MADEN YASASI DEĞİŞMELİDİR.(4)
Maden Yasası 2004 yılında kökten bir değişikliğe konu oldu. Bu yolla yenilenen Yasa, zaten benzer her yasada bulunan ve zaten eskiden de var olan teknik ayrıntıların dışında her maddesi, satırı ve sözcüğü ile kamu çıkarlarını bir yana atıp, madenciler, daha doğrusu madenci yabancı şirketler için kolaylaştırıcı düzenlemeler getirdi.
Ulusal bir yasada olması beklenebilecek ama bu yasada bulunmayan hususları önceki iki yazıda irdelemiştik. Gelin bir de yasa metninde kâğıda düşürülmüş olan tuzak ve armağanları görelim.
Yasanın 7. Maddesi "Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, kara avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, tarım, mera, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, askerî yasak bölgeler ve imar alanları ile mücavir alanlarda madencilik faaliyetlerinin çevresel etki değerlendirmesi, gayri sıhhî müesseseler ile ilgili hususlar dahil hangi esaslara göre yürütüleceği ilgili bakanlıkların görüşü alınarak Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir" kuralıyla bütün kamu gücünü madenciliği kısıtlayamaz, denetleyemez, kural koyamaz duruma getirdi. Bu maddeye göre ülkenin göz bebeği olan alanlarında, el değmemesi gereken alanlarında yabancı madencilerin cirit atabilmesi için ETKB dışındaki bütün bakanlıkları yalnızca yönetmelik hazırlanırken görüşü alınan; ama buna da uyulması gerekmeyen bir konuma sokuldu. Artvin Cerattepe ve Kazdağları süreçleri, bu maddeyi kapsayan yasanın ülkemiz halkının mı, yoksa Kanada‘lı, İngiltere‘li, Avustralya‘lı, ABD‘li şirketlerin mi çıkarlarını koruduğunu açıklıkla göstermekte.
İstenenler, sağlanan bu kolaylıklarla sınırlı değilmiş belli ki; bir dizi madde ile bir dizi başka yasada değişiklikler de yapıldı.
Örneğin 26. madde ile, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu değiştirildi ve "Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespiti, Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri etkilenen kurum ve kuruluşların görüşü alınarak yapılır" dendi. Dikkat, bir yeri sit alanı ilan edecek, koruma altına alacaksanız faaliyetleri bundan etkilenecek kurum ve kuruluşların (kamu kurumu olmasa da olur) görüşünü alacaksınız. Kanada‘lı bir şirket kendi ülkesinde yanına bile yanaşamayacağı korunacak bir alanın buradaki benzerinin koruma altına alınıp alınamayacağı konusunda söz ve karar sahibi olacak! Bir şey daha anımsanmalı, yasa tasarısındaki bu "görüşü alınarak yapılır" ifadesi "olumlu görüşü alınarak yapılır" idi. Onlar razı olmazsa eliniz kolunuz bağlı kalacaktı. Zaten, maddenin gerekçesinde ne güzel anlatılmıştı: maddeyle, taşınmaz kültür varlığının belirlenmesi ve koruma kararı alınmasının "madencilik faaliyetlerini engellememesi" hedeflenmiş! Bunun için yeni bir koruma kararı alınmasının yolu tıkanmaya; madencinin isteğine aykırı yönde gelişen bir karar süreci engellenemiyorsa, hiç değilse çıkmaza sokulması; böyle bir karar çıkmış ise bile, bu bizim faaliyetimizi etkilediği halde uygun görüşümüz alınmadan çıkarılmış bir karardır denerek yargı yolu ile ortadan kaldırılmasının olanakları hazırlanmaya çalışılmış. Tasarının gerekçesinde en sık sığınılan anlatımlardan biri madenlerin ancak bulundukları yerde işletilebileceği iken; bir daha yerine konamayacak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığının bulunduğu yerin dışında korunup korunamayacağı tartışılmadı bile. Gerekçeye bakılırsa, "yer altı kaynaklarının, Kültür ve Tabiat Varlıkları da korunarak ülke ekonomisine kazandırılması" olanaklı. Olanaklı ise, neden koruma kararının önüne geçilmek istendi? Kısa sürede tüketilecek bir kaynak uğruna, bin yılların ürünü olan ve bir kez yok edilirse bir daha yerine konamayacak olan varlıklardan vazgeçilmesi kararı, bu işten sınırlı bir kârı olacak olanlara bırakılabilir mi?
Yine örneğin, 27. Madde ile değiştirilen Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‘nun bir başka maddesinde Koruma Kurulu‘na Maden İşleri Genel Müdürü veya yardımcısı da katıldı! Zaten 8‘i müsteşar ve genel müdür düzeyinde bürokrat ve 6‘sı da Koruma Kurulu başkanları arasından ilgili bakanlıkça seçilen toplam 14 üyeli olan Koruma Yüksek Kurulu‘na bu kez 2 bürokrat daha üye yapılıyor. Artık kararlar da, siyasal etki altında olmadıkları kolay kolay söylenemeyecek 8 üyenin oyu ile alınabilecek.
Örneğin 28. madde ile 2872 sayılı Çevre Kanunu da değiştirilip maden arama çalışmaları ÇED kapsamından çıkarıldı. Çevre Yasasının 10. maddesi "gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum ve kuruluşlar"dan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu‘nun istenmesi kuralını getiriyor. Yasa daha işin başında gerekçesinde "yol yapımı, sondaj ve yarma faaliyetleri sonucu görüntü kirliliği oluşması halinde" anlatımıyla, bu faaliyet sonucunda çevre sorununun doğabileceğini ağzından kaçırmıştı. Aramaya konu alanın büyük bölümünün daha sonra terk edilip işletmenin küçük bir alanda yapılacak olması, arama sırasında çevreye oluşabilecek olumsuz etkiler konusunda neyi değiştirebilir ki? Yılda yalnızca 300 dolayında maden işletme ruhsatına karşılık, 4000 dolayında maden arama ruhsatı verilen bir ülkede çevresel etki sakıncası bunlardan hangisi için daha büyük olabilir? Üstelik işletme faaliyetleri MİGM‘nce teknik elemanlar aracılığıyla düzenli (!) olarak denetlenirken, arama faaliyetlerinde böylesi bir denetimin de söz konusu olmadığı göz önüne alındığında, risk daha büyük değil mi? Değişikliği tasarlayanlar bunu ağızlarından kaçırmasa da, dünyadaki pek çok maden yasasında bırakın arama aşamasını, bundan önce yer alan prospeksiyon aşamasında bile ÇED istenmesinin bir anlamı olmalı. Bunun nedeni, çevresel etkinin, yasayı hazırlayanların dillendirdiği gibi yalnızca "görüntü kirliliği" ile sınırlı olmayışı, olumsuz etkilerin çok daha kapsamlı ve kalıcı olabilmesidir.
Sınırlı bir madencilik etkinliği olan ülkemizde bile bunun olumsuz örnekleri görülebiliyor. Örneğin, Cominco Firmasını Artvin Cerattepe altın-bakır sahasında arama amacı ile, üstelik devletten arama yapıyorum diye teşvik te alarak açmaya başladığı ve içinden iki kamyonun yan yana geçebileceği çaptaki yüzlerce metre uzunluklu galerinin sonraki işletmeye hazırlık galerisi olduğu başlangıçta belirlenip Valilik‘çe durdurulmamış olsa idi, bu sülfürlü minerallerle donanmış altere volkanik kayalardan oluşan kayadan çıkarılan kazı gereci orman içi yollara serilecek ve onyıllar boyunca asitli ve ağır metal yüklü su salarak orman alt yapısını yıkıp geçecekti. Yine Eldorado firmasının web sayfasındaki fotoğraflardan, Uşak Kışladağ‘daki altın ruhsat alanında arama aşamasında açılmış birbirini kesen kilometrelerce uzunluklu ve yer yüzünü parsel parsel bölen arama hendeklerinin nasıl yıllarca öylece bırakıldığını ve bunun bir yandan asit maden drenajına neden olabileceği ve bir yandan da doğal yaşamı nasıl kesintiye uğrattığını görmek olanaklı. Aynı işleri Rio Tinto-AMDL ortaklığı ülkenin değişik yerlerindeki arama çalışmalarındaki hendeklerle sürdürüyor. Daha dün Bayramiç-Çan arasındaki 24 köyün içme suyu kaynağı Teck Cominco-Fronteer ortakların sondaj çamuruyla kirletilmedi mi? Kazdağlarında sondaj çalışmaları için çok sayıda ağaç kesilmedi mi?
Yasa bunlara karşın görüntü kirliliğinden bile rahatsız olunmayan ve yalınlaştırılmış bir değişikliğe dönüştürüldü: "Petrol, jeotermal ve maden arama faaliyetleri Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) kapsamı dışındadır. Madenlerin işletilmesi ile ilgili hususlar Maden Kanununun 7. maddesine göre yürütülür" dendi. Yani, arama aşamasında Çevre Bakanlığı‘na selam bile vermeye gerek yok artık.
Arama aşamasından sonra işletme aşamasında ÇED var gibi. Ama, yalnızca gibi. Çünkü, inceleme ve izin işlemleri 3 ayda tamamlanacak ve izin verildikten sonra öteki bakanlıklar mevzuatları gereği yapacakları denetimlerde bir uygunsuzluk görürse kendileri işlem yapamayacak; "Genel Müdürlüğe" bildirecek. Genel Müdürlüğün bir işlem yapmak zorunda olup olmadığı ise belirsiz! Ruhsat sahibinden ne isteneceği hazırlanacak Yönetmeliğe bağlı olacak. Orada ne isteneceği ise çok somut : işlemlerin 3 ay içinde tamamlanıp izin verilmesi. Daha önce düşünülen Taahhütname‘ye de gerek duyulmadı.
Oysa, dünyadaki gelişmeler bunun tam tersi. Son iki on yılda dünyanın çoğu ülkesinde çıkarılan yeni madencilik yasalarının nerede ise hepsinde Çevresel Etki Değerlendirmesi, ÇED yapılması ve onay alınması zorunluluğu var.
En yeni değişikliklerde artık bunun toplumsal etki değerlendirmesini de kapsayacak şekilde ÇTED (Çevresel ve Toplumsal Etki Değerlendirmesi) hazırlanması isteniyor.
Çoğu yasada bu, daha arama başlarken yapılıyor.
Güney Amerika ülkeleri bu konudaki gelişmelerde başı çeker durumdalar. Dundee Üniversitesi‘nden Elizabeth Bastida üç Güney Amerika ülkesinde madencilik alanında uygulanan sürdürülebilir kalkınma ilkelerini kıyaslayarak incelediği yayınında Şili‘de merkezi bir çevre yasasının bulunduğunu ve bunun madenciliğe de uygulandığını; Arjantin‘de sektörel bir yaklaşımın seçildiğini; Peru‘da ise 1990‘a kadar merkezi bir çevre yasası uygulanırken, daha sonra madenciliğe özgü çevre kurallarının uygulanmasına geçildiğini ortaya koyuyor. Uygulamalar, Şili‘de bakanlıklar arası bir komisyon; Arjantin‘de yerine göre madencilik ya da çevre bakanlığı yetkilileri; Peru‘da ise Maden Bakanlığı tarafından yürütülüyor. Sistemin yönlendirilmesinde ÇED(çevresel etki değerlendirmesi) ya da TÇED(toplumsal ve çevresel etki değerlendirmesi) araçlarından yararlanıyor. Şili‘de yalnız arama değil, prospeksiyon aşaması için bile, elbette madencilik işlemlerinde de yalnızca ÇED değil, TÇED de yapılması zorunlu. Arjantin‘de de ağır makine kullanılan ve kazı yapılan prospeksiyon çalışmalarında ve her türlü aramada (elbette madencilikte de) ÇED yapılması gerekiyor. Peru‘da aramada ÇED gerekiyor. Şili‘de istenmese de, Peru ve Arjantin‘de kapanış planlarının önceden hazırlanması ve bunun için ayrı ÇED hazırlanması isteniyor.
Asya‘da Hindistan, Endonezya, Malezya, Papua Yeni Gine, Filipinler ve Vietnam‘ı kapsayan bir araştırmaya göre bu altı ülkenin tümünün anayasaları devletin çevreyi halkın ve gelecek kuşakların esenliği için koruyacağı belirtiliyor. Bu ülkelerin hepsinin çevre yasaları var ve hepsinde işletmeye başlamadan önce izin alınması kuralı getirilmiş; hepsinde kural ve kısıtlamalar konup izleme ve denetleme yolu seçilmiş. Genellikle batının standart ve sınırları kullanılıyor. Bu kurallara uyumu daha ucuza sağlayanlar üstünlük sağlıyor. Kirleten öder ilkesi geçerli ve teşvik ve teminatlar buna göre düzenleniyor. Kirlilik vergileri henüz yeterince gelişmemiş. Hepsinde yetişkin personel ve kaynak yetersizliğinden ötürü izleme ve denetim yeterince sağlanamıyor. Hepsinde madencilik birden çok bakanlık ya da müdürlük tarafından yönetiliyor. Çoğunda çevre hukukunun dışında maden hukukunda da çevre kirletmesine karşı kısıtlamalar var. Çoğunda arazinin madencilik sonrasında rehabilitasyonu ya da restorasyonu isteniyor. Bunun için yalnızca Tayland ve Filipinler‘de teminat alınıyor. Hepsinde kurallar daha korumacı yönde değiştirilip geliştiriliyor. Hindistan, Tayland ve Endonezya‘da madenciliğe özel ÇED kuralları var. Ötekilerde de ÇED zorunlu. Papua Yeni Gine ve şimdi Filipinler‘de toplumsal ÇED de isteniyor. Hepsinde ya yalnız çevreye ilişkin ya da başka bir alanla birlikte çevre bakanlığı var. Bu ülkelerdin hepsinde 1978‘den başlayarak ÇED zorunluluğu getirilmiş. İkisi dışında ön ÇED var ve ön eleme olanağı sağlıyor. Sonuçlar çevre yönetim planına taşınıyor ve gözlem programı oluşturuluyor. Filipinlerde arama sonrasında ÇED hazırlanması zorunluluğu var. Hindistan‘da 1986 Çevre Koruma Yasası uyarınca ÇED hazırlanıp Çevre ve Orman Bakanlığı‘nın onayının alınması gerekli. Çalışma sırasında da her 6 ayda bir gelişme raporu verilmesi isteniyor.
Papua Yeni Gine ve Endonezya‘da son yıllarda daha fazla yabancı sermaye çekebilmek için çevre koruma standartlarının gevşetildiği bildiriliyor.
Yukarıda anılan üç Güney Amerika ülkesinde de halkın katılımı ve temel bilgilere ulaşılabilmesini sağlayan kurallar bulunuyor. Bir başka örnek olarak Kamboçya yasası da ruhsatlar ile ilgili bilgilerin ruhsat dönemi sonuna kadar saklı kalması kaydıyla, çevresel ve toplumsal konulardaki bilgilerin halka açıklanabileceğini kabul etmektedir.
Yasaların çoğunda kapanış sırasında uygulanacak planın da baştan hazırlanması isteniyor. Bunun için bir güvence verilmesi de giderek daha sık istenir oldu. Bir örnek olarak, Filipinler yasası kapanışta çevrenin teknik ve biyolojik olarak yeniden düzenlenmesine yönelik bir program verilmesi ve buna uygun bir güvence fonu sağlanması isteniyor.
Böyle bir dünyada, ülkemizin bütün doğal çevresi, madenciliğin, daha doğrusu çokuluslu madenci şirketlerinin keyfine ve acımasına bırakılıyor.
29. maddeyle 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu da değiştirildi ve "Milli park karakterine sahip olduğu tespit edilen alanlar, Millî Savunma Bakanlığının olumlu görüşü, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile diğer ilgili bakanlıkların da görüşü alınarak, Çevre ve Orman Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile milli park olarak belirlenir" dendi. Bundan sonra Kazdağları Milli Parkı‘nı genişletmeye kalkışacak olanlar, Bakan Güler‘i de ikna etmek zorunda bırakıldı.
30. maddeyle 4122 sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu da değiştirilip buralarda maden arama çalışmalarını yapacak olanın, buralara yapılan masrafı ödemesi durumunda dilediğini yapmasına serbestlik sağlandı. Ağaçlandıramama ve erozyonun kontrol edilememesinin bedeli değil, sahada yapılan harcamalar ödense yeter diye düşünüldü.
31. madde ile bu yasa bir kere daha değiştirilip oralarda maden işletmeciliği yapılıyorsa, bu bitene kadar orasının ormansız alan olarak işlem görmesi de sağlandı.
Yine örneğin, 34. madde ile 6831 sayılı Orman Yasası değiştirildi ve Devlet ormanlarında maden arama ve işletme çalışmaları Orman Yasası‘na göre değil, Maden Yasası‘na göre yapılır dendi.
Yani, küresel kapitalizmin ltd‘leri, inc‘leri, corp‘ları, plc‘leri, GmbH‘ları buyrun gelin ormanlarımız, milli parklarımız, ağaçlandırma alanlarımız, koruma alanlarımız emrinizde. Dağlarımız, yamaçlarımız, ovalarımız zaten sizin. İmar Planlarımızı bile istediğiniz gibi değiştiririz, dendi.
Yasanın hazırlandığı ve yasalaştığı süreci izleyenler anımsar: Zeytincilik Yasası da, Kıyı Yasası da, Mera Yasası da, İski Yasası da değiştirilmek ve buraları da beylerin kullanımına açılmak için çok uğraşılmıştı.
Bunu beceremediler.
Ama becerdikleri başka şeyler var.
Yasanın 9. Maddesi açıkça çevre ve insan sağlığına saldırıyı teşvik ediyor. Bu maddeye göre, işletmecinin beyanıyla ortaya çıkan cevherin ocak başı satış fiyatının %2‘si olan Devlet Hakkı‘nn % 50‘si, "Ürettiği madeni yurt içinde ve kendi tesisinde işleyip ek katma değer sağlayanlardan, bu tesislerde üretimde değerlendirilen maden miktarı için" alınmayacak. Madenciliğin çevreye en çok zarar verilen aşaması, çıkarılan cevherin ya açık havada kimyasal işlemlerle (siyanürle, sülfürik asitle ve başka kimyasallarla) yıkanması olan yığın liçi ya da kavrulması anlamına gelen kavurma-ergitme işlemleridir. İlkinde çevreye olağanüstü miktarlarda toz, katı atık, gaz, ağır metal ve kirli sıvılar yayılır ve çok büyük miktarlarda su tüketilirken; ikincisinde de, başta kükürtlü olmak üzere zehirli gazlar yayılmaktadır. Bu işlemler de, cevherden doğrudan doğruya metal elde edilmesini değil, bir miktar zenginleştirilmesini sağlayabilmektedir. Yarı zenginleştirilmiş maden de ham olarak yurt dışına götürülmektedir. Yani işin kirlilik yaratan bölümü bu yasa tarafından Devlet Hakkı‘nın yarısı alınmayarak teşvik edilmektedir. Üstelik Yasa bu teşviğin, açıkça yerli yatırımcılar tarafından yürütülen, katma değeri ülke içinde gerçekleşen ve çevreye olumsuz etkileri çok sınırlı olan "I. Grup madenler ve mıcır ile kaba inşaat, baraj, gölet, liman, yol gibi yapılarda kullanılan her türlü yapı hammaddesi için uygulanmayacağı" kuralını getirerek, kimin yasası olduğunu da ortaya koymaktadır.
Bu yetmedi; 14. maddede Bakanlar Kurulu‘nun Devlet Hakkı‘nda %25 indirim yapabilmesi yolu da açıldı.
Bu ayrımla da yetinilmedi ve 14. maddede küresel kapitalizmin madencilik şirketlerinin ilgilendiği madenler için Devlet Hakkı %2‘de tutulurken, yerli yatırımcının sürdürdüğü "I. Grup ve V. Grup madenler ile mıcır, kaba inşaat, baraj, gölet, liman, yol gibi yapılarda kullanılan her türlü yapı hammaddelerinde" nedense %4 olarak belirlendi.
Ne demiştik, Maden Yasası yeraltı kaynaklarımızın telef edilmeden işletilmesini sağlayacak ussal ya da sorumlu madencilik yapılmasını sağlayacak kuralları içermiyor; yasada belli yeraltı kaynağı türlerini, bazı havzaları koruyup kollamaya elverişli kurallar da yok; bazı kaynakların dışsatımının engellenebilmesini sağlayacak olanaklar da yok; bazı kıt ya da tükenme eğilimindeki kaynaklar için arama projeleri özendirilmemiyor; teknolojik sorunlu bazı kaynakların zenginleştirilmesi, iyileştirilmesi doğrultusunda projelerin desteklenmesi de unutulmuş. Yasada çalışanların, maden işçilerinin iş güvencesini, haklarını ve sağlığını kollayan hükümler de yok; küçük, yerli, elemeği madencileri büyüklerine karşı koruyan kurallar da yok; maden işletmelerinin çevreye verecekleri zararın giderilmesi için kapanış döneminde yapılması zorunlu uygulamaları güvence altına alacak teminat verme zorunluluğu da yok; maden işletmelerine ancak kamu yararı açısından getirecekleri yararlar, çevre ve topluma karşı zararlarından daha yüksek ise izin verilmesi yaklaşımı yok; yöre halkının mülkiyetini koruyacak önlemler de yok; büyük yataklarda kamu kurumlarıyla madenci şirketlerin ortaklık ya da üretim paylaşması sözleşmesi yapılabilmesine elveren kurallar da yok; Kamu yararı açısından özendirilmek istendiğinde bazı işletmelere uygulanacak teşvik önlemleri de yok; Yeraltı kaynaklarının aranması ve geliştirilmesine yönelik kurumlar, teşvikler de yok; madencilik haklarının dağıtımı ve uygulamalarla ilgili olarak halka bilgi verilmesini kolaylaştıracak kurallar da yok; maden ürününün satışı, taşınması ya da dışsatımı konusunda da hiç bir kısıtlama yok; yani yok çok!
Olanlar da, ülkenin bütün değerlerini bir yana itip bütün topraklarımızı küresel sermayenin talanına açmaya ve onlara kolaylıklar ve güvenceler sağlamaya yönelik.
Evet 2008 Maden Yasası‘na karşı savaşım yılı olacak. Çünkü bu yasa bir sömürge yasası. Ne yeraltı kaynaklarımızı, ne de öteki doğal varlıklarımızı korumuyor. Neyimiz var neyimiz yoksa küresel emperyalizmin talanına açıyor. İşleri bitip geri gittiklerinde kirlenmiş toprak, hava ve su; zehirlenmiş bitki ve hayvanlar; göçmüş tarım ve orman alanları; sağlığını yitirmiş yöre insanı, tekmeyi yemiş bir yığın işbirlikçi; pişmanlar, öfkeliler, bezginler; yoksulluk kalacak.
Yurdumuzun yitirilmiş gibi görünen bu kalesini, doğal sermayemizi, geleceğimizi kurtarmak için yorucu, zorlu ama zorunlu bir mücadele başladı.
BU YAZI http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=27940 ADRESİNDEN ALINMIŞTIR.
Okunma Sayısı: 3179