MADEN YASASI DEĞİŞMELİDİR (3)
Geçtiğimiz yıl yeraltı kaynaklarımızın emperyalist sistem adına talanına karşı bütün tartışmalar hep bir temel istekle noktalandı: "Maden Yasası Değiştirilmelidir".
Önceki yazılarda, önce dünyanın hemen bütün ülkelerinde maden hukukunun nasıl değişip dönüştüğü ve nasıl küreselleştiği üzerinde durulmuş; sonra da bizim Maden Yasa‘mızda olmayan kuralları irdelemeye başlamıştık. Görülmüştü ki, bizim yasamızda "ussal madencilik"(rational mining)‘i, "sorumlu madencilik"(responsible mining)‘i akılcı bir maden işletmeciliğini sağlamaya yönelik kurallar yok. İlk günden yeraltı kaynaklarımız talan ve telef ediliyor. Maden Yasası‘nda Stratejik Kaynaklarımızın Korunması da Yoktu!
"Yok"lar bu kadarla da sınırlı değil ne yazık ki. "Yok"lar çok.
Maden Mühendisleri Odası‘nın art arda yayınladığı bildirilerle istediği, maden işletmelerine ancak kamu yararı açısından getirecekleri yararlar, çevre ve topluma karşı zararlarından daha yüksek ise izin verilmesi yaklaşımı yok, örneğin Yasa‘da. Bu yüzden de, nerede büyük kazılar, çok büyük hacimli atıklar, aşırı su tüketimi, açık havada kimyasal maddelerle işlem gerektiren altın, gümüş, bakır ve nikel işletmesi açılmasına hazırlanılıyorsa, bunların zarar vereceği ormanları, su kaynaklarını, tarımsal alanları, yerleşim yerlerini, canlı yaşamı, bütün bir ekolojik sistemi korumaya kararlı olanların tepkisi ortaya çıkıyor. Burada, söz konusu işletmenin yararları, yalnızca işletmecinin yatırımı açısından hesaba katılıyor. Fizibilite raporları yalnızca kredi alınacak bankalara vermek ya da para toplanacak uluslararası borsalarda reklam yapmak için hazırlanıyor. Bu metinler için, kesilecek ağaçlar birer kereste ve metrekübünün bedeli 10 dolar. Tavşanları, kertenkeleleri, yılanları torbalara toplayıp daha güvenli yerlere taşıma sözü veriyorlar. Çevreye yayılacak olan asitli sular, ağır metaller, kanser yapıcı tozlar bu hesabı yapanlara göre, yok. O zaman, çevredeki tarımsal yaşam neden zarar görsündü ki?! İşletme alanında kalacak olan köyler ve orada yaşayanlar ya paralarını alıp kentlere göçer; ya da, kendileri için yapılacak yeni evlere taşınırlar. Mezarlıklar taşınır. Yatırların yeşil örtüsü yenilenir. Bin ağaç kesilirse başka bir yerde iki bin fidan dikilir. Bütün bunların doğal, toplumsal, ekonomik bilançosunu kimse çıkarmaz. Devletin bunu yatırımcıdan istemesi olanaksız. Çünkü, yasada böyle bir hüküm yok. Belli ki yasayı hazırlayanların kamu yararı/kamu zararı hesabı gibi bir düşünceleri olmamış. Şimdi, Turgutlu Çaldağ‘da açık havada yılda bir milyon tondan çok sülfürik asit püskürterek nikel zenginleştirecek olan İngiliz şirketine, Manisa ve Turgutlu ovalarının üzüm, pamuk, meyve, tütün, vb tarımsal ürünlerinin asit sisinden göreceği zararı da hesaba katan bir analiz yap diyemezsiniz. Yasanızda olmayan bir kuralı uyguluyorsanız diye, Uluslararası Tahkim‘e gitmezler mi? Bir gün ülkesinin çıkarına, kamu yararına bir tavır almaya kalkan bir kamu görevlisi çıksa yasadaki hangi kuralı kullanıp istediğini yapsın ki?
Yöre halkının mülkiyetini koruyacak önlemler de yok, bu Yasa‘da. Uşak Eşme Kışladağ‘daki işletmeden ötürü iki köy kaldırıldı, şimdi baskı ve yıldırmayla bir üçüncüsünün sonu getirilmeye çalışılıyor. Bu, her işletmede gündeme geliyor. Genellikle, işletmeler yerel halkın topraklarını satın alıyor. Buna karşı çıkanların taşınmazları, ancak yasadaki kurallara göre kamu yararı olduğu ortaya konursa istimlak edilebiliyor. Ama, son zamanlarda böyle bir uygulamayla karşılaşılmıyor. Şirketlerin bu yasal süreci bekleyecek zamanları yok. Siyasal erk te arkalarında ya; daha hızlısını yapıyorlar. Bunun yerine, ülke güvenliği gerekçesiyle Bakanlar Kurulu kararı aldırıp diledikleri taşınmazlara el koyma yolunu yeğler oldular. Kendi koydukları yasaları bile kötüye kullanıyorlar. Kendi kutsadıkları "mülkiyet hakkı" kavramı da çıkar güdülerinin karşısında değerini yitiriyor. Daha geçen hafta İzmir Efemçukuru Köyü‘ndeki 33 yurttaşın topraklarına, Kanada‘lı Eldoradogold şirketinin inatla kurmaya çalıştığı işletme için, hem de Bakanlar Kurulu kararıyla böyle el kondu. Daha önce de, başka yerlerde denenmişti. Maden Yasası‘nın boşlukları, yok‘ları gelecekte de halkı yakacak.
Maden işçilerinin sağlık ve iş güvenliğini gözeten kurallar da yok. Yasa, çalışanları hiç umursamıyor. Onları, maden işletmelerinde solunan tozlarla ortaya çıkan hastalıklara karşı koruyan tek bir sözcük yok Maden Yasası‘nda. İş Güvenliği mevzuatı yeter diye düşünülmüş belli ki. Üstelik, Maden Yasası hazırlanırken işçi örgütlerinin bir talepleri de olmadı ki. Bu sendika yöneticileri konu hakkında yalnızca "iş olsun" diyebiliyor; yatırım olsun, istihdam alanı açılsın, yaşam da neymiş diye düşünüyor olmalılar. Balya‘da, Borçka‘da, Elbistan ya da Yatağan‘da neden daha çok insan kanser ya da göğüs hastalıklarından dökülüyor diye soran yok.
Metal fiyatları düştüğünde ya da başka nedenlerle işletmelere ara verildiğinde maden emekçilerinin işten atılmasını engelleyecek, iş güvencesi sağlayacak hükümler de yok. Yasaya göre madencilikte iki aktör, iki hak sahibi var: yatırımcı ve devlet. Devlet kendini %2‘ye kul etmiş olduğuna göre, yalnızca yatırımcının olması yeter madencilik için. Emek ve emekçilerin yaşamlarını sürdürme hakkı yine kimin umurunda. Yasanın umurunda olmadığı açık. Yargı, Kışladağ altın işletmesini durdurduğunda Eldoradogold bu rahatlıkla işçilerini ücretsiz izne çıkarabildi. Yarın yargı engelini bir şekilde aşabilirlerse onları ya da işçi iskelesindeki başka işsizleri düğün bayram işe alabilecekler. Nerede iş güvencesi? Maden Yasası yeraltı kaynaklarını uygarlığın birer girdisine dönüştüren emek ve emekçilere nasıl olur da sağır kalabilir? Maden Yasası‘nda, bu da yok.
Küçük, yerli, elemeği madencileri büyüklerine karşı koruyan kurallar yok. Elleri, kazmaları, traktörleriyle yeraltından ya da yüzeyden lületaşı, alçıtaşı, oltu taşı, parke taşı, asfaltit, linyit ya da yerine göre krom, kurşun, vb maden kaynaklarını kendi olanaklarının ancak elverdiği küçük işletmelerle işleyen kırsal yöre insanını, emeğini koruyan, kollayan hiçbir madde de yok, Maden Yasası‘nda.
Maden işletmelerinin çevreye verecekleri zararın giderilmesi için kapanış döneminde yapılması zorunlu uygulamaları güvence altına alacak teminat verme zorunluluğu da yok bu Yasa‘da. Bu işletmeleirn çoğunda kapanış sırasında yapılacak uygulamalara ilişkin sözde planlar var. Eylem planları var. Var da, bunun güvencesi ne? Günü gelip çıkaracağını çıkartmış, yurt dışına götürmüş, kârını gerçekleştirmiş olan uluslararası şirketin ülkemizde kurduğu yerel şirket sermayesi kadar sorumlu kalacak. O da, iflas etmiş görünmez ise. ABD‘nde bile bu durumlara karşı daha baştan başlanarak nakit, ya da kolayca nakte çevrilebilecek bir teminat alınıp bir fonda toplanıyor. Gerektiğinde bu teminatlara el konup çevreye verilmiş zararlar kamu eliyle gideriliyor. Bu ülkenin Maden Yasası‘nda bu da yok.
Bazı büyük yataklarda kamu kurumlarıyla madenci şirketlerin ortaklık ya da üretim paylaşması sözleşmesi yapılabilmesine elveren kurallar da yok. Şimdi bir yasa hazırlanıyor. Okulları, hastaneleri, karayolları ve otoyollarını özel kesim yapacak ve devlete kiralayacak ya da onun adına işletecek. Ama, örneğin çok övündüğümüz borun yerine kullanılacak trona yataklarını özelleştirmeyip, hiç değilse kamu-özel ortak işletmesine açmış olsaydık ta, denetimi kamu güdümünde olsa idi. Yasa buna elveriyor mu? Hayır, Yasa‘da bu da yok.
Kamu yararı açısından özendirilmek istendiğinde bazı işletmelere uygulanacak teşvik önlemleri de yok, ülkemizin Maden Yasası‘nda. Ülkemiz bütün bakır gereksinimini yurt dışından alıyor. Bakır yataklarının aranmasını ya da bunlara yatırım yapılmasını düşünmez mi acaba ilgili "Bakan"lık? Düşünse de, düşünmese de Yasa‘da böyle bir araç yok.
Yeraltı kaynaklarının aranması ve geliştirilmesine yönelik kurumlar, teşvikler de yok, bu Yasa‘da. Madenci kamu kurumları ya Etibank gibi yok edildi, ya Ferrokrom ya da bakır tesisleri gibi özelleştirildi, ya kapatıldı, ya da MTA gibi güçsüzleştirildi. Şimdi, yetersizliği duyumsanan, görünür bir gelecekte rezervleri tükenecek görünen kaynaklar kârlılıklarıyla yabancı şirketlerin ilgisini çekmiyor ise yeni aramalara konu olmuyor. Yasa‘nın bu alanda kamu yönetimine hiç bir araç sağlamadığı açık.
İşletilmesi ve zenginleştirilmesinde teknolojik sorunlar bulunan bazı yataklardan yararlanılabilmesi için araştırma programlarının uygulanmasını sağlayacak kurumsal ya da finansal önlemler hiç yok. Artık cevher analizleri İngiltere ya da Kanada‘da yapılyor. Maden yataklarına ilişkin teknoloji testleri de, öyle. Artık, Hasançelebi demir yataklarının teknolojik sorunların çözümü için araştırmalar desteklenmiyor. Turgutlu Çaldağ‘daki ya da başka yerlerde üzerinde çalışılan Nikel-Kobalt cevherlerinin çevreye zarar vermeden zenginleştirilebilmesi için teknoloji araştıracak olan üniversitelere proje desteği yok. MTA‘da yapılan ve başarılı olan teknoloji geliştirmelerine de özel bir destek yok. Ama, İngiliz şirketi Enickel, kulanmaya bile başladığı teknolojiyi sanki araştırıyormuş gibi Tübitak‘tan 1 milyon YTL kaynak alabiliyor. Evet, bildiğimiz bizim Tübitak‘tan ve hem de 1 milyon TL. Bununla, bilim insanlarını kendine mi çekiyor; yoksa, kamuoyunu yönlendirme çalışmalarında mı kullanıyor, bilemezsiniz. Maden Yasa‘sı bu konuda da sektörü olumlu yönlendirmede kullanılacak araçlardan yoksun.
Madencilik haklarının dağıtımı ve uygulamalarla ilgili olarak halka bilgi verilmesini kolaylaştıracak kurallar da yok, Yasa‘da. Dozerler bahçe duvarlarınıza dayanana, Bakanlar Kurulu‘nun güvenlik gerekçesiyle taşınmazlarınızı istimlak kararı aldığı jandarmadan muhtara, ondan da size tebliğ edilene kadar bunu öğrenemiyorsunuz. Dışa açık, öğrenmeye teşnesiniz; köyünüzün karşısındaki dağda yığın liçiyle altın işletecek olan Kanada şirketinin hazırladığı ÇED Raporunu da okuyamazsınız. Suyunuzu kirleten, tozundan zarar gördüğünüz işletmenin zararlarını ortaya koyacak kimyasal analiz raporları sizlere kapalıdır. İlçenizdeki 1400 kişi iki gün içinde neden zehirlendi; öğrenemezsiniz. O suyu içmemiş te olsanız, Kaymakam şirkete arka çıkıyor diye zehirlenmenizin sudaki koliform bakteriden kaynaklandığına inanın isterseniz. Yıllarca direndiğiniz işletmenin Devlete vergi verip vermediği de size "sır"dır. Çünkü sizi küresel kapitalizmin kafesine girmeye zorlayan uluslarası kurumlar kendilerini yeşile boyayabilmek için bu bilgilerin kamuoyu ile paylaşılmasnı zorlayan kurallar kabul etse de, bir kıyı ülkesinde ve böyle bir Maden Yasası‘nın gölgesinde bunlar kimin umurunda. Yasa‘da bunlar da yok.
Üretilen maden ürününün satışı, taşınması ya da dışsatımı konusunda da hiç bir kısıtlama yok. Bu ülkenin doğal sermayesi, Devletin malı olan yeraltı kaynağını çıkarttığınızda, bu Maden Yasası‘na göre bu ürün sizin, ananızın ak sütü gibi sizin. Ülkenin çıkarı, kamu yararı filan sizi ilgilendirmez. Kârınızı maksimize ederseniz başka yasaların tanımladığı "Akil Tüccar" olarak, meşrusunuz demektir. Maden Yasası Devletin, bu ülke halkı adına ülkenin yeraltı kaynaklarının sahibi olduğunun farkında bile değil. Elbette Yasa‘da bu konularda da hiç bir hüküm yok.
Maden Yasası ülkenin yeraltı kaynaklarını, halkın çıkarları ve sağlığını, ekolojik sistemi, çevreyi, suyu, havayı, kuşu, böceği, ekonominin başka sektörlerini, kültürel ve doğal mirası, çalışanları, ailelerini, hiç kimseyi; ama, madenci şirketlerden başka hiç kimseyi umursamıyor.
Varsa yoksa sermayenin çıkarları.
Kaç yazıdır saydıklarımız bu Yasa‘da yok.
Ama, Yasa‘da neler var, neler. Onlara da bakmak gerek. Onları da irdeleyelim de bu yasanın değişmesi yolunda verilecek savaşımdaki taleplerimizi dizileyelim.
BU YAZI http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=27755 ADRESİNDEN ALINMIŞTIR.
Okunma Sayısı: 3164