TMMOB Odalar 21 Kasım 2024, Perşembe
Yayınlayan Birim: GENEL MERKEZ
Yayına Giriş Tarihi: 26.01.2009
Güncellenme Zamanı: 15.08.2020 16:40:16

2008 yılında ABD, Irak ve Afganistan‘da işgal politikalarını sürdürürken, Rusya ile Gürcistan arasındaki savaşta da siviller hayatını kaybetti. İsrail, ABD ve BM şemsiyesi altında sivil, kadın ve çocuk katliamlarına devam etti. Bunlar egemenlerin dünya halklarına karşı işlediği suçların bir kısmı.Yani 2008 dünya halklarına   mutluluk getirmemiş emperyalist güçlerin ve onların işbirlikçilerinin vahşet senaryolarına sahne olmuştur.


İnsanlığa yaklaşık 30 yıldır neoliberalizm ile  ekonomik alanda piyasa ekonomisi, politik alanda da liberal demokrasi ve bunun dışında da bir seçeneğin mümkün olmadığı söylenmişti. Yani sermayenin tek yanlı çıkarına işleyen bir ekonomi ve demokrasi oyunu. Yaşanan kriz sadece reel ekonomiyi kapsayan bir ekonomik kriz değil, bu aynı zamanda sistemin tüm bileşenlerini etkileyen bir kriz; Enerji krizi, ekolojik kriz, iklim krizi, su krizi, sosyal kriz, etik/ahlâk krizi. 2008‘de piyasa ekonomisi ve liberal demokrasinin  foyası tüm açıklığıyla ortaya çıktı . 2008 aynı zamanda Türkiye toplumunun ağır bedeller ödediği bir yıl oldu.

Kriz, işsizlik

2008 yılında küresel kapitalizmin ABD de başlayan krizi  tüm dünyayı etkilemeye başladı. Gelişmiş-emperyalist ya da emperyalizme bağımlı bütün ülkelerde üretim-yatırım-büyüme alanında, yani reel ekonomide derin bir kriz ortaya çıktı. Bu krizle "serbest piyasa" ideolojisi iflas ederken, kriz faturasının yine halka ödettirilmesi, ekonomik-sosyal hakların yok edilmesi ve emekçiler üzerindeki baskının arttırılarak, milliyetçiliğin ve faşizmin yükselmesi önümüzdeki günlere yansıyacak sorunlar oldu. Krizin sonucunda ücretlerin düşeceği, esnek çalışma ve işsizliğin artarak yoksulluk daha da yaygınlaşacağı ortaya çıktı.

Bu durum son aylarda 500.000 kişinin işten atılmasıyla acı bir şekilde ortaya çıktı. Kriz bahanesiyle yine IMF ile masaya oturulup, bize yansıtılacak faturalar belirlendi.

Mezarda emeklilik

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasası‘nı toplumun geniş kesimlerinin tepkilerine rağmen çıkaran AKP,  bu yasa ile emeklilik yaşını kadın ve erkeklerde 65‘e, prim gün ödeme sayısını 7 bin 200‘e çıkartarak, sonraki kuşaklar için "mezarda emeklilik"i getirdi. AKP bu yasa ile ayrıca, emekli aylığı bağlama oranını düşürdü, emeklilerin refahtan pay almasını engelledi; işten çıkartılan sigortalıların sağlık hakkından yararlanma süresini indirdi, GSS ile hastanelerde "bıçak parası"nı yasallaştırıp, ek vergi ve katkı payı getiren, gazeteciler başta olmak üzere birçok işkolunda yıpranma hakkını gasp etti.

İşçilerin birikimi sermayeye

Tuzla tersanelerinde işçi ölümleriyle AKP‘nin, "iş güvencesi getireceği" iddiasıyla hızla Meclis‘ten çıkardığı İş ve İşsizlik Sigortası Fonu yasalarında değişiklik getiren yasa, işçilerden yapılan kesintilerin sermayeye ve hükümetin seçim yatırımlarına aktarılmasının önünü açtı. Yasanın, taşeronlaştırmayı kısıtlama ve iş güvencesi getirme konusunda işçilere bir kazanımı olmazken, yıllardır biriken ve sermayenin iştahını kabartan İşsizlik Sigortası Fonu‘nun gaspının önü açıldı. Yasa ile fona devletten yapılan kesintilerin, "GAP‘a aktarılması" adı altında, AKP‘nin seçim harcamaları ve sermayeye verilen 5 puanlık indirimin kaynağı olarak kullanımının da yolu yapıldı. Gaspın üstünü örtmek için ise yasa ile işsizlere ödenecek işsizlik parası bir miktar arttırıldı.

 

Özelleştirme /ticarileştirmeler

Bu dönem aynı zamanda sermaye egemenliği açısından da tarihe altın harflerle yazılacak gelişmelere sahne oldu. Kamu hizmeti niteliğindeki tüm alanların özelleştirme/ticarileştirme uygulamaları artarak devam etti. En temel hizmetler  ticari  boyutta ele alınarak tartışılır oldu.  Başta hemen herkesin almak zorunda olduğu, sağlık, eğitim, ulaşım ve altyapı hizmetleri ticarileştirildi ya da özelleştirildi. Bu alanların özelleştirilmesinin özel bir önemi vardır. Hemen herkesin almak zorunda olduğu hizmetler olması nedeni ile, sermaye için en yaygın sömürü/kar alanlarıdır.

Hele hele insanların yaşam için en temel gereksinimi olan suyun ticarileşmesi, kar hırsının boyutlarını gözler önüne serilmesinin en temel verilerinden biri oldu. 

Dünya Bankasının yönlendiriciliğinde gerçekleştirilen, sermayeye sürekli ve kalıcı kar aktarmayı hedefleyen ve bu amaca yönelik olarak, suyun özelleştirilmesine, metalaştırılmasına ve ticarileştirilmesine hizmet eden  "5. Dünya Su Forumu" 16-22 Mart 2009 tarihleri arasında İstanbul‘da uluslararası tekellerin katılımı ile toplanacak.Bu foruma altlık oluşturmak amacı ile foruma ev sahipliği yapan DSİ‘nin düzenleyiciliğinde ülke çapında yerel toplantılar, sempozyumlar vb. gerçekleştirilerek süreç meşrulaştırılmaya çalışıldı. Buna karşı; odamızın da içinde olduğu "Alternatif Su Forumu" ile toplumsal muhalefeti örgütlemek için oluşturulan "Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu", suyun metalaştırılmasına karşı "yaşam için gerekli olan su ticari bir mal değil, en temel insan hakkıdır" ilkesiyle çalışmalarını yürütüyor.

Çevre ve Orman Bakanlığı ise adeta çokuluslu su şirketlerinin Türkiye ayağı gibi en temel yaşam kaynağımızın piyasalaştırılmasında truva atı rolünü oynuyor.

Cargill‘e, Hazine Arazisi işgalcilerine kıyak

AKP "Toprak Koruma Kanunu" ile başta Amerikan şirketi Cargill olmak üzere tarım topraklarını işgal eden sermayeye af getirdi. Daha önce veto edilen "Cargill affı"nı AKP, tarım topraklarının işgalinde, af konusunda ABD Başkanı Bush‘a verdiği sözü tuttu.

AKP‘nin tarımı, ormanlık arazileri ve kıyıları işgal edenlere getirdiği bir başka kıyak ise Turizm Teşvik Yasası ile oldu. Bu yasa ile başta Antalya ve Güney illerinin kıyıları olmak üzere, Hazine arazileri olarak geçen kıyıların işgalinin önü açıldı. 2B arazileri üzerinden pek çok kaçak yapılaşma ile orman arazilerinin işgalinin yolu açıldı,  pek çok kamu mülkiyeti kişilerin özel mülkiyetine geçti.

Enerjide nükleerli dönem

Dünyanın başına musallat olan ve insanlığın geleceğini tehdit etmeye devam eden nükleer enerji inadı çok uluslu nükleer tekeller lehine ısrarla savunulmuştur. Hükümetin bu dönem Meclis‘ten geçirdiği başka bir düzenleme de Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Yasa oldu. Nükleer karşıtlarının tüm çabalarına rağmen Meclis‘ten geçen yasa ile artık Türkiye‘de nükleer santral kurulabilecek. Bu çerçevede Mersin-Akkuyu‘da kurulması düşünülen nükleer santral için 24 Eylül‘de ihaleye çıkıldı ve son olarak da TAEK‘in firmayı yeterli bulması ile Bakanlar Kurulunun karar aşamasına kadar gelinmiştir.

Altına  hücum

Madencilik sektörünü geliştirme adına ülkemizin her tarafı dünya altın tekellerinin kar hırsları uğruna siyanürle zehirlenmeye, yöre halklarının bütün direnişlerine ve yargıya rağmen yada yargı kararları uygulanmayarak, 2008 yılında da altın madenciliği artarak devam etmiştir.

Altın madenine karşı yürüttükleri mücadele sırasında kamu görevlileri gözlerinin içine baka baka yargı kararlarını uygulamayınca dava üstüne dava açmaya başlayan Bergamalılar, 2008‘de bir daha zafer kazandı. Yöre halkı, Bergama‘nın Ovacık Köyü‘ndeki altın madeni hakkında yargı kararlarının uygulanmadığını söyleyerek AİHM‘ye gitti. AİHM, davacıları haklı buldu. Türkiye hükümetini toplam 30 bin avro manevi tazminata mahkûm etti. Hazine bu miktarı ödedi, Danıştay AİHM‘de kazandıkları tazminatın başbakan, bakan ve bürokratlara ödetilmesi için dava açan Bergamalılara hak verdi. Danıştay 5‘inci Dairesi daha önce işkence, kötü ve insanlık dışı müdahale gibi durumlarda işletilen ‘657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu‘nun 13‘üncü Maddesi‘ne (13. Madde: Kamu görevlisinin kusurlarından doğan tazminatı, personele rücu etme, ‘yönlendirme‘ hakkı) dikkat çekerek şu kararı verdi: "Rücu kurumunun işletilmesi, kamu görevlisinin kişisel kusurunun doğurduğu zararın yine kendisi tarafından karşılanmasını ve yargı kararının uygulanmaması gibi hukuka aykırı eylemlerden titizlikle kaçınmasını amaçlar. İdarenin bunu yapmadığı durumlarda, yurttaşın bunu sağlamak amacıyla idareye başvurmasının önünde bir engel yoktur. Kamu hizmeti görevlilerinin hukuka aykırı eylemlerinden ve kendi kusurlarından doğan zararları toplum ödemek zorunda değildir."
 55, 56, 57, 58 ve 59‘uncu hükümetlerde yer alan başbakanlar Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte, kabine üyeleri ve bürokratlar, toplam 720 kişinin Bergamalılara          2 milyon YTL tazminat ödemesi gündeme gelmiş oldu.

 Bir başka önemli karar yılın son günü Danıştay 6. Dairesince verildi. Çevre ve Orman Bakanlığı‘nın, "İzmir, Bergama, Ovacık-Çamköy mevkiinde bulunan Newmont-Normandy Madencilik A.Ş.nin faaliyetine izin veren; 27.08.2004 tarih ve 6524-46062 sayılı, Nihai Çevresel Durum Değerlendirme Raporu ve eklerinde belirtilen hususlara uyulmak kaydıyla, faaliyetinde sakınca olmadığı yolundaki işlemi"nin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemli          TMMOB üyesi JMO, ÇMO, KMO, ZMO, Metalurji MO odalarımızında taraf olduğu davada, davayı reddeden İzmir 3. İdare Mahkemesi‘nin kararının temyiz incelemesini yapan Danıştay 6. Dairesi, yürütmeyi durdurma kararı verdi. Karar Çevre ve Orman Bakanlığı‘na 30.12.2008 tarihinde tebliğ edildi. Bu karara göre; 13 Mayıs 1997 tarihinden bu yana Bergama-Ovacık Altın Madeni‘nin tüm faaliyetleri hukuka aykırıdır.  2004 ÇED izninin yürütmesinin durdurulması ile Bergama - Ovacık altın madeni‘nin faaliyetine olanak sağlayan tüm işlemlerin dayanağı çökmüş oldu.

Bergama -Ovacık‘ ta 8 yıldır üretim yapan  sirketler (SERMAYE) bugün  tüm açılan davalar aleyhlerinde olsa bile üretimlerini sürdürdüler. Reklam, işe alma, vb. yöntemlerle halkın bir kesimini dahi yanlarına aldılar.

Anayasa değişikliği

Üniversitelerdeki akademisyenler dahil olmak üzere toplumun her kesimini neredeyse ikiye, hatta üçe bölen "başörtüsü/türban"  tartışması sonucunda  AKP‘yi, kapatılma davası açılması sürecine kadar götüren, üniversitelerde türbanı serbestleştiren Anayasa değişikliği oldu. MHP‘nin de destek verdiği Anayasa değişikliği, ülkede gerginliği tırmandırıp kutuplaşmaları arttırırken, CHP‘nin Anayasa Mahkemesi‘ne yaptığı başvuru ile düzenleme iptal edildi. Bu durum Anayasa Mahkemesi‘nin 20 yıllık içtihadının bile değişmesine yol açtı. Konunun bundan sonra nasıl çözülebileceği hâlâ belirsizliğini korurken, insan hakları alanındaki anayasa değişikliklerinin de fazlasıyla zorlaşabileceği bir döneme girilmiş oldu.

İnsan hakları ihlalleri, Kadın sorununda yaşananlar

Terörle Mücadele Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunları değişikliklerinin sonuçları en fazla da 2008 yılında görüldü. 2008 de insan hak ve özgürlükleriyle ilgili alanda da olumsuz gelişmelere tanık olduk.

Yargısız infazlar artarak devam etti. Düşüncesini açıklayanlara açılan soruşturma ve davalar, cezalandırmalar rekor sayıya ulaşıyor. Kitap toplatmaları, internet karartmaları yoğunlaşıyor. Hapishanelerde ölümler gerçekleşiyor; tecrit uygulaması sürüyor. İşkence artarak devam ediyor ve işkence ile insanlar öldürülüyor. İnsanlar, polisin şiddetini Mart ayında Newroz‘da ve 1 Mayıs‘ta yaşadı ve gördü. Barışçıl gösterilere karşı zor kullanılması sıradanlaştırıldı. İşkence yapan memurlar tutuklanmadı ama taş attığı gerekçesiyle çocuklar tutuklu yargılandı.

Otoriterleşme, yasaklarla, güvenlik kuvvetlerinin işkenceleri, yargısız infazları karşısında izlenen cezasızlık politikalarıyla kendisini gösteriyor.

Bir diğer olgu da yıllardır kadınların yaşadıklarıdır. Evde, işte, sokakta yaşadıkları her tür olumsuzluklara rağmen, yaşam haklarında da kaygı verici gelişmeler geçmişte yaşandığı gibi 2008‘de de artarak devam etti. Töre cinayetlerinde sadece basına yansıyanlar boyutu dikkate alındığında dahi sayısal  veriler dehşet vericidir. Bu durum başta erkek egemen resmi ideoloji olmak üzere, yasama, yürütme ve yargı erkinin kadına erkek egemen cinsiyetçi, bakışının sonuçlarıdır.

"Kadınlık" halinin kendisinin bile, başlı başına ne kadar ölümcül sonuçlara yol açabileceğini gördük. "Barış" için,  "yaşamak ve yaşatmak" için yolu Türkiye‘ye düşen Pippa Baccanın üstelik uğradığı tecavüzle öldürülmesiyle bir kez daha acı bir şekilde yaşamış olduk.

Kürt sorunu

Seçim öncesi "barış"tan söz eden "Kürt Sorunu"nu çözme ve Kuzey Irak‘a operasyon yapılmayacağı sözleri veren AKP‘nin  en önemli icraatlarından biri tezkereyi çıkarmak oldu. Tezkereye CHP ve MHP de ‘evet‘ oyu verdi. Tezkerenin çıkarılmasının ardından Kuzey Irak‘a defalarca harekat düzenlendi, bölgede çatışmalar arttı. Şiddet 2008‘de de tek seçenek olarak gündeme getirildi.

Bu topraklarda "barış" için bir şeyler yapmanın ne kadar ağır bedel gerektirdiğine tanık olduk.

Yaşam hakkına en ağır saldırılar dönemin rutin uygulamalarından biri haline geldi. Ülkemizin hemen her tarafı linç kültürü ile tanıştı, en basit haklı talepler bile bir yerlerden düğmeye basılmışcasına bastırılmaya çalışıldı.

Her şeye rağmen barış içinde, gönüllü, kardeşce bir arada yaşama inadımız devam etti, etmeye devam edecek.

Demokratikleşme/ Ergenekon davası

2008 aynı zamanda güç odakları arasındaki  mücadelenin her türlü zeminde sürdürüldüğü bir yıl olmuştur. Anayasa Mahkemesinin AKP‘nin ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu‘ suçlaması ile ilgili iddaanameyi 31 Mart‘ta kabul etmesinden sonra  şiddetlenerek devam eden  AKP yandaşları ve karşıtları mücadelesi  laik-dinci, özgürlükçüler-devletçiler, kemalistler-muhafazakarlar  saflaşması olarak gözüken  ortam, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu toplumun kendiyle bu kadar  yoğun yüzleşmek zorunda kaldığı, bütün tabuların çatlak yerlerinden kırılıp görünür kılındığı  bir yılı bize yaşattı. İnkâr üstüne kurulu olan ve bütün gücünü inkârlar toplamından aldığına inanan devlet otoritesi üst üste darbeler yedi. Bu biçimde yansıyan saflaşma ve bu saflaşmaların bir tarafında bulunanlarca ya derin devletin  ortaya çıkarıldığı özgürleştirici bir gelişme biçimiyle sunulduğu yada diğer safta yer alanlarca deli saçmalıkları üzerine oturan AKP tarafından sevk ve idare edilen , AKP karşıtlarını  yok etme operasyonu olarak tanımlandı. Emekten yana politik güçlerin Türkiye gündeminde esamesinin okunmadığı bu süreç ne özgürlük mücadelesi nede deli saçması olarak algılanamaz.Egemen klikler arasındaki hesaplaşmanın ortaya döktüğü bu pislikler örtülmeden, hesaplaşmayı derinleştirip krizi fırsata dönüştürme olanakları üzerine odaklanılmalıdır.Bu nedenle Ergenekon soruşturması soğuk savaş yıllarında Nato, Pentagon kaynaklı olarak oluşturulan Gladio örgütlenmesinin Türkiye örgütlenmesini ortaya çıkarma doğrultusunda dönüştürmek, aynı zamanda hızla gericileşen rejim ile onu temsil eden gerici AKP iktidarına karşı da örgütlü mücadele demokratik örgütlerce büyütülerek sürdürülmek durumundadır.

Hrant DİNK, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Musa Anter vb. cinayetler, 5-6 Eylül olayları,         1 Mayıs 77, Maraş, Çorum ve daha nice faili meçhul (!) toplu katliamların failleri ile  Susurlukçular ortaya çıkarılıp, cezalandırılmadığı sürece demokratikleşme yönünde yeteri mesafe katetmenin olanağı olmayacaktır.

Saldırılara Karşı Birlik sorunu

İktidar tüm ilerici-demokratik kurum, kuruluşlar ile kişilere saldırısını yoğunlaştırarak artırmaya devam ederken,  hala toplumcu kesimlerin bir ortaklık kuramamış olması üzücüdür. Tahammülsüzlüğün ya da kendi sınıf tavrının bir gereği olarak hükümetin mesleki demokratik kitle örgütlerinin yasa/yönetmeliklerine kadar müdahale ederek onları da kendi kontrolüne alma çabaları sürmektedir. Kendi iç denetimlerinde kendi yasa ve yönetmelikleri ile genel kurulları çerçevesinde iç denetime ve hesap vermeye tabi olan örgütlerimizi başbakanlık idari ve mali denetimine tabi tutma çabası bunun bir ifadesidir. Buna karşılık örgütlerimiz çoğunlukla büyük saldırıyı yeterince göremeyerek; dar meslekçi, rekabetçi, piyasacı tartışmaların içinde olmaya devam edebilmekte, birlik ruhu zedelenmeye devam etmektedir. Bu sorun görülmeli ve aşılması yönünde çaba gösterilmelidir.

Sermayenin ekonomik, sosyal krizi devam ederken buna bir de iktidar olma/olamama krizi eklemlenmişken, krizi ezilenler- emekçiler- dışlanmışlar- ötekileştirilenler üzerinden çözme politikasına egemenler   devam edebildiler. Ezilenler- emekçiler- dışlanmışlar- ötekileştirilen kesimler açısından birlik sorunun önemini ifade etmeye gerek bile yok. Tüm yakıcılığına rağmen hala geniş anlamda devrimci-demokrat-ilerici-yurtsever kesimler birliğinde istenen mesafe sağlanamamıştır. Bu dönemde, emekten,demokrasiden, barış ve insan haklarından yana güçlerin birlik ve  dayanışmasının sağlanarak ortak mücadelenin örülmesi önemli bir görev ve sorumluluk olarak karşımızda durmaktadır.

Seçimler

Seçimler aynı zamanda bizim açımızdan da tavrımızın net ortaya çıkma dönemleridir. Bu yanı ile de yerel seçimler yaklaşırken kentlerde yaşananların üzerinden atlamadan, bilim ile mühendisliği halkımızın hizmetine sunan mühendis/mimar/şehir plancıları olarak, kentleri rant alanına çeviren, toplumcu olmayan şehircilik anlayışlarına karşı da açık tavır alınması gerekmektedir. Bugüne kadar tüm kentlerimizi yaşam alanı olmaktan çıkaran, geçmişden devraldığımızı mirası yok eden, tarihi, kültürel ve toplumsal dokuyu zedeleyen, kentleşmede yer seçiminden, plansız ve denetimsiz yapılar inşa eden belediyeler olduğu açıktır. Buna dönük olarak kamu çıkarı lehinde, kentlerimizin tarihi-toplumsal dokusunu koruyacak, toplumcu bir belediyecilik anlayışı çerçevesinde seçimlere müdahil olunmalıdır.

Meslek Alanımızda Yaşananlar

Meslek alanımızda da 2008 de sorunlu bir  yılı daha geride bıraktık. Belediyelerdeki zemin etütleriyle ilgili farklı farklı uygulamalar, kişisel ilişkiler çerçevesinde gelişen  belediye uygulamaları, meslekçi  davranışların bilimsel, mühendislik yaklaşımının önüne geçtiği  bir tarz maalesef gelişerek devam etti. Piyasa koşulları içinde yoğun rekabet, meslektaşlarımız arasında da  yoğun sorunların yaşanmasına neden oldu. Üniversitelerdeki jeoloji mühendislik bölümlerinin hızla çoğalması, sürekli kontenjan artırımı geçtiğimiz yılda da sürdü.  Mezunların sayısında her yıl dramatik artışlarla beraber kamudaki istihdam politikası meslek alanımızdaki işşizlik oranını sürekli yükseltti.

SONUÇ OLARAK

2008‘de hükümetin zam kararlarındaki çifte standartlılığı bolca gördüğümüz bir yıl olmuştur. İşçiye, memura ve emekliye % 8 zam veren anlayış, doğalgaza % 82, elektriğe  % 60 zam yaparak halkın hükümeti olmadığını göstermiştir. Küresel kapitalizmin krizi patladığında önce "hamdolsun etkilenmeyeceğiz", sonra "teğet geçecek" diyen ve son olarak da krizin psikolojik olduğunu söyleyen anlayışın öngörüsüzlükleri saymakla bitmeyecek kadar çoğalmıştır. Küresel mali krizin bedelini emekçilere ödetmek isteyen AKP, IMF heyetine önce göstermelik karşı çıkıp, sonra masaya oturma yollarını yaratarak  ödettirilecek faturaları belirlemiştir.  

Son olarak milyonlarca emekçiyi ilgilendiren asgari ücret konusundaki karar da emekçi karşıtı tutumun açık göstergesi olmuştur.


AKP 2008‘de özelleştirme adı altındaki talan politikalarını had safhaya ulaştırmıştır. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlikte yaşamı ticarileştiren yıkım politikaları uygulanmış, doğalgaz ve elektrik dağıtım işleri kamu işletmeciliği olmaktan çıkarılmış, kentlerin en değerli yerlerinde bulunan hazine arazileri kapalı kapılar ardında bölüşülmüştür. Başbakan ile bir basın kuruluşu patronu arasındaki tartışmadan öğrenilen bazı bilgiler ise peşkeş operasyonlarının ne kadar büyük olduğunu açık ve net olarak göstermiştir.

 

Özetle; 2008 yılı yoksulluklarla, yolsuzluklara, açlıkla, savaşlarla, zamlarla, yalanla, talanla, rantsal bölüşümler ve kentsel yıkımlarla, özelleştirmelerle, krizlerle, ölümlerle zulümlerle geçti.

Her bütçe gibi 2009 bütçesi de yoksuldan alıp zengine veren, küresel kapitalizmi sıkıştığı köşeden çıkarmaya odaklı ve emek düşmanı bütçe olarak mecliste kabul edildi.

Biz bu ülkenin Türkiye halklarına karşı sorumluluk sahibi mühendisleri olarak, bu kötü tablonun sorumlularını dile getirdik bundan sonra da dile getirmeye devam edeceğimizi belirterek diyoruz ki;
Dünyada da, ülkemizde de umut ancak başka bir yaşam arayışının güçlenmesinden geçiyor. Bugün başka bir ülke ve dünyaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Dünyanın içinden geçtiği bu dönemeçte, bizler insanlığın yok oluşa sürüklenmesine karşı özgürlüğün, barışın, kardeşliğin hakim olduğu yepyeni bir dünyayı bugünden yaratmanın mücadelesini daha güçlü ve kararlı yürütmeliyiz.

Bilimle, emekle, inatla, umutla...

 

TMMOB

JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI


Okunma Sayısı: 3171