Maden Yasası değiştirilmelidir (2)
Geçtiğimiz yıl yeraltı kaynaklarımızın emperyalist sistem adına talanına karşı bütün tartışmalar hep bir temel istekle noktalandı: "Maden Yasası Değiştirilmelidir".
Bu haklı isteğe, sorunun doğru bir tanısından yola çıkılarak varıldığı açık. Önceki yazılarda, önce dünyanın hemen bütün ülkelerinde maden hukukunun nasıl değişip dönüştüğü ve nasıl küreselleştiği üzerinde durulmuş; sonra da bizim Maden Yasa‘mızda olmayan kuralları irdelemeye başlamıştık. Görülmüştü ki, bizim yasamızda "ussal madencilik"(rational mining)‘i, "sorumlu madencilik"(responsible mining)‘i akılcı bir maden işletmeciliğini sağlamaya yönelik kurallar yok. İlk günden yeraltı kaynaklarımız talan ve telef ediliyor. Ve demiştik ki, keşke istenebilecek şeyler, giderilmesi gereken eksiklikler, Maden Yasası‘nı bir sömürge yasası durumuna getiren gedikler yalnızca bu olsa idi. Ama değildi.
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki ulusal maden yasalarında, üstelik DB ve IMF baskısıyla bir çok kez değiştirilmiş olmalarına karşın, o ülke için stratejik önem taşıyan bazı madenleri kollayan, bunların aranmasını ya özendiren ya da kısıtlayan, çoğu durumda yabancı yatırıma ama hemen her durumda dış satımına kısıtlama getiren kurallar var.
Bizde yok!
Olmayan şey, ülkemiz endüstrisi ve ekonomisi için stratejik değer taşıyan yer altı kaynağı türleri değil. Yasamızda bunların kollayan kurallar yok. Bunun bedelini de daha şimdiden ağır ödüyoruz.
Dünyadan bir kaç örneği yineleyelim: Kamboçya yasası Bakanlığın maden potansiyeli olduğu bilinen bazı sahaları korumaya alıp açık ihaleye çıkarabileceğini belirtmektedir. Laos yasası belli bir madenin çıkarılabilmesi için korumaya alınan sahaları ayırıyor. Filipinler yasası, ulusal çıkarlar gerektirdiğinde, örneğin ulusal kalkınma için kritik bulunan endüstrilerin gereksindiği stratejik hammaddeleri ya da bilimsel kültürel ekolojik değerinden ötürü bazı mineralleri kollamak üzere, Devlet Başkanı‘nın Maden Koruma Havzası ilan edebileceği kuralını getirmektedir. Bu sahalarda işletme ya da yönetimin nasıl yürütülebileceği her yasada, özellikle de Filipinler yasasında ayrıntılı bir biçimde düzenlenmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti yasasına göre ise ulusal ekonomi için çok değerli olan ya da devlet tarafından kısıtlı madencilik yapılması kararı alınmış olan madenler devlet eli ile ve planlı işletilir. Yine Laos yasası hükümete bazı madenlerin dışsatımını kısıtlamak ya da yasaklamak üzere, ya da hiç değilse ham dış satımını engelleyen karar verme yetkisi vermektedir. Tayland yasası da hükümete dışalım ya da dışsatım kısıtlaması getirme hakkı veriyor.
Neden? Çünkü hiç bir ülkede endüstrinin ve ekonominin gereksindiği her tür yeraltı kaynağı o ülkeye yetecek kadar bulunmuyor. Çoğu ülke hammaddeler açısından dışalıma bağımlı ve dünyanın spekülatif hammadde pazarında bu ülkeler büyük faturalara katlanmak zorunda kalıyor. Hele kurulu bazı endüstrileri bu hammaddelere büyük gereksinim duyuyorsa. Onların ürünlerinin dünya pazarlarında yarışabilmesi de hammaddeye kolay ve ucuzca ulaşılabilmesini yaşamsal kılıyor. Bu durum toprakları bazı kaynaklar açısından zengin olan ülkelere de kıyaslamalı bir üstünlük sağlıyor. İstiyorlar ki, bu kaynaklarını denetim altına alsınlar, ham olarak değil zenginleştirerek, daha yüksek fiyatlarla dünya pazarına sunabilsinler. Sonuçta küresel kapitalizm, ülkeleri, özellikle de emperyalizme direnme gücü sınırlı olan az gelişmiş ülkeleri bazı politikalar geliştirmek zorunda bırakıyor. Bu politikaları oluşturup uygulamakta o kadar da özgür değiller. DTÖ, GATT, GATS, DB, IMF, Bölgesel Kalkınma Ajansları, Bankalar ve Bankalar Konsorsiyumları, MIGA, vb. bu ülkelerin ulusal ekonomilerini kollamaları yolunda önlemler alırken onları engelliyor, ellerini kollarını bağlıyor. Yine de, yukarıda birkaç örneği sıralandığı gibi, bir çok ülkede değişik önlemler alınageliyor. Küresel emperyalizme karşı o ülkelerin endüstrisi korunmaya çalışılıyor.
Ülkemizdeki seramik sektörü, dünyanın önce gelen seramik üretim güçlerinden biri oldu. Hammadde kaynakları baskın olarak ülkemiz topraklarında. Bunların bazıları henüz görünür bir gelecek için yeterli rezervlere sahip. Bazı hammadde girdileri açısından ise, durum kritik. Rezervlerin kısa bir süre sonra tükenmesi kaçınılmaz görünüyor. Bağımsız bir ülkeyi yönetenlerin ne yapması gerekir? Bu kıt kaynakların aranmasını özendirmek, arama çalışmalarına kamu desteği sağlamak ve bu kaynakların dış satımını kısıtlamak, olmalı değil mi? Ama, öyle olmuyor. Daha Maden Yasası değiştirilmeye hazırlanılırken Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bir "Madencilik Stratejisi" metni hazırlamaya başlamıştı. Bu metnin dikkat çeken yanlarından biri de, seramik hammaddelerinin dışsatımının özendirilmesi ve desteklenmesi önerileri idi.
Oysa, ülkemizde seramik endüstrisinin yanında kâğıt ve çimento hammaddesi olarak ta önem taşıyan kaolin kaynakları var; ama, uygun bir biçimde zenginleştirilemediğinden endüstri gereksinimini dışarıdan satın alıyor. Özellikle seramik sır hammaddesi olan killerin dışalımı, üstelik teşvik önlemlerinden yararlanıyor. Dünya kaolin ticaretinin birinci sırasını işlenmiş kâğıt kaolini tutarken, bizim dış satımımızın bütününü ham kaolin oluşturuyor. Ülkemiz çoğunu Balıkesir çevresinde çıkardığı kaolinden süzme tesislerinde yeterli incelikte ürün elde edilememekte, silis oranı düşürülememekte, beyazlık uluslararası pazarın istediği düzeye çıkarılamamakta. 100 milyon ton dolayında öngörülen kaolin rezervlerinin işletilebilir duruma getirilebilmesi için kayda değer bir teşvik ise, yok.
Topluca seramik killeri de ülkemizde yeterince araştırılmamıştır. Bilinen rezervler çoğu İstanbul çevresinde olan 73 milyon ton dolayında ve en çok 36 yıl içinde tükeneceği öngörülüyor. Üstelik, giderek artan biçimde tek pişirimlik seramik kili dışsatımı yapılmakta ve bunun için limanların yetersiz kaldığından yakınılmakta. Tüketim pazarlarından uzakta ve içindeki demir oksitlerinden ötürü şimdilik çekici görünmeyen; ancak, rezervi büyük olan bazı yataklarla ilgili teknolojik çalışmalar da yok ya da yetersiz.
Yine, cam, seramik, plastik ve boya endüstrisinin önemli bir hammaddesi olan feldspat kaynakları açısından da hem zengin, hem yoksul; hem kel ve hem de foduluz. 1999‘da dünya feldspat üretiminin yüzde 22‘sini sağlayan ülkemiz, bugün bu oranı 1/3‘e yükseltmiş görünüyor. En çok üreten ülke İtalya, ülkemizin de en büyük alıcısı ve Türkiye dünyanın en büyük feldspat dışsatıcısı. Çine çevresinde çıkarılan bu feldspatlar Çine ve Milas‘ta biraz işlenip İzmir ve Güllük Limanlarından dışarıya satılıyor. Bu durumuyla bile 10 bin kadar kişiye istihdam sağlıyor bu sektör. Geçen yıl bu dış satım kolaylaşsın diye genişletilen Güllük Liman tesislerini törenle ve besmele ile Başbakan açtı. Ülkemizde sayısal olarak ifade edilebilen rezervler 400 milyon ton kadar. MTA‘ya göre bu, 250-300 milyon ton arasında. Yılda 3 milyon ton albit üretiliyor. Üretimin yüzde 80‘i dışarıya satılıyor. Ama özellikle potasyum feldspat konusunda bir yetersizlik var ve yine de dışsatımı sürüyor. Üstelik geçen yıl bölgedeki 2 büyük şirket, bütün işletmeleri ile yabancı kuruluşların, biri İspanya ve biri de Belçika‘da kurulu şirketlerin eline geçti.
Yani, bol olan kaynağımızı yarı ham ve ucuza en büyük rakibimize satıyor, kıt kaynaklarımızı geliştirmekte ayak sürüyor ve bunları bile dışarıya satmayı kolaylaştırmaya çalışıyoruz. Üstelik bunu ülkemizin istihdam ve katma değer açısından çok önemli bir sektöründe yapıyoruz. Ülkeyi yönetenler bir an durumu algılayabilse ve önlem almaya kalksalar. Hadi, yasamızdaki maddeleri kullanarak bu serbest ticareti kendi çıkarımıza yönlendirelim deseler; kaolinin uygun biçimde zenginleştirilmesi yolunda teşvikler vermeye, kaolinin ve potasyum feldspatın dış satımını kısıtlamaya, kıt olan kaynakların aranması ve zenginleştirilmesi için projeler oluşturup teşvikler koymaya karar verseler. Yapamazlar, elleri böğürlerinde kalır; çünkü, ülkemizin Maden Yasası‘nda böylesi politikalar geliştirebilmek üzere olanaklar yok. Ne bir havzayı, örnek olarak Çine Feldspat Havzası ya da İstanbul Seramik Kili Havzası‘nı ele alıp burayı "stratejik havza" ilan edebilir, buradaki kaynak yönetimini kamu çıkarları doğrultusunda yönelendirebilirler; ne, belli bir kaynak türünü, örneğin potasyum felspat yataklarını iç tüketime yeterli durumda işletilmesi ve tüketime uygun duruma getirilmesi için bir proje uygulayabilirler; ne de, dış alımı zorlaştırıcı kararlar verebilirler. Zaten bunu istemeyecekleri de açık. Çünkü, bu talepler onlara göre "ideolojik".
Bu, yalnız seramik sektöründe böyle değil. Türkiye, endüstrisinin bütün bakır metali gereksinimini yurt dışından sağlıyor. Ama, bakır madeni işletmelerini özelleştirdi ve şimdi çıkarılan cevher yarı zenginleştirilmiş konsantreler şeklinde doğrudan yurt dışına çıkarılıyor. Elbette konsantre fiyatına. Bunu yapanlardan biri, Inmet, Çayeli‘nde cevherin, dünyanın başka yerlerindeki işletmelerinde işlettiği tenörün 4-30 katı zengin bölümünü alıp gerisini yer altında bırakıyor; zenginleştirme atıklarını boruyla Karadeniz‘e döküyor ama, olsun. Daha önceki gün Kanada‘daki bir işletmesinin ırmağa boşalttığı atıklar komşu ABD‘yi kirlettiği için ABD Mahkemelerinde yargılanıp hüküm giydi. Ama, burada öyle bir tehlike yok ki. Maden Yasamız bu açıdan zaten boş!
Eskiden bir bölümünü zenginleştirip katma değer kattığımız kromlarımızı artık doğrudan tüvenan cevher olarak dünya pazarına sürüyoruz. Çünkü iki ferrokrom tesisimizi de kapattık. Gerine gerine krom metal gereksinimizi yurtdışından alır olduk.
Dünyanın en büyük bor yatakları bizde imiş. Ama biz, fiyatını en büyük rakibimiz Rio Tinto ile el ele biraz yükseltebilmenin rahatlığıyla ürettiğimizin çoğunu ham olarak satıyoruz. Kendimizi yarın umutlarıyla avutuyoruz.
Demek ki, bu yasanın ulusal, bağımsız bir madencilik politikası uygulamaya elverir bir yanı yok. Ne ülkeyi yönetenler ve ne de bir köşede kaldı ise yetkili ve yurtsever kamu görevlileri ülke ve kamu çıkarına bir karar alıp uygulamayı düşündüğünde bu yasa metninden medet umamaz.
Öyle ise, bu Maden Yasası değiştirilmelidir. Bu yasaya belli yeraltı kaynağı türlerini, bazı havzaları koruyup kollamaya elverişli kurallar konmalı. Bazı kaynakların dışsatımı bu yasaya konacak yeni maddelerle engellenebilmeli. Bazı kıt ya da tükenme eğilimindeki kaynaklar için arama projeleri oluşturulmalı, özendirilmeli, bunun araçları Maden Yasası‘na konmalıdır. Teknolojik sorunlu bazı kaynakların zenginleştirilmesi, iyileştirilmesi doğrultusunda projeler geliştirilmeli ve desteklenmeli, bunun araçları Maden Yasası‘na konmalıdır.
Bunlar hep istihdamın, üretimin, ülkenin ekonomik direncinin korunması ve güçlendirilmesi; ülkenin dizleri üstüne çökeltilip sömürgeleştirilmesine direnilebilmesi için gerekli. Yarın, bütün eşitsizliklerin ortadan kaldırılacağı bir "Yepyeni Dünya Düzeni"nin aydınlığına, kaynakları tüketilmiş, çevresi kirletilmiş, insangücü açlık ve eğitimsizlikten bitkin bir ülke olarak erişilmemiş olsun için talep edilecek değişiklikler.
Maden Yasası değiştirilmelidir. Kamu çıkarlarını ve bağımsızlığı koruma yolunda kullanılabilecek kurallar açısından içindeki eksiklikler giderilmelidir.
Dahası var!
BU YAZI http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=27563 ADRESİNDEN ALINMIŞTIR.
Okunma Sayısı: 3150