulmalıdır. Yapılan çalışmaların zemin parametrelerine uygunluğu istihdamı sağlanacak jeoloji mühendisleri eliyle yürütülmelidir.
  •     Son yıllarda devlet müteahhitliği ve rant proje ihaleleri yapan bir kuruluş haline getirilen TOKİ yeniden yapılandırılmalı, yoksullar için sosyal konutlar üreten bir yapıya dönüştürülmelidir.
  •     Bugün ulusal afet yönetim sistemimiz ne yazık ki hala "gündelik ve kısa vadeli işlerle meşgul olmakta", süreçte yer alan kurumlar gerekli eşğüdüm ortamından uzakta birbiri ile bütünleşmeyen hedefler ve projeler peşinde koşmaktadır. Uzun dönemli kararlar alacak çalışmalarda eşğüdümü sağlayacak kurumsal bir yapılanmanın ihtiyacı sürmektedir. Bu bağlamda, 5902 sayılı yasa ile kurulan Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığında (AFAD) gerekli reorganizasyon gerçekleştirilerek yeniden yapılandırılmalıdır.
  •     Halkın barınma ve mülkiyet haklarını elinden alan rant`a dönük Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve Uygulama Yönetmeliği toplum yararı gözetilerek yeniden ele alınmalıdır. Bu kanun yerine, insan merkezli toplumsal politikaların hayata geçirilmesini esas alan, üniversiteler, meslek odaları, yerel yönetimler ve halkın katılımı ile; rant odaklı değil, sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşam hakkını sağlayabilecek yasal düzenlemeler hayata geçirilmelidir. Kentsel dönüşümün daha sağlıklı işletilebilmesi için halkın katılımını sağlayacak, ekonomik, sosyal, kültürel ve teknik boyutlarıyla bütünlüklü dönüşüm projeleri üretilmelidir.

Sonuç olarak, TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI olarak bir kez daha ifade ediyoruz ki;

Doğa olaylarının afete dönüşmesi "kader" değildir ve toplumsal acıların tekrar tekrar yaşanmaması bizim elimizdedir. Üzerinde yaşadığımız yerkürede tanık olduğumuz gelişmelere, aklın ve bilimin ışığını yansıtmaya çalışmak temel anlayışımız olmaya devam edecektir.

Bilimle, emekle, inatla, umutla..

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU
23 Ekim 2012


Okunma Sayısı: 3107