YALAN DİZİSİ - I *
Tahir Öngür
JMO Altın Çalışma Grubu
Yedi yıldır süren, kaç yatsıyı geride bırakmış bir yalanla başlayalım: "Türkiye‘nin 6 bin 500 ton altın rezervi var ve dünyada ikinci sırada" imiş.
Öykü Ocak 2001‘de başladı. Isıtılıp ısıtılıp yeniden pazara sunuldu. Şimdi, Kazdağları ve çevresine yönelik talan girişimleri ummadıkları kadar tepki görünce yine bu yalana sığınmaya başladılar. Yalnızca düşgüçlerinin kısırlığından değil. Biraz da, bu yalanın konuya uzak olanların üzerinde etkisini test etmiş olmalarından.
Küresel emperyalizmin madencilerinin gözü pek kara. En sıradan gerçekleri ve bilimsel tanım ve terimleri alabildiğince çarpıtıp, medyatik gösterilerle hedef saptıran ve gerçekleri anlaşılmaz kılmaya yönelen kampanyalar yürütüyorlar. Bu kampanyada oldukça zengin ve renkli konular gündeme sürülüyor. Böyle durumlarda sık başvurulduğu gibi, konu ulusal sorunlarımızın çözümüne kadar da vardırılıyor.
Bu yolda, medyadaki haberleri kaynak gösteriyorlar, medyada etkiledikleri kalemler de onları. Körlerle şaşılar, birbirini ağırlıyor. Yalan aynı. Ama, Kazdağı cephesi açıldığından beri tekelci medyanın yerine, tarikatçı-işbirlikçi medya bu yalana kucak açıyor bugünlerde.
Bu yalan için bir bilimsel araştırma raporu denerek ilginç bir bildiri, anlatımları bin bir biçime sokularak kullanılıyor.
3 Ocak 2001‘de Akşam gazetesinde "Taşımız toprağımız altın" başlığı ile şu haberi veriyordu: "Türkiye‘nin jeolojik yapısının altının oluşumu için son derece elverişli olduğu belirtilirken, günümüzde ortaya konulmuş olan işletilebilir altın rezervinin çok üstünde bir rezervin yeraltında yattığı iddia ediliyor. Türkiye‘nin altın potansiyelinin belirlenmesi için yapılan MTA ve DPT raporlarına dayanan bir araştırmanın sonucunda tahmini altın potansiyelimizin 6 bin 500 tona kadar çıkabileceği belirtiliyor. Türkiye‘de arama çalışmaları arttıkça yeni altın rezervleri bulunuyor. Potansiyelin değerlendirildiği taktirde bugünkü fiyatlarla değerinin, 70 milyar doları bulduğu ve ülke ekonomisine ise 300 milyar dolar katma değer yaratacağı ifade ediliyor. İşletilebilirliği söz konusu olan yatakların toplam altın rezervi 240 ton iken, günümüzde işletilmesi için hazırlıkları sürdürülen altın yataklarının toplam rezervinin ise 215 ton olduğu belirtiliyor. Yetkililer, aramaların sürdürülmesi halinde 5 yıl sonra Türkiye‘nin işletilebilir altın rezervinin 1000 ton metal altın rezervinin üzerine çıkacağını vurguluyor. Öte yandan, Türkiye altın potansiyelinin ortaya konulabilmesi için 8 milyar dolar arama yatırımı ve 12 milyar dolar işletme yatırımı yapılması gerektiği bildirildi." Ecevit‘e sunulan raporlara göre Türkiye, dünyanın ikinci büyük altın rezervine sahipti.
Bu yalan çeşitli biçimlerde ve yıllardır kullanılageldi.
Sonradan bir Kanada şirketine yakınlıkları ortaya çıkan o dönem DSP milletvekilleri Erol Al ve Hasan Özgöbek tarafından Başbakan Ecevit‘e sunulan bilgilere göre Türkiye, dünyada Güney Afrika‘dan sonra ikinci en büyük altın rezervine sahip ülkedir. Dünyada saptanan 43 bin ton altın rezervinin 20 bin tonuna sahip olan Güney Afrika birinci sırada yer alırken, 6 bin 500 tonla Türkiye ikinci, 4 bin 770 tonla da ABD üçüncü sırada bulunuyor.
ABD 340 ton üretiyor En büyük rezerve sahip Güney Afrika yılda 447 ton, üçüncü sıradaki ABD 340 ton, dördüncü sıradaki Kanada 158 ton, beşinci sıradaki Avustralya 300 ton altın üretirken, ikinci büyük rezerve sahip Türkiye hemen hiç altın üretmiyor. Başbakan Ecevit‘e sunulan bilimsel (!) raporlara göre Türkiye, altın rezervini bir ekonomik kurtuluş projesi olarak değerlendirebilirdi. Şimdi de, bu yalana bugünün Bakan ve bürokratları inandırılıyor.
Aşağıdaki satırların büyük bölümü 2001 Ağustosu‘nda yazılmış ve yayımlanmıştı. Aradan altı yıl geçti. Liberal-İzmirliler haber grubu 10 Kasım 2007‘de de bir yazıyı paylaşıyordu.
Yazı, "Çevreci örgütler, iktidara muhalif partiler, belediyeler, sivil toplum kuruluşları Kazdağlarıyla oturup Kazdağlarıyla kalkıyor. Fısıltı gazetesi bölgede yaşayanları tedirgin ediyor. Daha bulunmayan işletmeye açılmayan altın madenleri için türlü türlü söylentiler yayılıyor. Hatta bölgede yabancıların gözü var gibi iddilar bile ortaya atılıyor.
Peki aslında ne oluyor. Gerçekten çevre felaketiyle karşı karşıyamıyız, yoksa farklı bir kampanyanın kurbanı mı oluyoruz?
Samanyolu Haber TV Editörü Abdullah Abdulkadiroğlu bu sorulara cevap yazdı. Bugün Kazdağlarında koparılan fırtınanın daha önce Bergama Ovacık‘ta yaşandığına dikkat çeken Abdulkadiroğlu önemli tespitlerde bulunuyor" ifadesiyle başlıyor. Abdullah Kadiroğlu‘nun o gün 693 kez okunmuş olan açıklamalarına bu "Yalan Dizisi"nde birkaç kez geri dönmemiz gerekecek. Koca Haber Editörü‘nü ciddiye almamak olmaz.
Bu kerelik şuna bakalım:
"Gelin bazı rakamlara göz atalım. Türkiye‘nin şu anda işlenen altın rezervi 650 ton. Ama aslında Türkiye‘de 6 bin 500 tonluk rezerv var. Dünyadaki rezerv 42 bin 500 ton. Türkiye‘deki tespit edilmiş rezerv dünya altınının 6‘da biri kadar. Çok ciddi bir miktar. Dünyada 2 bin 500 ton altın üretiliyor. Türkiye‘de ise yılda sadece 10 ton altın üretiliyor. Ama Türkiye 250 ton altın satın alıyor. Üstelik Türkiye yılda ürettiği 10 ton altınla Avrupa‘da ikinci sırada. Dünya altınının 6‘da birinin üzerinde oturan Türkiye altın satın alıyor. Ne kadar acı değil mi? Biz yıllık 5 milyar dolar parayı altın ithalatına veriyoruz. Halbuki topraklarımızdaki altını çıkarsak yılda ortalama 100 milyar dolar gelir elde edeceğiz. 100 milyar dolar Türkiye‘deki bütün sektörlerdeki işadamlarımızın bir yıllık ihracat rakamının toplamına eşit. Görüyor musunuz durumu? Üstelik çıkarılan altının farklı sektörlerdeki toplam katma değeri 100 milyar doları neredeyse üçe beşe de katlayabilir. Vatanını seven kim istemez böyle bir varlığı? Herkes ister ama işte birileri Türkiye‘deki bir kısım insanlarımızın çevre, orman, toprak ve sağlık konusundaki duyarlılığını kullanıyor."
Koca haber editörü, 6 bin 500 ton altının tamamı bugünkü pazar fiyatı olan 700 USD/ons (30 gr) birim fiyattan satılsa 150 milyar dolar edecekken, yılda 100 milyar dolar geliri nasıl hesaplıyor acaba?
Adamın yalanı apaçık. Ama, bunu daha da aşikâr kılmak gerekir. Aşağıda, bu yapılıyor.
Haberin, yalanın kaynağı 1999 yılında "52. Türkiye Jeoloji Kurultayı"na sunulan bir bildiri metni. Kurultay Bildiriler Kitabı‘nın 137-142. Sayfalarında yayınlanmış. Erler ve Oygür‘ün bu yayını "Türkiye Altın Potansiyelinin Tahmini" başlığını taşıyor. Daha başlığında, okuyanı uyaran iki terim var: POTANSİYEL ve TAHMİN.
Erler ve Oygür ne demişti?
Bu yalanın altında yatanı doğru anlayabilmek, konunun nereden nereye getirildiğini algılayabilmek için bu yayını iyi okumak gerekli. Yazarlardan ilki ne yazık ki erken yitirdiğimiz bir bilim insanı, Ayhan Erler. Erler, maden jeolojisinde ülkemizin gerçekten üst düzeyde ve az sayıdaki uzmanından biri idi. Bu arada altın yatakları üzerine de zengin bir birikiminin olduğu biliniyordu. Anılan bildiri sunulduğunda ne yazık ki kendisi yaşamıyordu. İkinci yazar, Oygür de MTA‘nın yetiştirdiği ve yine maden jeolojisinde ciddi birikimi olan eski bir demokrat. Yalan ortaya atıldığında Normandy firmasında idi; bildiri sunulduğunda da öyle (elbette o zaman Eurogold‘da); şimdi ise Koza Altın İşletmeciliği şirketinde.
Yazarlar, bildiride ülkemizin bilinen ve envanteri yapılmış toplam altın rezervinin (o zaman için) 225 ton olduğunu belirterek (şimdilerde 600 tonu geçti) başladıkları sunuşlarında temel jeoloji ve maden jeolojisi verilerini kullanarak Türkiye‘nin altın potansiyelini tahmin etmek üzere bazı önerilerde bulunuyorlar. Evet, Türkiye‘nin altın rezervini değil, altın potansiyelini; ve hesaplamayı değil, tahmin etmeyi deniyorlar.
Yaptıkları, dünyada bu konuda önerilmiş 5 değişik modeli, bir kaç değişkene farklı değerler atayarak ve Türkiye ile benzerlikler buldukları ABD Kaliforniya ve Nevada‘yı kıyaslayarak modellemek ve bu benzerliklere göre ülkemizde ne kadar altın potansiyeli olabileceğini tahmin etmek.
Kullandıkları terimler dürüst ve açık. Kasıtlarını aşacak şekilde anlaşılmaya yatkın hiç bir şey söylemiyorlar. 9 ayrı yaklaşımla, potansiyel tahmini yapıyor ve bin 730 ton ile 6 bin 490 ton arasında değişen 9 ayrı tahmin yapıyorlar. "Altın potansiyeli değerlerinin ortalaması 3 bin 649 ton, standart sapması ise bin 451 tondur" diyen yazarlar, arama ve işletmeler geliştikçe bu tahminlerin daha duyarlı olabileceğini not ediyorlar.
Açık bir biçimde görülüyor ki, bütün spekülasyonlara kaynak olan metinde rezervden söz edilmiyor. Daha doğrusu söz ediliyor ve 225 ton olduğu söyleniyor. Yine bu yazıda, Türkiye‘nin altın potansiyeli 6 bin 500 tondur da denmiyor. 1730-6490 ton arasında tahminler yapılıyor, ortalama değer 3 bin 649 ton olarak belirtiliyor. Yazıda bu miktardan ne kadarının işletilebileceği (hatta ne kadarının bulunabileceği) ve ülkemizin bundan ne kadar yararlanabileceğine yönelik hiç bir anlatım da yok. ODTÜ‘lü bilim insanı ile Eurogold‘un müdürünün yazılı metninde, yukarıdaki spekülasyonlara malzeme olabilecek hiç bir sav yok. Bu konu çok açık. Yanlış anlamaya neden olabilecek hiç bir bulanıklık ta yok.
Ancak, yazıdaki yaklaşımın bu şekilde kötüye kullanılmasına yazarlardan yaşamını sürdüreni en küçük bir tepkisi duyulmadı. Erler‘i yitirmiş olmamızın acı bir yönü de bu oldu.
6500 ton altın kaç para eder?
Yukarıda açıklandığı gibi Erler ve Oygür‘ün yazılarında sergilenen yaklaşım ve vardıkları sonucun çarpıtılmasının, değişik biçimlerde yapıldığını görmekteyiz.
Potansiyel değeri, rezerv olarak; tahmini değerler gerçek sonuçlar olarak; bin 730 ton ile 6 bin 490 ton arasında saçılmış tahmin değerleri 6 bin 500 ton olarak çarpıtıldığı gibi bunun pazar değeri de çarpıtılıyordu. Şimdi de öyle. İlk haberlerde doğru biçimde bildirildiği gibi 6 bin 500 ton altının pazar değeri, 300 USD/ons birim fiyattan (şimdi >700 USD/ons) yaklaşık 63 milyar dolar dolayında iken, Ocak 2001‘de bunun katma değeri olarak bildirilen 300 milyar dolar; 2001 ortasına gelindiğinde bu altın kaynağının asgari değeri deyişi ile 400 milyar dolara yükseltiliyor. Buna rahmetli Ecevit inanmıştır, hiç kuşkusuz. Bakan Güler inanmasın mı?
Bu çarpık mantığın sınırları içinde bile, ortalama potansiyel tahmini değeri olan 3 bin 649 ton ve bugünkü pazar fiyatı olan 700 USD/ons değerlerini kullanarak, bu kadar altınımız olsa, maloluşunu bir yana bırakın, ancak 85 milyar dolara satabileceğimizi görmemek için yalana tutkun olmak gerek. Hele, bu satış değerinin olsun olsun yüzde 15‘inin ülkemize kalacağı göz önüne alındığında da, kazancımızın 13 milyar dolardan çok olmayacağı ortaya çıkıyor.
Bütün bu hesaplar, Erler ve Oygür‘ün tahmin ettikleri altın potansiyeli aranır ve bulunur, öngörü doğru çıkar da bu miktar altın kaynağı olarak belirlenir, işletme ve işleme maloluşları ile dünya pazarındaki fiyatlar uygun olur da bu miktar, rezerv niteliği kazanırsa; onyıllar boyunca bunlar çıkarılıp pazarlanırsa ortaya çıkacak olan olası kazanç.
Bu paragrafta kullanılan terimler gündelik dile ilişkin değil. Özenle üzerinde durulması gereken terimler, bu "potansiyel", "kaynak" ve "rezerv" terimleri ve bunları niteleyen öteki alt terimler. Bir de bu konuya bakalım.
Rezerv nedir?
Bu konuda söylenmesi gereken önemli şeyler var. Uluslararası sınıflama terimlerinin tanımlarını aktarmaya çalışalım. Öncelikle söylenmesi gereken, uluslararası ortamda altın yataklarına değer biçilirken bizim altıncıların "tahmin edilmiş potansiyel"ine denk düşen bir kategori ve terimin olmadığı.
Olan terimler ise, "kaynak" (resource) ve "rezerv" (reserve).
Kaynak, bir cevher mineralinin bir yatağın ekonomik değeri olabilecek şekilde yoğunlaştığı, nicelik, tenör, biçim, yoğunluk ve fiziksel özellikleri yeterli arama ve değerlendirme yöntem ve teknikleri ile belirlenmiş ve ekonomik ve teknik parametrelerin uygulanabileceği olgulara verilen ad. Kaynağın, bütünü ile ortaya çıkarılmış ve özellikleri belirlenmiş kesimine "Görünür Kaynak" (measured resource); yayılım ve özellikleri genel olarak belirlenmiş kesimine "Olası Kaynak" (Indicated resource); ve az-çok ortaya çıkarılanlara da "Olabilir Kaynak" (Inferred resource)* denmekte.
Rezerv ise, cevher kaynağının işletme koşulları ve o günün pazar koşulları açısından ekonomik olarak işletilebilir kesimine verilen ad. Rezerv‘in de "Kanıtlanmış"(proven) ve "Olası"(probable) terimleri ile anlatılan iki sınıfı var. İlki, bütününün varolan fiyat ve maloluş koşullarında ekonomik olarak işletilebileceği kanıtlanmış olan rezervler için; ikincisi de, bütünü ya da bir bölümünün bu şekilde ekonomik olarak işletilebileceği umudu bulunan rezervler için kullanılıyor.
Örneğin, yalanın ortaya ilk atıldığı dönemlerde Cominco Artvin Kafkasör Cerattepe‘deki yatak için, 5 bin 400 ton Olası Kaynak ve 6 bin 700 ton Olası Rezerv bildiriyordu, web sayfasında.
Eldorado (ülkemizde, devraldığı ve bir Güney Afrika altın şirketini de yüzde 37 ortak ettiği Tüprag adı ile çalışıyor) da Türkiye‘deki varlıklarını,
İzmir Efemçukuru‘nda Görünür ve Olası Kaynak olarak 26.6 ton, Olabilir Kaynak olarak 7.9 ton, Kanıtlanmış ve Olası Rezerv olarak ta 24.3 ton; Uşak Kışladağ‘da Görünür Kaynak olarak 12.4 ton, Olası Kaynak olarak 137.8 ton, Olabilir Kaynak olarak ta 56.6 ton; Eskişehir Kaymaz‘da Görünür ve Olası Kaynak olarak 6.8 ton; Havran Küçükdere‘de Görünür ve Olası Kaynak olarak 8.2 ton ve Olabilir Kaynak olarak 0.9 ton bildiriyordu, 2001‘de.
Örnek ve kaynakları zenginleştirmek olanaklı. Ama, sözü çok uzatmadan söylenebilecek olan şey, Türkiye‘nin 6 bin 500 ton altın rezervi olmadığı ve dünyada bu açıdan ikinci durumda değil sonlarda olduğu. Dünyadaki yaklaşık 48 bin 000 ton‘luk altın rezervi, yukarıda verilen tanımlamalar açısından, REZERV. Bizde ise, farklı şekillerde söylense ve bir bölümü henüz rezerv olarak nitelenebilecek denli geliştirilmiş olmasa da 6-700 ton dolayında bir rezervimiz var. Dünya rezervinin yüzde 1‘ine sahibiz. Artabilir belki; ama, bundan medet ummanın IMF‘den medet ummaktan daha gerçekçi olmadığı da, açık.
Rezervimiz çok mu? Kim buna evet diyebilir ki? Bunun tümünü bir günde çıkarıp satsanız, satış geliri bugünkü pazar fiyatıyla 16 milyar dolar tutar. 2007 yılı ilk yarısı içinde dışarıya satılan değerli metallerin ortalama satış fiyatı olan 328 USD/ons‘tan ise, 7,5 milyar dolar. Bundan ülkeye kalsa kalsa 1 milyar dolar kalır. Dünyada altın üreten ülkelerde ortalama olarak her yıl rezervin yüzde 5 kadarı üretiliyor (USGS, 2001). Buna göre, öngörülen üretimin 20 yıl gibi ortalama bir sürede gerçekleşebileceği göz önüne alındığında da yıllık katkının 50 milyon doları aşmayacağı açık.
İyi ki altınımız çok değil
Bu bile kârdır, diyen olabilir. Ama, durup düşünülmesi gerekenler bitmedi ki.
Madem ki, altın potansiyeli farklı modellerle tahmin edilebiliyor ve bu kadar da ilgi görüyor; gelin bir başka modelle bunun çevreye ve ekonomiye yükünü de "tahmin" edelim.
Bunu, bir şekilde Prof. Duman denemişti: "Altın potansiyeli 6 bin 500 tona varıyorsa, bu göz kamaştırıcı zenginliğe ulaşmak için yılda 325 ton altın üretilmesi gerekecek. Bunun anlamı, Anadolu‘nun çeşitli yerlerinde altın tesisleri ve atık barajlarıyla birlikte herbiri ortalama 100 hektar büyüklüğünde 50-60 adet siyanür yarasının açılacağıdır. ... Cumhuriyet tarihi boyunca Anadolu topraklarında üretilmiş maden zenginleştirme atıklarının toplam miktarı yaklaşık 26 milyon tondur. Türkiye ‘altın çağı‘na girmeye karar verdiğinde sadece 1 yıl içinde üretilecek zararlı-zehirli kimyasal atık miktarı ise 650 milyon tondur. Ve 20 yıl sonra elimizde kalacak olan kimyasal atık miktarı, asitlenmiş dekapaj toprağıyla birlikte, yaklaşık 13 milyar tondur. Bu atığın Türkiye‘deki çevre yasalarına uygun olarak nihai uzaklaştırılması için gereken harcama 18 trilyon USD‘dir."
Bu uyarı çok önemli. Ayrıntısına girilmeli.
Altın madenciliğinin sonunda inanılamayacak miktarlarda atık oluşuyor. Bunlar gereğince denetim altına alınamadığından ötürü de asitli su akıntıları ve zehirli kimyasallar çevreyi kirletiyor. Bu etki yüzyıllar sürebiliyor. Örneğin 19. yüzyılda işletilmeye başlanmış olan Kaliforniya Iron Mountain madenindeki asit maden drenajının 3 bin yıl sürebileceği öngörülüyor. Montana‘daki Berkeley açık ocağına, kapandığı 1983 yılından bu yana asitli su dolması sürüyor. Maden zenginleştirmede kullanılan siyanür, kireç, peroksit, azot ve fosfor, asitler, fuel oil, kerosen ve sayısız kimyasal madde de çevreyi tehdit ediyor.
Bunların çevreye etkilerinin giderilmesi ya da denetim altına alınması için yoğun önlemler alınması gerekiyor. ABD‘nde buna karşı işletmecilerden kapanış sırasında alınacak önlemlerin planlanması ve buna karşılık çeşitli teminatlar verilmesi isteniyor. Ancak, alınan teminatların yetersiz kaldığı konusunda da yaygın örnekler veriliyor. Montana‘da birçok kez çevreyi kirlettikten sonra iflasını ilan eden Zortman-Landusky madeni oldukça ünlü. Maden kapandığında teminatlar 8.5 milyon dolar eksikti. Daha sonra kamu örgütlerinin yaptığı hesaplara göre madeninin temizlenmesi için 30 milyon dolar gerektiği hesaplanmıştı. Yakın zamanda yapılan yeni bir temizleme planının maliyeti ise 120 milyon dolar. Idaho‘da Stibnite Altın Madeni terkedildiğinde de işletmeci The Dakota Mining‘in 800 bin USD‘lık teminatı devlete aktarıldı; ancak, şimdi temizlik için milyonlarca dolar gerekeceği belli oldu. Colorado‘da Summitville Altın Madeni‘ni işeten Kanada‘lı Galactic Resources iflasını ilan edince yalnızca 4,7 milyon dolar teminatına el konulabildi; ama, daha sonra EPA bu sahanın temizlenmesinin 120 milyon dolara mal olacağını hesapladı.
ABD‘nin madencilik yapılan 32 eyaletinde, çevre sorunu yaratan binlerce terkedilmiş maden bulunduğu biliniyor. Bunların sayısını, Mineral Policy Center 557 bin 650 olarak kestirirken, EPA 200 bin dolayında öngörüyor. Genel Hesap Ofisi‘ne göre, bu sahalarda 50 milyar ton maden atığı var. 14 bin 400 sahanın asit maden drenajından etkilenmiş olan 5 bin millik akarsu yatağını ve yüzey sularını korumak üzere ciddi uğraşları gerektirdiği belirtiliyor. Orman Dairesi alanlarında yer alan bin 700 sahanın standartlara uygun, 4 bin 200 sahanın ise çevreyi tehdit eder nitelikte olduğu bildiriliyor.
Bu sahaların kamu eliyle iyileştirilebilmesi için Arazi Yönetimi Bürosu‘na göre 4-35 milyar dolar; Mineral Policy Center‘a göre ise 33-72 milyar dolar harcama yapılması gerekiyor. USEPA‘nın, "daha önce madencilik yapılmış yerlerin belirlenmesi ve iyileştirilmesi için onyıllar ve milyarlarca dolar harcanması gerekli" tesbiti uyarıcı.
Erler ve Oygür‘ün Türkiye ile koşutluklar kurduğu iki ABD eyaletinden Kaliforniya‘da 2001 yılında 13 büyük altın ve gümüş işletmesi olduğu, bunların kapanış sırasındaki temizlikler karşılığında 34 milyon dolar teminat verdiği; ancak, bu madenlerin terkedilmesi durumunda vergi ödeyenlerin 17-68 milyon dolar arasında değişecek şekilde kayba uğrayacakları öngörülüyor. Nevada eyaletinde ise, sıralarda çalışan 73 büyük sert kaya madencilik işletmesinin 70‘inin altın-gümüş madeni olduğu; bunlardan 52‘si çalışırken 17‘sinin çalışmalarını ya durdurduğu ya da kapatıldığı; bunlardan 438 milyon dolar teminat alındığı; ancak, Nevada eyaletinin yalnızca alınan teminatların önemli bölümü şirketlerin kendi kağıtlarından oluştuğu için 360 milyon dolar, olası giderlerin eksik hesaplanmasından ötürü de 96-480 milyon dolar arasında hesaplanan miktarda kayba uğrayacağı belirtiliyor. National Wildlife Federation‘un hazırlattığı bir çalışmaya göre batı ABD‘de büyük madencilik işletmelerinin zarar verdikleri araziler 100 ile 10 bin dönüm arasında alana sahip ve kapanıştaki temizleme giderleri koşullara göre dönüm başına 1,000 USD‘den az ile 20 bin USD arasında değişiyor. Bütün batı eyaletleri göz önüne alındığında karşılığı teminat altına alınmamış toplam temizleme maloluşu 254-1,037 milyon USD arasında hesaplanıyor.
Kanada‘daki terkedilmiş maden sayısının 10 binden çok olduğu, ancak kesin sayının bilinmediği belirtiliyor. İşletmecilerden, kapanış sırasında alınacak önlemlere ilişkin olarak bir takım teminatlar alınıyor olsa da, bunun yetersiz kaldığı belirtiliyor. Örneğin, Yukon eyaletindeki Nansen Dağı Madeni için alınan teminat 225 bin USD iken iyileştirmenin şimdiki maliyetinin 6 milyon dolara ulaştığı ve yıllık bakım gideri olan 2 milyon doların da buna ekleneceği bildiriliyor. Bunun gibi, NWT ve Yukon eyaletlerindeki Giant ve Faro madenlerinde olduğu gibi iflaslarla terkedilen madenlerin terkedilmesi ile devletin yüzlerce milyon dolarlık temizleme yükü altında kalmış oluşu da başka bir sorun.
Bizde, hele çokuluslu altın işletmecilerinden nakdi teminat alınabileceğini mi düşünüyorsunuz? Bunu bile yapamayan bir ülkede de, hangi maden işletmesi normal yollarla ve temizlenip gereğince düzeltilerek kapatılır. Ülkemizde yapılacak her bir altın işletmesinin çevreye vereceği zararların önlenmesi için kamunun elini cebine atması kaçınılmaz olacak.
EPA‘nın yaptığı bir çalışmaya göre, ABD‘nde çalışan 201 altın madeninden yüzde 90‘ını oluşturan açık işletmelerde, 1992 yılında 540 milyon 661 bin ton ve 1998 yılında 553 milyon ton malzeme kazılmış (bunun 160 milyon tonu cevher, kalanı pasa) ve 5 milyon 250 bin ons (yaklaşık 162.8 ton) satılabilir metal altın elde edilmiş. Oran, yaklaşık 3.5 milyonda bir, gibi. US DOI Bureau of Mines‘a göre oran 682 bine 1. Yani 682 bin ton kaya kazıp 1 ton maden elde ediyorsunuz. Bizimle kıyaslarsak, 6 bin 500 ton altın elde edebilmek için 22 trilyon 750 milyar ton kazı gereci çevreye yığılacak demektir. Ya da, Erler ve Oygür‘ün ortalama tahmini doğru çıkarsa işletme ömrü süresince çıkacak pasa 9 trilyon ton dolayında olacak. 50 metre yükseklikte yığsanız 71 kilometrekare alan kaplanacak.
Nevada‘da da, üç düzine kadar dev çukur kalacak altın madenlerinden geriye. Bunların 5-6 kilometre uzunluğu, 2 kilometre genişliği ve yarım kilometreden büyük derinliği olacak.
Hesaplara göre, işletmede kazılarak çıkarılan gerecin yüzde 71‘i pasa olarak atılıyor. Bunlar asit maden drenajı ve ağır metal kirlenmesinin yanında toz yayılması sakıncası da yaratıyor.
Geri kalan önemli hacimdeki cevherin içindeki metal alındıktan sonra da bu öğütülmüş ve kimyasallarla işlenmiş gereç ya atık barajlarında biriktiriliyor; ya da, açık havada terk ediliyor. Bunların boyutları da çok değişken: Örneğin, Montana‘daki Golden Sunlight madenindeki 450 dönüm alanlı ve 50 metre derinlikli; Güney Carolina‘daki Ridgeway madenindeki 480 dönüme büyütülüyor; Washington‘daki Pegasus madenindekinde de 49 milyon ton atık alacak.
Küresel emperyalizm kendi işine bakıyor. Girebildiği yere giriyor, götürebildiğini götürüyor. İşine yaramayanı da geride bırakıyor. Sömürüye karşı direnenlerin direncini zayıflatmak üzere yalanlardan başka sığınabilecekleri bir şey yok. Ama, onlar ne dese aslı anlaşılır, onlara yakışır; ama inandırıcı olmaları güç. Yalanın tutabilmesi, inandırıcı olabilmesi, direnci kırabilmesi etkili işbirlikçilerini gerektiriyor.
Yukarıda deşilen yalan, yıllardır ısrarla ve gizli ya da açık, fısıltıyla ya da iletişim ortamlarında yayılan açık bir yalan. Yaymaya çabalayanların arasında milletvekilleri de oldu, bilim insanları da, köşe yazarları da, TV ançormanları da, ulusalcı-vatansever araştırmacı yazarlar da, sıradan yurttaşlar da.
Emperyalizm ülkemizi, bu yurttaşlarımızı sevmesin de ne yapsın.
Hiç kuşkunuz olmasın, bu şirketler, bu yalanı ısrarla yayanların hepsini öpüyorlardı(r).
*http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=25972
Okunma Sayısı: 32767