%93’ü aktif deprem kuşağı üzerinde bulunan ve nüfusunun yaklaşık % 98’i deprem riski altında olan ülkemizde, uyarılar dikkate alınmadığı için doğa olayları hala afete dönüşmeye devam ediyor. Depremlerde on binlerce insanımızı yitiriyor, önemli maddi kayıplara uğruyoruz.
1992 Erzincan depreminden buyana özellikle kentsel alanlarda karşılaştığımız yüksek bilançolu afet zararları, kamu bütçelerinde önemli miktarda kaynak gereksinimini de beraberinde getirmiştir.1999 Depremleri sonrasında dönemin siyasi iktidarı afet hizmetlerini yürütebilmek için Dünya Bankası ile bir kredi anlaşması yapmış, kaynak yaratmak için ek vergiler uygulamıştır.
Jeolojik, morfolojik ve meteorolojik özellikleriyle doğal afet olaylarının çok sık yaşandığı bir ülkeyiz. Türü ne olursa olsun doğal afet olayları her yıl ortalama GSMH’ nın % 3’ü oranında doğrudan zarara neden olmaktadır. Dolaylı zararlar ( üretim kaybı, çevresel etkiler vb ) göz önüne alındığında ise zarar toplamının GSMH’nın % 5-7’ sine yükseldiği tahmin edilmektedir.
Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın deprem başta olmak üzere taşıdığı jeolojik riskler ve yaratacağı zararlar ortada iken, çözüme yönelik adımlar hala atılmıyor.
Kocaeli ve Düzce Depremlerinden 3 yıl önce İstanbul’da ev sahipliğini yaptığımız Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı ( Habitat II ) Deklarasyonuna atılan imza ile “afetler karşısında giderek artan korumasızlığa ” karşı “ herkes için yeterli konut temin etme ve insan yerleşmelerini daha güvenli, daha sağlıklı ve yaşanabilir ” kılmayı,” gerekli planlama mekanizmaları ve kaynakları sağlayarak doğal afetlerin ve diğer acil durumların insan yerleşimleri üzerindeki etkilerini hafifletmek, afetten etkilenen yerleşimleri gelecekteki afetlerle ilgili riskleri azaltmak” için Devlet olarak uğraş verilmesi ulusal ve dünya kamuoyuna taahhüt edilmişti. Ancak bu taahhütler de , tıpkı Birleşmiş Milletler tarafından 1990-2000 yılları arasındaki dönem için ilan edilen “ Doğal Afet Zararlarının Azaltılması İçin Uluslararası On Yıl” kapsamında ülkemizde başlatılan çalışmalar sonucunda hazırlanan “Türkiye Milli Planı (1990-2000)” önerilerinin tasarruf tedbirlerine takılması sonucu askıya alınması gibi kağıt üzerinde kaldılar, kısa zamanda bir bir unutuldular.
Afet zararlarının azaltılması ve güvenli yerleşmeler için ilk adımının planlama ve planlamaya yön veren çalışmalar olduğu bilinmektedir. Yerleşimde planlamaya ekonomik ve sosyal veriler kadar yön veren bir diğer girdi de doğal çevredir. Başta jeolojik tehlikeler olmak üzere doğal afetlerin, hazırlanacak planlarda tehlike ve risk faktörü olarak gözetilmesi kaçınılmaz bilimsel bir gerçekliktir.
Doğa uyarmaya devam ediyor..
Son üç aylık dönemde meydana gelen, ERZURUM-AŞKALE, AGRI-DOĞUBEYAZIT, MUĞLA- GÖKOVA KÖRFEZİ, KIRŞEHİR-AKPINAR, ELAZIĞ-SİVRİCE depremleri bile, ülke coğrafyasının büyük bir kesiminin her an yıkıcı bir deprem tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceğini açıkça göstermektedir. Yerleşim alanlarını tehdit edenin sadece depremler olmadığını; heyelanlar, su baskınları, çığ düşmesi vb TEHLİKELERİ de göz önüne aldığımızda risk tablosunun vahameti daha da artmaktadır.
Gördüklerimizin, madalyonun bir yüzündeki acı gerçeklikler olduğunu biliyoruz. Diğer yüzünde ise; bilinçsizce verilmiş yer seçimi ve yapılaşma kararları, yetersiz altyapı, düşük standartlarda yapı üretimi, kaçak yapılaşma, ranta dayalı hızlı ve düşük nitelikli kentleşme, bilimsel normların rant kaygılarına yenik düşmesi vb faktörler varlığını sürdürerek sağlıksız kentleşmeleri ortaya çıkarmaktadır. Sonuçta yılların olumsuz birikimi, kentsel alanlarımızın her birini afet tehlikeleri karşısında riskli yaşam çevrelerine dönüştürmüştür.
En büyük risk çevresi olduğu bilinen İstanbul ilini etkileyecek bir depreme yönelik olarak hazırlanan senaryolarda, on binlerce insanımızın kaybedileceği, 70.000 binanın ağır hasar göreceği, bu binalardan 30.000’nin yassı kadayıf gibi kat kat ve üst üste yığılacağı öngörülüyor. 50-60 milyar ABD doları civarında bir ekonomik kayıp bekleniyor.
17.Ağustos.1999 Depreminden buyana geçen 5 yılda yaşananlar ve yapılan tüm uyarılar göz ardı edilmiştir. Siyasi iktidarların ve yerel yönetimlerin en acil görevleri arasındaki afet zararlarının azaltılmasına yönelik kararlar ancak son sıralarda ve eksikli yer alabilmiştir.
Afet yönetiminde eşgüdümün ve etkinliğin sağlanması için çok sayıda yasa ve yönetmeliğin elden geçirilmesi, çağdaş bir afet yönetim sisteminin oluşturulması için zarar azaltma stratejilerinin hem merkezi hem de yerel düzeyde bir bütünlüğe kavuşturulması gerekirken;
imar ve afet hizmetlerinin ticarileştirilmesine, afet ve imar gibi ekonomik, teknik, sosyal, psikolojik boyutların iç içe geçtiği bir olgunun Dünya Bankası’nca şekil ve içerik açısından denetlenen, sigorta şirketlerinin ve özel işletmelerin kontrolünde bir piyasa alanı haline getirilmesine yönelik düzenlemelere öncelik verilmiştir.
17.08.1999 Kocaeli Depreminden bugüne kadar geçen 5 yıllık sürede ülkemizdeki afet hizmetlerinde gelinen noktayı hatırlamakta yarar var :
-7269 sayılı Afetler yasasına dayalı olarak ülkemizde yürütülen hizmetlerde egemen yön, afet olduktan sonra, arama–kurtarma, acil yardım, geçici iskan, yeni yerleşim yeri seçimi ve kalıcı konut inşa faaliyetlerine yönelik işlemlerin planlanmasıdır. “Yara Sarma” ülkemizdeki temel afet stratejisi olarak hala yürürlüktedir.
- Ülkemizdeki gibi yara sarmadan sonra temel olan zarar azaltıcı çalışmalara geçilememesi nedeniyle mevcut yerleşim birimleri için afet olayının yıkıcı etkisi, tekrar tekrar yaşanmaktadır. Örneğin Doğu Karadeniz için 1990, 1998, 2001, 2002, Batı Karadeniz için 1985, 1991, 1998 su baskını ve heyelan olayları; Erzincan 1939, 1992 depremleri, Bingöl 1971, 2003 depremleri vb.
- Deprem ertesinde ulusal ve uluslararası dayanışma ve paylaşmanın en güzel örneği sergilenerek toplanan bağışlar ve yardımlar ile Hükümet’ce çıkarılan ek vergilerle elde edilen milyarlarca doların oluşturduğu kaynaklara ait sağlıklı bir bilgi kamuoyuna açıklanmamıştır. Ek vergilerin bir kısmı kalıcılaştırılarak bütçe açıklarını kapatmak için kullanılmaya başlanmış, ne yazık ki esas çözüm üretiminde kullanılamamıştır.
- TMMOB ve bağlı odaların tüm uyarılarına rağmen 4708 Sayılı Yapı Denetim Kanunuyla temel bir kamu hizmeti olan denetim konusu özelleştirilerek piyasanın kar hırsına terkedilmiştir.
- Yerel yönetimler, başta deprem olmak üzere afet tehlikeleri ve riskleri konusunda duyarsızlıklarını sürdürmektedir. Depremin hemen ertesinde bazı belediyelerce başlatılan sağlıklı yapılaşmanın ilk ve önemli bir adımı olan imar planına esas jeolojik ve jeoteknik etütlerin yapılması konusu yaygınlaşmamıştır. Bugün çok sayıda belediyenin elinde afet tehlikeleri ve zemin özellikleri ile ilgili veriler bulunmamaktadır.
- Ulusal afet yönetim sistemindeki en temel konulardan birinin de parçalı yapının yarattığı sorunlar olduğu bilinmektedir. 7269 sayılı yasaya dayalı afet mevzuatımızda afetlerden sorumlu kuruluş Afet İşleri Genel Müdürlüğü görülse de Kızılay, Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi, Proje Uygulama Birimi-PUB, Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı Teşvik Fonu gibi çok sayıda kurumun afet olaylarına müdahil olduğu görülmektedir. Bu şekilde ortaya çıkan parçalı yapıda, kaçınılmaz olarak ciddi koordinasyon sorunları yaşanmakta, çözüm üretme mümkün olmamaktadır.
-Dünya Bankasınca deprem sonrası zararları karşılamak üzere ticari bir mantıkla dayatılan “Zorunlu Deprem Sigortası“ halen sürdürülmektedir. Halka inandırıcı çözüm olarak gelmeyen sigortalanma oranı yüzde 15’ler dolayında kalmıştır.
Daha güvenli, daha sağlıklı bir çevrede yaşamak her yurttaş için temel bir insan hakkıdır.
Bu hakkın korunması, geliştirilmesi ve uygulamaya konulması, başta anayasa olmak üzere yasal düzenlemelerin, siyasi iktidarların uygulayacağı politikaların ve kurumsal düzenlemelerin temel amacı ve zemini olmak zorundadır. Bu zeminden kayıldığı oranda yurttaşların ve yaşam alanlarının afete karşı güvenliği sağlanamayacaktır.
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak, yetkililere bir kez daha sesleniyoruz;
Doğa olaylarının doğal afete dönüşmesi kaderimiz değildir.
- Afetlere karşı tam güvenlikli yerleşimler için ulusal afet sistemimiz, (1) zarar azaltma, (2) önceden hazırlık, (3) olaya müdahale, (4) iyileştirme ve (5) yeniden inşa olmak üzere beş ana aşamayı da kapsayacak şekilde yeniden oluşturulmalıdır.
- Her tür ve ölçekteki yerleşim planlama kararlarının Afet Tehlike Haritaları, mikro bölgeleme, plana esas jeolojik ve jeoteknik etüt raporları gibi temel verilere dayandırılmasını, afet tehlike ve risk verilerinin yönlendirici kabul edilmesini sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.
- Doğal afetlere yönelik çalışmalar, Sosyal Devlet anlayışının bir parçası olarak Kamu görevleri arasında kalmalıdır. Dünya Bankasının dayatmaları ile bu konularda çalışma yapan kurumların küçültülmesi, Yerel Yönetimler Yasa Tasarıları ile bu hizmetlerin yerelleştirilmesi ve piyasa koşullarının inisiyatifine bırakılmasından vazgeçilmelidir.
- Mevcut yerleşim alanlarındaki karşılaşılacak afet zararlarını azaltmak için; yapı stoğu, yanlış arazi kullanım kararları vb risk faktörlerinin giderilmesine karşı, Kentsel Dönüşüm Yasası, bilim çevrelerinin ve Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’nin katkılarıyla ivedilikle çıkarılmalıdır.
-Güvenli yapılaşmayı kamusal bir hizmet olmaktan çıkartıp, ticari bir meta haline getiren, uygulamada hiçbir işlevi bulunmayan, Yapı Denetim Yasası yürürlükten kaldırılmalıdır. Yerine merkezi idare, yerel yönetimler ve meslek odalarının eşgüdümlü, ortak kamusal denetimini esas alan bir yasa düzenlenmelidir.
-Sadece deprem sonrası oluşan zararları karşılamak üzere ve yeni bir vergi anlayışıyla hazırlanan, bilimsel temele dayanmayan bir bölgelendirmeyi esas alan, “zorunlu deprem sigortası” uygulaması yürürlükten kaldırılmalıdır.
-1999 Depremlerinin etkili olduğu alanlarda başlatılan imar planına esas Jeolojik-Jeoteknik etüt çalışmaları ülkemizin her yeri için zorunlu kılınmalı ve I ve II. Derece deprem bölgesindeki belediyeler plan revizyonlarına ivedilikle başlamalıdır.
-7269 Sayılı Afetler Yasası, 3194 sayılı İmar Yasası başta olmak üzere yerleşimleri doğal afetlere karşı güvenli kılacak çalışmalara altlık oluşturan yasaların değiştirilmesi için başlatılan ve 4 yıldır Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın tozlu raflarında unutulan çalışmalara hız verilmelidir. Bu yasalar, akıl, bilim, mühendislik normlarını temel olmak üzere ve meslek odalarının görüşleri alınarak yeniden düzenlenmelidir.
- Kentleşme politikaları, vurguncuya değil, ülkenin bilim ve teknik adamlarına bırakılmalıdır.
- Depremle ilgili mühendislik disiplinlerinin Yerel Yönetimlerde görev alması zorunlu hale getirilmelidir.
- Üniversiteler, MTA, DSİ, Afet İşleri Genel Müdürlüğü gibi kamu kurumlarınca Afet Tehlike Haritalarının hazırlanmasına yönelik projeler hazırlanmalıdır.
- Eğitim sistemi içerisinde jeoloji ve doğal afetlere yönelik eğitim programları konmalıdır,
Saygılarımızla,
DOĞA OLAYLARININ ACI SONUÇLARI KADERİMİZ DEĞİLDİR.
TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI
Okunma Sayısı: 3154