Fethiye körfezinde 10 Haziran 2012 tarihinde meydana gelen büyüklüğü (Ml= 6,0 ) olan depremden sonra artçı sarsıntılar devam ediyor.
Alp- Himalaya kuşağında yer alan ülkemiz; Kuzey Anadolu Fayı, Doğu Anadolu Fayı ve Batı Anadolu Horst-Graben sistemi ve çok sayıda diri fayın etkisi altındadır. Deprem Bölgeleri Haritası‘na göre, yurdumuzun %92‘sinin tehlikeli deprem bölgeleri içerisinde olduğu, nüfusumuzun %95‘inin deprem tehlikesi altında yaşadığı ve ayrıca büyük sanayi merkezlerinin %98‘i ve barajlarımızın %93‘ünün deprem bölgesinde bulunduğu bilinmektedir.
Bu veriler ülke coğrafyasının büyük bir kesiminin her an yıkıcı bir deprem tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceği gerçeğini açıkça göstermektedir. Bunun son örneği; 10 Haziran 2012 tarihinde saat 15:44‘te Fethiye körfezinde meydana gelen büyüklüğü (Ml= 6,0 ) olan Fethiye depremidir. Dış merkez koordinatları 36.38 K, 28.85 D olarak açıklanan deprem Muğla ili Fethiye ilçesinin 33 km güney batısında yerin 7 km derinliğinde meydana gelmiştir. AFAD tarafından yapılan odak mekanizması çözümüne göre deprem ters bileşenli sol yönlü doğrultu atımlı bir faya bağlı olarak Fethiye-Burdur Fay Zonu, Helenik ve Kıbrıs yaylarının kesişim noktasına yakın bir bölgede meydana gelmiş ve 23 saniye sürmüştür. Deprem en çok Fethiye ilçesi ve köylerini etkilemiştir. Muğla ve Antalya illerinde şiddetli, Akdeniz ve Ege bölgesinde de daha hafif şiddette hissedilmiştir. Deprem nedeniyle Fethiye ilçesinde elektrik ve internet hatları kesilmiş, Ölüdeniz, Hisarönü ve Fethiye merkez ilçeye bağlı bazı köylerde evlerin duvarlarında çatlaklar meydana gelmiştir. Ayrıca Fethiye ilçesinin Patlangıç mahallesinde bir evin üzerine 400 m yüksekten düşen kaya kütlesi evde hasara neden olmuştur. Depremin hemen ardından bölgede çok sayıda artçı deprem meydana gelmiştir.
Depremin merkez üstünün Fethiye ilçesinin yaklaşık 33km.GB‘sında ve denizde olması ve deprem büyüklüğünün görece düşük olması, can ve mal kayıpların az olmasına yol açmıştır.
Fethiye ilçesinin de yer aldığı GB Anadolu, tektonik açıdan ülkemizin en aktif bölgelerinden birisidir. Burdur‘dan başlayıp Rodos adası açıklarına kadar devem eden yaklaşık 300 km. uzunluğundaki Burdur- Fethiye Fay Zonu içerisinde tarihsel ve aletsel dönemde hasara neden olan bir çok deprem meydana gelmiştir. Söz konusu fay zonu üzerinde son yüzyılda Burdur (1914, M=7.1) Rodos (1926, M=7.4), Kos (1933, M=6.5), Muğla (1941, M=5.8), Fethiye (1957, M=6.8 ve M=7.1), Köyceğiz (1959, M=5.7), Marmaris (1961, M= 6.3), Fethiye (1969 M=5.4), Burdur (1971 M=6.2) Gökova (2004, 5.1 ve 5.3) depremleri meydana gelmiş ve bölge insanı oluşan bu depremlerden önemli derecede etkilenmiştir. Tarihsel dönemde de bu bölgede 5‘i IX şiddetinde, 4‘ü X şiddetinde olmak üzere değişik şiddetlerde ve hasara neden olan depremler meydana gelmiştir. Bu depremlerden Fethiye‘yi en fazla etkileyeni ise 28.02.1851 tarihinde meydana gelen ve IX şiddetinde olan Fethiye depremi olmuştur.
Burdur-Fethiye Fay Zonu üzerinde yer alan Fethiye ve çevresindeki yerleşim birimleri Türkiye Deprem Bölgeleri Haritasına göre birinci derece deprem bölgesi içinde yer almakta olup, bölgenin depremsellik karakteri ve yerleşim birimlerinin üzerinde yer aldığı zeminlerin jeolojik ve jeoteknik parametreleri de çoğunlukla olumsuz koşulları işaret etmektedir. Fethiye ilçe merkezi ile özellikle sahil kısımlardaki yerleşim birimlerinin önemli bir bölümü, yer altı su seviyesinin yüksek olduğu, alüvyonel karakterde yeterince tutturulmamış jeolojik birimlerden oluşmuş alanlar üzerinde yer almaktadır. Bu jeolojik yapı jeoteknik açıdan her zaman; sıvılaşma, farklı oturma, taşıma gücü gibi sorunlara sahip olup aynı zamanda deprem etkisini de kimi zaman arttırarak üzerindeki yapılara yansıtmaktadır.
Dolaysıyla, bu bölgede yer alan sahil yerleşim alanlarının ve bu bölgede bulunan önemli yatırımların deprem riski altında olduğu her zaman göz önüne alınması gereken yaşamsal bir gerçekliktir.
Deprem, ülkemizin yadsınamaz bir jeolojik gerçekliliğidir. Biliyoruz ki, deprem kaçınılmaz olarak bir kez daha karşımıza çıkacaktır. Bu jeolojik gerçekliğin bilinmesine karşın bugün yaşadığımız çevrenin afetlere karşı daha korumalı ve güvenli, toplumun daha dirençli ve bilinçli olduğu, çıkarılan son yasal düzenlemelerin de bu amaca hizmet ettiği söylenemez.
Son dönemlerde çıkarılan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun, insanı merkezine almayan, afetlere karşı güvenli bir çevrede ve yapıda yaşamayı sağlamaktan uzak bir düzenleme olarak baştan sakat doğmuştur. Yine tasarı halinde olan Yapı Denetim Yasası ile öngörülen uygulamaların da kamusal, bilimsel bir yapı üretim sürecinin denetimini sağlamayacağı görülmektedir.
Yapılan düzenlemeler yaşan son depremlerden yeterince ders almadığımızı göstermektedir.
Güvenli kentleşme ve yapılaşmanın ilk adımı olan jeolojik-jeoteknik (zemin ve temel) etütlerin gerek planlama aşamalarında gerekse de yapı üretim ve denetim sürecinde dikkate alınması sağlıklı kentleşmenin oluşturulması için vazgeçilmez bir zorunluluktur.
.
Jeoloji Mühendisleri Odası olarak, yaşanan depremlerle toplumsal hafızamızda kısa sürelerle yer edinebilen, ancak kendini unutturmayan ve unutturmayacak olan deprem ve sonuçlarının artık "toplumsal unutkanlığımız" olmaktan çıkarılması gerektiğini; ülkemizin jeolojik yapısı nedeniyle sıkça karşılaştığımız ve karşılaşacağımız depremlerin, yıkıcı afetlere dönüşmesinin önüne ancak ve ancak akıl, bilim ve doğru mühendislik öngörüleri ile geçebileceğimizi bir kez daha ifade ediyoruz.
Depreme karşı geliştirilen Ulusal Deprem Strateji Planı "USDEP 2023" projesinin yayınlanmasından bugüne kadar geçen sürede yaşananlar ülkemizin depreme karşı en iddialı projelerden biri olan Deprem Şurası ile aynı kaderi; unutulma ve sözde kalması sonuçlarını yaşama riskini taşıdığı görülmeli, ülkemizde deprem hamasi siyasal edebiyatın konusu olmaktan artık çıkarılmalıdır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI
Okunma Sayısı: 3461