8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 150 yılı aşkın bir zamandan beri kadın mücadelesinin kilometre taşlarından biridir. İlk kez 1857 yılında daha iyi çalışma koşulları ve erkeklerle eşit haklar için yürüyen kadınlar, bugün de yine eşit haklar, eşit yaşam koşulları ve artık erkek şiddetine maruz kalmamak için yürümektedir. Görüyoruz ki, mücadelemiz büyüdükçe, sesimiz daha çok duyuldukça, bunu bastırmak için kullanılan yöntemler de ağırlaşmaktadır.
Gerek Türkiye`de gerekse dünyada, toplumsal cinsiyet rolleri hayatın her alanını işgal etmiştir. Kadını eve hapsetmek isteyen bu yaklaşım evde, işte ve sokakta kanıksanmıştır. Kadınların büyük mücadeleleri neticesinde "erkeklere göre tanımlanan kadın" yerine "bağımsız kadın" bakışı oluşturulmuş, ancak "ikinci cins – kadın" mantığını yeniden oturtmaya çalışan bir zihniyetle karşı karşıya kalınmıştır. Bu zihniyet, ülkemizde kadınlara uygulanan baskı ve şiddetin günden güne artan boyutlara ulaşmasına neden olmuştur.
Bu bakış açısına göre kadın, erkeğin iş bulamamasının sebebi olabilmektedir. İstihdam yaratmakla yükümlü olan devlet, eksiğini örtbas etmek için kadınları suçlamakta, bu yolla erkeği kışkırtmakta, kadın düşmanı bir toplum yaratmaya çalışmaktadır. Zorlaşan yaşam şartlarının altında, tıpkı kadın gibi, ezilmekte olan erkek de zaten öfkesini yönlendirecek bir hedef aramaktadır.
Yine aynı mantığa göre kadın, maruz kaldığı taciz / tecavüz olaylarında "kışkırtıcı / müsebbip" olarak görülebilmektedir Zaten yeterince mağdur olmuş bir kadın, salt cinsiyetinden ötürü ikinci bir kez daha mağdur edilmekte, mahremiyetinden tutun da güvenilirliğine kadar maddi – manevi her açıdan sorgulanmakta, varlığı didiklenmektedir. Bu süreçte, mağdur edenin mağdur olan kadar bile sorgulanmadığı açık seçik ortadadır. Kamu kurumlarında, özel sektörde, demokratik kitle örgütlerinde, kısacası kadının sokağa çıkmasını gerektiren her alanda yaşanan taciz ve tecavüz olayları hasıraltı edilmektedir.
Yargı kararları, kadının taciz ve tecavüzden kendini korumasını bir "görev" olarak tescillemişken, erkeğin kadına fiziksel ve ruhsal zarar vermekten men edilmesi gerektiği unutulmaktadır. Ayrıca belirtilmelidir ki, son yıllarda pek çok kadın aldığı tehditlerden ötürü koruma istemiş, gerekli bildirim ve başvurularda bulunmuş ancak buna rağmen yaşamından olmuştur. Bu kadınları korumakla "görev"li olan birimler, yine kendi hatalarını örtmek için yükü kadının omuzlarına atmaktadırlar. Bizler kadınlar olarak bunu kabul etmiyoruz. Öldürülen, taciz ve tecavüze uğrayan, ayrımcılığa maruz kalan hiçbir kadın yalnız değildir, bu mücadele hepimizin.
Cinsiyetçi politikaların çok açık şekilde okunabildiği ana akım medyada bu zihniyetin yansımaları çok yoğun bir şekilde gözlenebilmektedir. Mağdur kadınların suçlu gibi gösterilmesi, muhalif kadınların mevcudiyetlerinin ve insani değerlerinin sorgulanması, kadına "kadınlık görevleri"nin hatırlatılması, tecavüz haberlerinde mağdurun mahretmiyet haklarının ihlal edilmesi, bir kanıt dahi sunulmadan sadece üretilmiş toplumsal cinsiyet rollerine uygun fikirler / suçlamalar öne sürülmesi, kullanılan dilin eril olması ve üslupta seviyenin günden güne düşmesi tüm gazetecileri meslek etiği konusunda yeniden düşündürmelidir. Bu tür haberler yapan, yazılar yazan gazeteciler istifaya zorlanmalıdır.
Sokakta, evde, iş yaşamında, medyada ve toplumun genel görüşü içerisinde her fırsatta kadınlık değerleri ayaklar altına alınmaktadır. Kadın düşünemeyen, üretemeyen, estetik değerler dışında var olamayan ve erkeğin tanımlamasına / himayesine her daim ihtiyaç duyan bir varlık olarak tariflenmektedir. Üstelik bu yaklaşım, salt feodal bağların hala çok kuvvetli olduğu alanlarda değil, kurtarılmış bölge olarak nitelendirilen kentsel yaşam alanında da kendini artık oldukça kuvvetli biçimde göstermektedir. Kadınlar, kent hayatında sistemin çarkları arasında -toplumun tüm kesimleri gibi- ezilirken, bir de mevcut ataerkil kapitalist sistemin getirisi olan ve günden güne dozu artan fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalabilmektedirler.
Kadın emeği, düzen içerisinde her gün biraz daha fazla sömürülmektedir. Geçtiğimiz ay, tüm ezilenlerin tepkisine rağmen çıkarılan torba yasa ile getirilen "esnek çalışma", "uzaktan çalışma" gibi kavramlar da halkın tüm kesimleri gibi kadınların da daha fazla sömürülmesi ve güvencesizleştirilmesine sebep olacaktır. Her zaman olduğu gibi hem evde hem çalışma yaşamında iki kere ezilen kadın için yük her geçen gün daha da ağırlaşmaktadır. Ve buna direnen, bu haksızlığa karşı sesini yükselten kadınlar ise yine cinsiyetleri üzerinden yıpratılmaya çalışılmaktadır. Son dönemde, çeşitli toplantılar ve yürüyüşler aracılığıyla demokratik haklarını kullanmak isteyen, eylemlere katılımlarıyla fikirlerini ortaya koymaya çalışan kadınlar medyada çirkin dil ve üsluplarla eleştirilmiş ve toplum önünde baskı altına alınarak fikirleri çürütülmeye çalışılmıştır.
Açıkça görülüyor ki tüm bu saldırılar "münferit" değil "sistematik"tir.
Yine de bütün bunlar yaşanırken, biz kadınlar evlerine kapanmak yerine sendikal mücadelede ve hak mücadelesinde yerlerini almaya, Tekel, Novamed, Bericap, Numune, Ontex, SA-BA, Konveyör, Türk Patent gibi direnişlerde emekçilerin yanında olmaya devam ediyoruz.
Tüm bu sistemin bileşenlerine; devlete, yasalara ve onun ürettiği toplumsal baskılara karşı birlikte mücadele ediyoruz ve boyun eğmeyi reddediyoruz!
Yaşamın her alanında, -evde, işte, sokakta, kamusal alanda, özel sektörde- emeğiyle mücadele eden tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun!
TMMOB Ankara İl Koordinasyon Kurulu
Kadın Komisyonu
8 Mart 2011
Okunma Sayısı: 3138