Antik Ege Havzasında yaşayanlar için, sıkça meydana gelen ve bir türlü açıklayamadıkları depremin nedeni Poseidon‘un asasını yeryüzüne vurmasıydı. Antik dönemin bilim insanları ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlardı ancak bugün depremin kaynağını ve "Poseidon asasını daha yeryüzüne vurmadan" neler yapılması gerektiğini biliyoruz.
Ancak ülkemizde depremlerle mücadele, çok yavaş ilerleyen, bir yol haritasını bağlı olmaksızın gerçekleştirilen bölük pörçük adımlardan oluşan bir süreç olarak yaşanıyor.
Alp- Himalaya kuşağında yer alan ülkemiz; Kuzey Anadolu Fayı, Doğu Anadolu Fayı ve Batı Anadolu Horst-Graben sistemi ve çok sayıda diri fayın etkisi altındadır. Deprem Bölgeleri Haritası‘na göre, yurdumuzun %92‘sinin tehlikeli deprem bölgeleri içerisinde olduğu, nüfusumuzun %95‘inin deprem tehlikesi altında yaşadığı ve ayrıca büyük sanayi merkezlerinin %98‘i ve barajlarımızın %93‘ünün deprem bölgesinde bulunduğu bilinmektedir.
Bu veriler ülke coğrafyasının büyük bir kesiminin her an yıkıcı bir deprem tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceği gerçeğini açıkça göstermektedir. Bunun son örneği 19 Mayıs 2011 Perşembe günü yerel saatle saat 23.15‘de meydana gelen; 3 yurttaşımızın ölümü, bin civarında konutun hasar görmesiyle sonuçlanan 5.9 büyüklüğündeki Simav Depremidir. Deprem, Simav Fay Zonu üzerinde oluşan orta büyüklükteki sığ bir deprem olup Batı Anadolu‘da geniş bir coğrafyada hissedilmiştir.
Depremden hemen sonra Odamızca oluşturulan teknik heyetin yerinde yaptığı incelemeler sonucunda düzenlenen rapor basın açıklaması metninin ekinde sunulmaktadır. Söz konusu raporda da belirtildiği üzere; 19 Mayıs 2011 Simav (Kütahya) Depremi, ülkemizin önemli deprem kuşakları arasında olan Ege Çöküntü Alanlarının bir parçasını oluşturan SİMAV FAY ZONU (SFZ) üzerinde yer almaktadır. SFZ, Batı Kuzeybatı-Doğu Güneydoğu doğrultulu yaklaşık 15-20 km uzunlukta ve 2-3 km genişliğinde, depremsellik açısından aktif fayların bulunduğu bir zondur. Bu zonda 1928 Emet M=6.2, 1944 Şaphane M=6.2, 1970 Gediz M=7.2, 1970 Çavdarhisar M=5.9 ve 17.02.2009 Simav M=5.0 olan yıkıcı depremler yaşanmıştır.
Öte yandan bölgenin depremsellik karakteri kadar yerleşim birimlerinin üzerinde yer aldığı zeminlerin jeolojik ve jeoteknik parametreleri de çoğunlukla olumsuz koşulları işaret etmektedir. Örneğin gerek Simav ilçe yerleşim alanı gerekse Gökçeler köyü gibi bölgedeki birçok kentsel ve kırsal yerleşim alanı graben (çöküntü) alanlarında çökelmiş yer altı su seviyesinin yüksek olduğu, alüvyonel karakterde yeterince tutturulmamış jeolojik birimlerden oluşmuş alanlar üzerinde yer almaktadır. Bu jeolojik yapı jeoteknik açıdan her zaman; sıvılaşma, farklı oturma, taşıma gücü gibi sorunlara sahip olup aynı zamanda deprem etkisini de kimi zaman arttırarak üzerindeki yapılara yansıtmaktadır.
Dolaysıyla, bu bölgede yer alan kentsel ve kırsal yerleşim birimlerinde yaşayanların ve bu bölgede gerçekleştirilecek yatırım projelerinin deprem riski altında olduğu her zaman göz önüne alınması yaşamsal bir gerekliliktir.
Gerek ilçe merkezindeki alüvyonel alanlarda daha yoğun hasar izlenmesi gerekse alüvyon üzerine kurulu Gökçeler köyünde daha yoğun hasar izlenirken granit (kaya) üzerine kurulu Sögüt köyünde hasarın çok sınırlı kalması gibi verili durum yerleşim alanlarının jeolojik yapısının, deprem ve diğer afet risklerinin yaratacağı hasar dağılımları üzerinde etkili olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Öte yandan, Simav İlçe merkezi ve köylerinde ortaya çıkan hasar tablosu yapı hasarlarında zemin etkisi kadar yapı projelerindeki ve imalatlardaki hataların da etkili olduğu göz önüne alındığında ülkemizdeki yapılaşma sürecinin yapı-zemin etkileşimine ve bölgenin depremsellik gerçekliğine uygun olması gerektiği açıktır.
Deprem, ülkemizin yadsınamaz bir jeolojik gerçekliliğidir. Biliyoruz ki, deprem kaçınılmaz olarak bir kez daha karşımıza çıkacaktır. Bu jeolojik gerçekliğin bilinmesine karşın bugün yaşadığımız çevrenin afetlere karşı daha korumalı ve güvenli, toplumun daha dirençli ve bilinçli olduğu söylenemez.
Kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu olan TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak; bu güne kadar edindiğimiz deneyimler ışığında depremle mücadele sürecine katkı sunmak amacıyla hazırladığımız ve Odamızın deprem konusundaki "genel görüş bildirgesi" niteliğindeki "DEPREM VE DEPREM YÖNETİMİ RAPORU"nda konu her boyutuyla tartışılmaya çalışılmıştır.
Raporda da vurgulanan ana başlıkları sizlerle bir kez daha paylaşmak isteriz..
- Toplumsal ve yönetsel düzeyde tüm kaynakları zarar azaltma hedefine yönlendirecek, kişi ve kurumlar arasında eşgüdümü sağlayacak, mevzuat, kurumsal yapılanma, eğitim, sağlık v.b. alanlarında kısa, orta ve uzun dönem hedef ve ilkeleri denetim süreçleri ile birlikte ortaya koyan kapalı kapılar ardında bazı kurumlar tarafından hazırlanıp topluma dayatılan değil, üniversitelerin, kamu kurum ve kuruluşların, meslek örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşları ile siyasi partilerin de içinde katılımı ve katkısı ile oluşturulmuş "Stratejik Afet Eylem Planı" hazırlanmalıdır.
-Hazırlanacak Stratejik Afet Eylem Planında kurum, kuruluş, meslek örgütleri, üniversiteler ve sivil toplum örgütlerinin rolleri ve yapacakları görevler ile bu kurumlar arasında eşgüdümü sağlayacak kurumların görev ve sorumlukları belirlenmeli, bu plan yasal bir zorunluluk haline dönüştürülmelidir.
-Hazırlanacak stratejik deprem planı, Yüksek Planlama Kurulu ve Bakanlar Kurulunca onaylanarak Resmi Gazete‘de yayımlanmalı ve devlet politikası olarak uygulanmalıdır.
Bu stratejik plan çerçevesinde;
- Depremle doğrudan veya dolaylı ilişkili tüm mevzuat afet ve imar ana ekseninde düzenlenecek çatı/çerçeve yasaların altında yeniden oluşturulmalıdır. İmar, yapı ve afet mevzuatı arasındaki kopukluk giderilmelidir.
- Kurumsal Yapılanmada; 5902 sayılı kanunla kurulan Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı kuruluş sürecinden başlamak üzere eşgüdüm merkezi olamayacağını gösterdiğinden yerine depremin her evresine yönelik çalışmaların eşgüdümünü sağlayacak düzeyde ve yaptırım gücüne sahip bir Afet Müsteşarlığı oluşturulmalıdır.
-Afet riski yüksek olan bölgelerdeki yerel yönetimlerde "Jeoloji ve Zemin Araştırma Birimleri" kurularak jeolojik-jeoteknik ve mikrobölgeleme etütler, varsa deprem erken uyarı ve izleme sistemleri gibi konular ile il ölçeğindeki deprem planlarına girdi sağlayacak kentsel jeolojik bilgi üretimi gerçekleştirilmelidir.
-Kentsel ve kırsal yerleşim alanlarında gerçekleştirilecek her tür ve ölçekteki planlamada jeolojik-jeoteknik etütler ile yapılaşma esnasıonda temel ve zemin etütlerinin yaptırılmasına titizlikle uyulmalıdır.
-Yapı üretim süreçlerinde kamusal sorumluluk anlayışı çerçevesinde yapı denetimi gerçekleştirilmeli; bu kapsamda Yerel yönetimlerde (Belediye ve il Özel İdareleri) başta Jeoloji Mühendisi olmak üzere mühendis, mimar ve plancı istihdamı zorunlu hale getirilmelidir.
-Maliye Bakanlığının koordinasyonunda deprem konusundaki araştırma ve işlemeler ilişkin gerekli mali kaynak yaratılmalı; "Afet Fonu" oluşturulmalı; kurumlar bütçelerinin belirli bir bölümünü depreme yönelik projelere ayırmalıdır. Ayrıca, bu düzenlemelerin yanı sıra Stratejik Planda teknik bazda aşağıdaki eylemler de tanımlı olmalıdır;
-Dünyada zarar azaltma süreçlerinin ilk adımı olarak görülen ve afete duyarlı planlamayı sağlamada önemli bir araç olan Afet Tehlike Haritalarının (Deprem Tehlike Haritaları, Heyelan Duyarlılık ve Risk Haritaları, Çığ Düşmesi Risk Haritaları, Su Baskını Haritaları vb) hazırlanmasına yönelik çalışmalar ivedi olarak başlatılmalıdır.
-Türkiye‘nin Sismotektonik haritası bulunmamaktadır. 1/25.000 ölçeğinde hazırlanıp 1/250000 ölçekte basılacak sismotektonik haritalar üretilmelidir.
-Türkiye Diri Fay ve Deprem Bölgeleri Tehlike Haritası güncellenmelidir.
-Türkiye Aktif fay ve paleosismoloji çalışmalarına hız verilmeli, Aktif Tektonik, paleosismoloji, mikrobölgeleme harita üretimi, erken uyarı sistemleri gibi konularda araştırma projeleri ve/veya yüksek lisans programları arttırılmalı, gerekli mali kaynaklar yaratılmalıdır.
-1999 Depremlerinden bugüne kadar yaşananlar afet bilincinin yüksek tutulmasının önemini göstermiştir. Deprem politikalarının hem toplumsal hem de meslek içi eğitim süreçleriyle desteklenmesini zorunlu kılmaktadır. Yaşam çevremizin bir parçası olan jeolojik çevreye farkındalık yaratılması doğa olaylarının algılanmasına başlangıcı oluşturur. Bu nedenle ilköğretimden başlamak üzere Jeoloji dersi eğitim programı kapsamına alınmalıdır.
Diğer taraftan, 12 Haziranda yapılacak seçimler öncesi ülke yönetimine talip siyasi partilerin seçim bildirgelerinde, hepimiz için yaşamsal önemde olan deprem ve afetler konusunda ne yazık ki hiçbir şey yer almamaktadır.
İçinde yaşadığımız çevrenin jeolojik gerçekliği gereği toplum olarak zarar azaltma, hazırlık ve planlama, müdahale, iyileştirme ve yeniden inşa aşamalarını birbirini bütünler bir tarzda kurgulayan bir afet yönetim sistemi etrafında bütünleşmek ve afet zararlarıyla toplumsal olarak mücadele etmek zorunda olmamıza karşın merkezi ve yerel yöneticilerin "Poseidon‘a kulak verdiğini" söyleyemeyiz..
Afetlere karşı zarar azaltma odaklı bir afet yönetim sistemi içinde başta siyasi iktidar olmak üzere toplumun tüm kesimleri bir araya gelmek ve kuraklıktan depreme, heyelandan teknolojik afetlere karşı daha dirençli bir toplum yaratmak zorundayız.
Ülkemizin jeolojik gerçekliği afetlere karşı dünden daha fazla hazırlıklı olmamız gerektiğini bizlere söylüyor ve soruyoruz "KENDİ TOPRAKLARINDA POSEİDON‘A KULAK VERMENİN ZAMANI GELMEDİ Mİ?
TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI
19 MAYIS 2011 SİMAV (KÜTAHYA) DEPREMİ İNCELEME RAPORU(16139 KB) (30.05.2011 11:30:12)
Okunma Sayısı: 3141