TMMOB Odalar 22 Kasım 2024, Cuma

Su yalnızca politikacıların inisiyatifine bırakılamayacak kadar hayati öneme sahip ve tüm canlılar için yaşamsal bir haktır !…

Yayınlayan Birim: GENEL MERKEZ
Yayına Giriş Tarihi: 22.03.2019
Güncellenme Zamanı: 26.03.2019 15:03:13

Birleşmiş Milletler Teşkilatı dünyada giderek büyüyen temiz su sorununa dikkat çekmek, içilebilir su kaynaklarının korunması konusunda somut adımlar atılmasının sağlanmasın da teşvik olması amacıyla 22 Mart gününü "Dünya Su Günü" olarak ilan etmiştir. İlk kez 1992‘de Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı‘nda önerilen Dünya Su Günü’nde her yıl bir tema altında çeşitli etkinlikler yapılmaktadır. Ülkemizde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) öncülüğünde kutlanan Dünya Su Gününün 2019 yılı teması “Kimseyi Geride Bırakmamak” olarak belirlenmiştir.

Kimseyi geride bırakmama hedefi Birleşmiş Milletler’in 2030 sürdürülebilir kalkınma ajandasında da yer almaktadır. Buna göre, tüm ülkelerdeki insanların sosyo-ekonomik kalkınmadan;  cinsiyet, yaş, ırk, dil, din, politik ve diğer görüş, ulusal ve sosyal köken, variyet, sakatlık, vatandaş, göçmen ya da sığınmacı olmak gibi konularda herhangi bir ayırıma tabi tutulmaksızın insan haklarından yararlanmasının sağlanması hedeflenmektedir.

Çocuklar, gençler ve kadınlar, sakatlar, AİDS/HİV hastaları, yaşlılar, yerli halk, göçmenler ve sığınmacılar en dezavantajlı grupta yer almaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin insanları, özellikle de kırsal kesimde yaşayanlar içme suyu ve sanitasyona erişim ve beslenme gibi temel insan haklarından mahrum kalmaktadır.

Bugün dünyada aşırı yoksul olan %20’lik kesim, toplam gelirin yalnızca %1’ine sahiptir ve temel hizmetlerden yararlanamamaktadır. Bu insanlar çoğunlukla kırsal kesimde yaşamakta ve günde 1 $’dan daha az gelir elde etmektedir. Günde yaklaşık 3 saat kadar, ellerinde bidonlarla en yakındaki gölden ya da nehirden su getirmeye çalışmaktadırlar. Üstelik bu su kaynaklarından getirdikleri sular da içmeye uygun olmayacak kadar kirlidir.

DSİ 2018 yılı verilerine göre, Ülkemizde yılda ortalama 450 milyar m3 suya karşılık gelen yıllık ortalama yağış  miktarının 181 milyar m3‘lük kısmı akışa geçerek akarsular vasıtasıyla denizlere ve kapalı havzalardaki göllere boşalmaktadır. Diğer taraftan, komşu ülkelerden ülkemize yılda ortalama 7 milyar m3 su akışı olmaktadır. Ancak, günümüz teknik ve ekonomik şartları içinde tüketilebilecek yerüstü suyu potansiyeli; yurt içindeki akarsulardan yılda ortalama toplam   94 milyar m3`dür. 18 milyar m3 olarak belirlenen çekilebilir yeraltısuyu potansiyeli ile birlikte ülkemizin tüketilebilir yerüstü ve yeraltısuyu potansiyeli yılda ortalama 112 milyar m3 olmaktadır. Yıllık tüketim, yüzey sularından 54 milyar m3, yeraltısularından ise 15 milyar m3’dır. Buna göre, toplam kullanılabilir tatlı su rezervimizin % 62’isi (yaklaşık üçte ikisi) 2018 yılı itibariyle tüketilmektedir.

Ülkemizde kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı yaklaşık 1365 m3 civarında olup su azlığı yaşayan bir ülke konumundadır. Bugün için kullanılmayan üçte birlik tatlı su rezervimiz yıllık binde 12 nüfus artışı göz önüne alındığında en iyimser tahminle en fazla 2055 yılına kadar yeterli olacaktır. Doğanın kendi ihtiyaçlarının artışı ve mülteci, sığınmacı gibi öngörülmeyen veya kayıt dışı nüfusun tüketimi de dikkate alındığında, tehlikenin ne boyutta olduğunu görmek zor değildir. Konu ile ilgili olarak, 2030 yılı için kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 1000 m3/yıl civarında olacağı ve Avrupa Çevre Ajansı‘nın hazırladığı raporda da 2030 yılında Türkiye‘nin pek çok bölgesinde orta ve yüksek seviyelerde su sıkıntısı yaşanacağına dikkat çekilmektedir. Bu durum, sanıldığının aksine, Türkiye`nin yakın gelecekte ciddi su sorunları ile karşılaşmaya aday bir ülke olduğunu göstermektedir.

Ülkemizde su kaynaklarımız ve su havzalarımızla ilgili olarak birçok olumsuzluk yaşanmaktadır:

  • Su havzaları ve beslenme alanlarının sanayi ve kentsel yerleşim bölgeleri haline getirilmesi nedeniyle özellikle yeraltısuyu akiferleri kentleşme ve sanayileşmeden miktar ve kalite olarak olumsuz etkilenmektedir. Günümüzde 50 civarındaki büyük kentimiz zengin ve yaygın yeraltısuyu taşıyan akiferler üzerindedir. Kentsel gelişme planları her geçen gün bu sayıyı arttırmaktadır.
  • Ülkemizin yeraltısuyu akiferlerinde aşırı tüketim sonucu bazı yeraltısuyu havzalarında su düzeyleri hızla düşmüş, kıyı akiferlerine deniz suyu girişleri ile tuzlanma yaşanmış, bazı yeraltısuyu akiferlerimiz ise yanlış kentleşme, sanayileşme ve tarım politikaları sonucu hızlı bir şekilde kirlenmeyle yüz yüze bırakılmıştır.
  • Başta Ergene ve Sakarya nehirlerimiz olmak üzere ülkemiz akarsularının büyük çoğunluğu kullanılamayacak düzeyde kirletilmiş durumdadır. Hatta Tarım ve Orman Bakanının açıklamalarına göre Ergene nehrinin sularının kullanılabilmesi için 4 milyar lira yatırıma ihtiyaç duyulduğu ifade edilmektedir.
  • Su havzalarının tarıma açılması çok miktarda kimyasal gübre ve kimyasalın, bu sulara karışmasına neden olmuş, içme ve kullanma suyu elde etmek üzere arıtılarak kullanılan ham su kalitesi düşmüştür. Az miktarda kalan kullanılabilecek nitelikteki akarsularımız ise enerji üretimi adına talana açılmış, neredeyse yok edilmiştir.
  • Ülkemiz su havzalarına bakıldığında, Konya, Büyük Menderes, Gediz ve Kızılırmak gibi su havzalarımızın kuraklık ve küresel ısınma tehlikesi altında "yok olma" sürecine gireceği, bu havzalardaki yüzey sularının süreç içinde aşamalı olarak 2100 yılında %50 azalacağı belirtilmektedir.
  • Yine, ülkemizin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir gölü hızlı bir küçülme periyoduna girmiş, Göller Bölgesi yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Tuz gölü hızla küçülmekte, Bafa ve Van göllerinin su seviyeleri düşmektedir. İç Anadolu‘da, Eşmekaya ve Ereğli sazlıkları kurumuş, Akşehir Gölü havzası çölleşme ile karşı karşıya kalmış, Meke ve Sultan Sazlığı da yok olmuştur. Türkiye‘de son 50 yılda yanlış su politikaları nedeniyle sulak alanların yarısı ya kamu eliyle yok edilmiş veya yok olma aşamasına gelmiştir.
  • Ülkemizdeki birçok akarsuda son yıllarda kamu yararı göz ardı edilerek plansız bir şekilde inşa edilen HES`ler nedeniyle çok ciddi ekolojik ve kültürel sorun ve olumsuzluklar yaratılmıştır.
  • Ülkemizde su kaynakları ve tarım alanlarının dağılımı başta olmak üzere bütün doğal kaynakları ve ekolojiyi dikkate alan bir göç, yerleşim veya kentleşme-sanayileşme modeli kurulamadığından aşırı büyüyen ve sanayileşen metropollere su sağlamak için yüksek maliyetli yatırımlar ile havzalar arası su transferi yapılmak zorunda kalınmaktadır. Bu durum hem ekonomik, hem çevresel, hem de sosyal açıdan birçok sorunu beraberinde getirmektedir.

Sonuç olarak, sınırlı olan su kaynaklarımız, hızlı ve çarpık kentleşme, nüfus artışı, endüstriyel faaliyetlerinin doğurduğu çok çeşitli katı ve sıvı atıklar, katı atık depolama yerlerinin yeraltısuyu rezervuarlarının beslenme alanlarında seçilmesi, su havzalarının imar planlarına açılması, tarım alanlarında bilinçsiz gübre ve tarım ilacı kullanılması yerüstü ve yeraltısuyu kalitesini ciddi olarak tehdit etmekte ve  su kaynaklarımız hızla kirletilmektedir.

Bütün bu olumsuzlukların yanında bugün sularımız, başka bir önemli tehdidin daha altındadır. Ulusal ve uluslararası sermayenin uzun zamandır Türkiye‘de suyu ticarileştirme ve piyasalaştırma amacında olduğu bilinmektedir. Geldiğimiz noktada, su politikaları küresel sermaye tarafından belirlenmekte; kıtlık, kuraklık ve su krizi gerekçelendirmeleri ile su yönetimi, uluslararası kuruluşlar ve çokuluslu su şirketlerine teslim edilmekte, su yaşamsal doğal bir hak olmaktan çıkarılıp, ticari bir meta haline getirilmek istenmektedir.

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak bu güne kadar yaptığımız önerilerimizi, kısa ve uzun vadede yapılması gerekenleri bir kez daha kamuoyuyla paylaşıyoruz.

  • Yeraltısuları rezervini doğru ve sağlıklı olarak belirleyebilmek için ülke çapında yeraltısuyu havzalarının hidrojeolojik çalışmaları hızlı bir şekilde yapılmalı, havzaların yeraltısuyu potansiyeli belirlenmeli, yapılan yeraltısuyu tahsisleri izleme sistemi kurularak takip edilmelidir.
  • 167 Sayılı Yeraltısuları Hakkında Kanun ve ilgili mevzuatında değişiklikler yapılarak özellikle yeraltısularının korunmasına yönelik ciddi ve caydırıcı önlemler getirilmeli,  sayıları 500.000’ne varan kontrolsüz kuyu açılması acilen  önlenmeli, mevcut kuyulara ise ruhsat verilerek kontrol altına alınmalıdır.
  • DSİ Genel Müdürlüğü en kısa sürede yeniden yapılandırılarak, Yeraltısuları Daire Başkanlığı kurulmalı, bu başkanlığın öncülüğünde TUBİTAK ve Üniversitelerimizin de katkılarıyla en kısa zamanda ülkemiz derin yeraltısuyu akiferleri araştırma programı başlatılmalı, ülkemizin sahip olduğu  derin yeraltısuyu akiferlerin varlığı, nitelikleri ve potansiyeli ortaya konulmalıdır.
  • Batı Anadolu ve Akdeniz bölgesinde doğrudan denize boşalan yeraltısuları kaynakları araştırılmalı, bu bölgelerde her geçen gün artan talep de dikkate alınarak bu sular kullanılabilir hale getirilmelidir.
  • İçme, kullanma ve sulama suyu, sınır aşan sular, ekolojik göçler, çölleşme ile yok olan sulak alanlar, meralar, tarım alanları ve azalan tarımsal üretim ve plansız hidroelektrik  santral yapımı ve elektrik üretimi gibi büyük problemler ile karşı karşıya olan ülkemizde “kuraklık ulusal afet mevzuatımıza” dahil edilmelidir.
  • Atık sularımız özellikle su kıtlığı çekilen yerlerde yeniden kullanılabilir hale getirilmeli, şehir ve sulama şebekelerinde kaçakların önlenmesine yönelik tedbirler alınmalı, kent içi rekreasyon alanlarında yüzey suyu depolanması işlevi de görev peyzaj düzenlemeleri yapılmalıdır.
  • Tatlı su kaynaklarımızın %20 sinin kullanıldığı sanayi sektöründe de önemli ölçüde su tasarrufu sağlanabilmesi için ileri teknolojiler ile beraber atık su kullanımı yaygınlaştırılmalıdır.
  • Ülkemizde tatlı su kaynaklarının %70 inin kullanıldığı tarım alanlarımızda aşırı sulama sebebiyle tuzlanma ve çoraklaşma yaşanmasına karşı, tarımsal faaliyetlerde toprağın jeolojik yapısına uygun sulama yöntemi seçilmeli, çiftçilerimiz sulama konusunda etkin bir şekilde eğitilmelidir.
  • Kentleşme, sanayileşme ve tarım politikaları yeniden gözden geçirilerek yüzey ve yeraltısuyu kirliliğine neden olan unsurlar önlenmeli, yeraltısuyu akiferleri ve beslenme havzalarının üzerinde veya kenarında yer alan yerleşim birimlerinin planlanması süreçlerinde bu akiferlerin korunmasına özel önem verilmeli, bu alanlar planlama süreçlerinin dışına çıkarılmalıdır.
  • Başta Büyükşehir Belediyeleri olmak üzere, kentlerimizin su temin işleri ile sorumlu Genel Müdürlükleri tesisat hizmetleri yapan birimler olmaktan çıkarılmalı, yeniden yapılandırılarak kentlerin su temin stratejilerini oluşturan, bu stratejilerin gerçekleştirilmesi konusunda çalışmalar yürüten birimler haline dönüştürülmelidir.
  • Bir havzada yer alan tüm su kaynakları dikkate alınarak havza bazında hidrojeolojik çalışmalar yapılmalı, o havza için en uygun entegre su yönetim modelleri geliştirilmelidir.
  • Tüm bu bilimsel teknik çalışmaların temeli olarak; bireylerin ve toplumların sağlıklı, içilebilir, temiz suya her durumda koşulsuz ve bedelsiz ulaşım ve tüketim hakkı, "su hakkı" temel bir insan hakkı olan "yaşam hakkı" olarak görülerek, suyun ticarileştirilmesinden, su kaynaklarımızın özelleştirilmesinden vaz geçilmeli, su yönetim sistemlerine sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri ile halkın katılımını esas alan mekanizmalar geliştirilmelidir.
  • Su yapıları ile ilgili proje ve tesise adeta olumlu karar vermenin alt yapısı olarak kurgulanmış ÇED süreçleri değiştirilmeli, hiçbir bilimsel kritere göre belirlenmeyen ve denetlenmeyen “can suyu” miktarı konusu toplumsal fayda ve bilimsel ilkeler çerçevesinde yeniden tanımlanmalıdır. Ekolojik gerçekler ve kamu yararının göz ardı edildiği, enerji gereksiniminin karşılanmasına katkısı olmayacak HES`lerden vaz geçilmelidir.
  • Suyun ticari bir meta olarak gören anlayış ve üretim biçimi yerine, doğal çevrimini sürdürerek tüm insanlığın ve canlı yaşamın devamını sağlamak için toplumsal ihtiyaçların karşılanmasına ve gelecek kuşaklar için korunmasına odaklı bir anlayış esas olmalı; suyun tüm canlılar için yaşamsal bir hak olduğundan hareket edilerek, bu yaklaşım temelinde yaşanan olumsuzlukları giderecek ve önerilerimizi de hayata geçirecek bir “Su Yasası” çıkarılmalıdır.

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak Dünya Su Günü‘nde bir kez daha ifade ediyoruz ki; tarih boyunca insanların ve uygarlıkların gelişiminde en önemli unsurların başında gelen tatlı suların araştırılması, entegre su yönetimi anlayışıyla kullanılması, ticari bir mal olarak görülmeden kamusal bir miras olarak geleceğe korunarak bırakılması yaşamsal bir öneme sahiptir. Ülkemizin geleceği için hayati önemde bir sorun olan “Su Yasası”nın yalnızca politikacıların inisiyatifine bırakılacak bir konu olmaktan çıkarılması gerekmektedir.

Saygılarımızla,

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası 
Yönetim Kurulu


Okunma Sayısı: 3161