Yayınlayan Birim: GENEL MERKEZ
Yayına Giriş Tarihi: 04.06.2010
Güncellenme Zamanı: 20.07.2010 12:38:47
Kapitalizmin 2008 krizinin halen sürdüğü bir süreci yaşıyoruz. Krizin dünyada yaşanan ekolojik krizle iç içe sürmesi kapitalizmin yıkıcılığını dahada gözler önüne seriyor.. Eskiden olduğu gibi daha fazla tüketim yoluyla bu krizi çözmeye kalkmak; ekolojik krizi derinleştirmek, gıda ve su krizleriyle açlığı, kitlesel göçleri ve sosyal patlamaları tetikleyerek yeni ekonomik krizlere yol açmak anlamına gelecektir.
Plansız hidroelektrik santraller, bazı madencilik faaliyetleri ve yol inşaatları, çarpık turizm ve yapılaşma, kontrolsüz taş ocakları vb. faaliyetlerle ülkemizin her noktasında doğal yaşam tehdit altında.
Altın işletmeciliğinin yaygınlaşması, Ilısu barajında ısrar edilmesi, ovalarda, kentsel alanlarda kurulan çimento fabrikaları, Doğu Karadeniz'de en ufak derenin bile HES'ler uğruna ve kurutulmak pahasına satışa çıkarılması, tarım alanlarının sanayi ve yerleşimler için yok edilmesi, küresel ısınma nedeniyle göllerin ve akarsuların kuruması, yaklaşan su ve gıda krizi ve yanlış kentleşme Türkiye'nin önemli ekolojik sorunları olmayı sürdürüyor.
Doğaya zarar veren altın madenlerine karşı ekoloji mücadeleleri devam ediyor. Altın ve nikel madenlerine karşı eylemler ve davalar geçtiğimiz yıl ön plandaydı. Özellikle altın işletmelerinde Danıştay kararlarına rağmen hukukun arkasından dolanma çabaları sürüyor.
TBMM üst komisyonundan geçen Maden Kanunu Tasarısıyla izinleri düzenleyen 7. maddedeki değişiklik: ne can çekişen madenciliğe bir çözüm getirebildi nede doğa ve çevrenin tahribatını önlemeye çare oldu. Madenciliğin doğa ve çevreye zarar vermeden yapılabildiği formüller yasaya girmedi.
Dünyada korumada öncelikli yüz alandan biri olan Fırtına vadisi, doğal sit alanı yani dokunulmaz, yapılaşma olamaz, inşaat yapılamaz, yol yapılamaz bir alan. Ancak Yasalara uyulmuyor. Pokut ve Hazindağ Yaylaları arasında yapılmak istenen yolla ilgili davada Trabzon Bölge İdare Mahkemesi "yürütmeyi durdurma" kararı vermesine rağmen, yola devam edilmişti. Aynı yolun bu kez Doğu Karadeniz‘in en yüksek yaylası Samistal‘a ve oradan da Kaçkarlar‘a kuzeyden çıkış noktası olan Yukarı Kavrun yaylasına devamı yapılmak isteniyor. Amlakit yaylasına kısa sürede ulaşmak adına Palovit Vadisi ‘ne dozerler girmiş bulunuyor.
Avrupa'da ve Amerika'da rüzgar ve güneş enerjisi yatırımlarındaki son yıllardaki artış ve Türkiye'de bile yenilenebilir enerjinin elektrik üretimindeki payının %1 civarına yükselmesi, artık yenilenebilir enerjinin ve enerji verimliliğinin geleceğin ve bugünün hakim enerji politikası olacağının göstergeleri olarak kabul etmek gerekiyor. Ancak enerji politikalarında ekolojik yaklaşımın olduğunu söylemek güç.
Hükümetin ithal kömürlü termik santral projelerindeki ısrarı devam ediyor. Hükümet bu politikalarla sadece Türkiye'yi değil, gezegeni de tehdit ediyor. . Doğu Akdeniz, Çanakkale ve Karadeniz'de (özellikle Sinop'ta) de termik santrallere karşı halkın muhalefefeti gelişiyor.
24 Eylül 2008‘de açılan Akkuyu nükleer santral ihalesinin açılan davalarla hukuki zemininin ortadan kalkması ve nükleer ihalesinin iptal edilmesine rağmen Hükumet geçtiğimiz ay Rusya ile anlaşarak Akkuyu‘da nükleer santral inşasında ısrarını sürdürüyor. Nükleer santral yapımının, ülkemiz için ekonomik açıdan faturası ağır olacak ve ondan daha da ağır çevresel bedeller ödenecektir.
Suyun özelleştirilmesi ve büyük barajlar gibi konulardaki mücadeleler, Alternatif su forumu, su mahkemesi gibi etkinliklerle Türkiye‘de de bir su hareketini doğurdu. Ilısu ve Munzur‘da yapılmak istenen büyük barajlara karşı mücadeleler güçlenerek devam ediyor. Munzur barajlarına karşı 20 bin kişilik yürüyüş, Ilısu konusunda Hasankeyf Yaşatma Girişimi, Doğa Derneği ve diğer hareketler eylem ve kampanyalar, Doğu Karadeniz‘de yapılmak istenen küçük hidroelektrik santrallara karşı bölge halkının yürüttüğü doğa korumacı hareketler İkizdere, Fındıklı, Senoz vadisi, Hemşin gibi yerlerde dereler üzerine yapılacak Hidroelektrik Enerji Santralleri‘ne (HES) karşı halk hareketleri Türkiye de yanlış su politikalarının uygulandığını açıklıkla ortaya koymaktadır. Bu gerçeklikten yola çıkarak bilimsel ve toplumsal gerçeklikten uzak olan baraj ve HES projeleri acilen durdurmalı ve şu ana kadar uygulanan su politikaların terkedilmelidir. Bunun yerine, ekolojik, katılımcı ve toplumsal ihtiyaç vb.kriterlerine dayalı yeni bir yaklaşımın tartışılıp geliştirilmesine yönelinmelidir.
Özellikle Doğu Karadenizdeki nehir tipi hidroelektrik santral projeleri için birbirinden bağımsız, birbirini etkilemiyormuş gibi proje bazında ÇED süreçleri işletiliyor, bütünü gözeten ‘‘ havzanın tamamına yönelik ÇED raporu‘‘nun gerekli olduğu gözden kaçırtılıyor.
Topraklarımızın insanlık tarihi açısından en eski toplumsal yerleşim yerleri olduğunu göz önünde tutarsak; kültürel mirasın korunmasının ülkemiz, tüm dünya ve gelecek bütün insanlık tarihi ve kültürü için önemli olduğu kabul görmelidir. Bu çerçevede, önemli kültürel mirasın olduğu bölgelere kesinlikle baraj ve HES'ler yapılmamalı ve bu kültürel mirasla bölgesel kalkınmayı sağlayacak girişimler önemsenmelidir.
Daha çok rüzgar, güneş, jeotermal ve bioenerji gibi alternatif ve yenilenebilir-temiz enerji türlerinin geliştirilmesi politikası temel alınmalı, Var olan kaynakların daha randımanlı kullanımının sağlanması ve elektrik hatlarının onarımı yanında (kayıplar % 20-22 civarında), enerjiyi daha tasarruflu kullanmamıza da önem verilmelidir.
Kentleşme ve yapılaşma da uygulanan yanlış politikalar sonucunda çevre düzeni ve kentler insanların en temel hakkı olan yaşam hakkının ve güvencesinin olmadığı alanlara dönüşmektedir.
Kısa vadeli öngörümlerle, ranta dayalı, bilim ve tekniği gözetmeyen politikalar sonucu çevresel sorunları yaratacak projelere devam ediliyor. İstanbul‘da 3. Köprü tartışmaları, kentleşme ve ulaşımın bir arada düşünülmeden, toplu taşımacılığı esas almayan ve çevre sorunlarını daha da içinden çıkılmaz hale getirecek bir proje olarak karşımıza çıkıyor. Orman talanlarını, su havzalarının etkilenmesini, çarpık kentleşmeyi artıracak bu proje, İstanbul halkı, demokratik kitle örgütleri ve meslek odalarınında içinde yer aldığı platformlar tarafından reddedilmiş bir projedir, iptal edilmelidir.
Dünya çevre günü dolayısıyla bir kez daha hatırlatıyor, uyarıyoruz.
Yöre, bölge, ülke insanını yok sayarak azami karı esas alan sermayenin talep ve isteklerine uygun politikalarla doğa korunamaz. çocuklarımıza yaşanılacak bir Türkiye ve dünya bırakılamaz.
Yaşam alanlarımıza yapılan müdaheleler karşısında geçmişte olduğu gibi bugünde ve gelecekte de sağlıklı ve güvenlikli bir çevrede insanca yaşamı savunacak bir çevre politikasının belirlenmesi doğrultusunda mücadele edeceğiz.
TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI